Hayat istediğini verecek – Bölüm 3

Parça bitene kadar kıpırdamadan dinledi. Mızıka sustuğunda yeniden başlar mı diye bekledi önce. Devamı gelmeyince kalkıp o tarafa doğru yürüdü.

Semih beklemediği bir misafir görmekten şaşırmıştı önce, sandalye de uzattığı ayaklarını toparladı.

“Rahatsız etmiyorum ya? Çok güzeldi.” dedi Gonca gülümseyerek. O da bu güzel parçayı çalanın Kartallar’dan biri olmasını beklemiyordu. Onları görüntüden ibaret boş kafalı dört şımarık olarak yazmıştı zihnine. Gerçi çantasını vermek  için arkasından geldiği gün farklı olduğunu düşünmüştü Semih’in ama sonra sürekli diğerlerinin yanında görünce vazgeçmişti bu düşüncesinden.

“Buraya pek  kimse gelmez.” dedi Semih.

“Çiçekler dikkatimi çekmişti benim de, Tuğrul bey de proje verince aklıma burası geldi. Sen sık gelir misin buraya? Semih’di değil mi?”

“Evet çoğunlukla gelirim. Doğru Semih.”

“Neydi o çaldığın?”

“Bir İtalyan ezgisi.”

“Güzelmiş.”

Gonca Semih’in konuşmaya pek hevesli olmadığını düşünmüştü kısa cevaplarından. Tam gitmeye hazırlanıyordu ki devam etti Semih, “Bu yıl ki burslu öğrenci sen misin?”

“Nereden anladın?”

“Bilmem tahmin ettim sadece.”

“Okuldaki en vasat kız olduğum için olabilir mi?” diye güldü Gonca.

Cevap vermedi Semih, bu cevabın sadece ona değil Kartallar’a verildiğini anlamıştı kızın tonlanmasından.

Yeniden mızıkasını alıp bir başka ezgi çalmaya başladı. Gonca onun kapılarının kapandığını anlayınca bir şey söylemeden ayrıldı yanından. Terasın diğer ucuna gidip modelleyeceği bir nokta taramaya başladı. Aslında birbirinin kopyası gibi duran sıralı evler ve arkalarında puslu bir duvar gibi yükselen dağlar güzeldi ama o farklı bir şey yakalamak istiyordu.

Babası ona her zaman “Bakmakla görmek aynı değildir Gonca!” derdi, “Baktığını çizersen bunun bir özelliği olmaz, gördüğünü çiz.”

Tuğrul hocanın istediğinin bu olduğunu anlamıştı projeyi verdiğinde. Onlardan görmelerini istiyordu çizerken. Bu yüzden  modelleme yapacaklardı sadece. Dağların üzerine asılan bulutlara takıldı gözü. Gözlüğün kalın camları, numarasız da olsalar görüşünü bozuyordu aslında ama bunun baktığı ile gördüğü arasında fark yaratan harika bir malzeme olabileceğini düşündü sonra. Bir tek o bir gazoz şişesinden bakabilirdi bu gözlüklerle her yere. Diğerleri bu eğlenceden mahrumdular. Gülümsedi kendi kendine. Alışık olmadığı teller yanaklarının içini yara yapmıştı. Gülümserken duyduğu acıyı kattı baktığı yerlere. Hemen şimdi başlayabilirdi çalışmaya ama o havalı Alparslan’ı bulması gerekiyordu önce. Proje eşli tamamlanmak zorundaydı.

“Acaba Alparslan yerine Semih’le mi çalışsam?” diye geçirdi içinden mızıka sesinin devam ettiği yere bakarak. Sonra Alparslan’a da bakması değil, görmesi gerektiğini düşündü. Belki her gruptaki her kartalın bir farkı vardı diğerlerinden Semih gibi.

Kapının sürgüsünü çekerek yeniden asansöre doğru ilerledi. Vücudunda dünden beri yükselen bir halsizlik vardı nedense bu gün. Halasının tüm uyarılarına rağmen balkon kapısı açık uyumuştu yine. Seviyordu bir yerlerden rüzgarı hissetmeyi. Rüzgarın anlatacak her zaman bir hikayesi olurdu. Fısıltıyla konuşulan bir ağacın altından alıp getirebilirdi örneğin sesleri. Bir aşığın hüzünlü yüreğinden yükselen melodiyi, bir çocuğun kahkahasını taşıyabilirdi oradan oraya. Tohumları taşıdığı gibi insandan insana bulaştırırdı tüm hissedileni. Bazen nedensiz yere mutluluk hissettiğinde bunun dünyanın öbür ucundan bir gülümsemeye değer rüzgarın taşıdığını düşünürdü. O da gülümserdi yanıt olarak. Kimin yüreğine konarsa o da mutlu olsun diye. Bu kez rüzgar hasta bir yüze dokunmuş, şifayı gerçekten kapmıştı galiba. Tam bunları düşünürken zihnini dinliyormuş gibi akmaya başladı burnu. Burnunu çekerek indi asansörden ve Alparslan’ı aramaya koyuldu.

Kantinde diğer üçüyle buldu onu, etraflarında yine geniş bri hayran  kitlesi vardı. Masanın üzerine oturmuş heyecanla bir şeyler anlatıyordu onlara. Diğerleri nefeslerini tutmuş hayran hayran izliyorlardı bu Yunan tanrısı gibi gözüken delikanlıyı.

Babası da çok yakışıklıydı Gonca’nın. Ona baktığında da tanrı heykellerine benzediğini düşünürdü. Keskin yüz hatları, atletik vücudu, içinde kaybolabilecek kadar derin gözleri vardı onun. Halasının annesini babasının yanında ilk gördüğünde neden şaşırdığını anlamak zor değildi bu yüzden. Onunda okul yıllarında Alparslan gibi etrafında bir hayran kitlesi ile dolaştığından şüphesi yoktu. Yine de annesini seçmişti onca güzel kız arasından.

Bakalım Alparslan’ın derinliği ne kadardı? Hızlı adımlarla yürüdü kalabalığa doğru ve gelip durdu önünde.

“Çalışmamız gerek anlatacakların bittiyse.”

Bütün dinleyiciler Gonca’ya döndü bir anda. O da tellerini göstererek gülümsedi kocaman onlara. Yanaklarının içi acıdı yeniden.

“Gazoz şişesi haklı gençler! Çalışmamız lazım” dedi Alparslan oturduğu masadan doğrularak. Gonca’nın başı onun ancak omuzlarına geliyordu şimdi.

“Yuların sahibi geldi!” dedi Serhat gülerek. Alparslan gözüm üzerinde der gibi bir hareket yaptı ona dönüp. Çoktan kantinin kapısına varan Gonca’nın peşinden yürüdü sonra. Kalanlar derin bir iç geçirdiler arkalarından. Tuğrul hoca projeyi verdiği sırada Alparslan’ın yanında olamadıkları için üzülmüşlerdi hepsi.

Gonca asansörün önüne kadar yürüyüp beklemişti onun gelmesini.

“Hayırdır yoksa bana odanı mı göstereceksin?” dedi Alparslan gülerek.

Cevap vermeden girdi asansörün açılan kapısından kız. O da peşinden  girdi içeri. Asansörün içinde yine bir kaç kişi olduğundan konuşmadan çıktılar dokuzuncu kata. Sürgülü kapıyı açıp gelmesi için eliyle işaret etti arkasından yürüyen Yunan tanrısına.

“Burada çalışacağız!” dedi sonra ellerini beline koyarak.

Daha önce bu terası hiç farketmeyen Alparslan etrafı incelemeye başladı. Masaların aralarına dizilmiş paravanlar gözlerden uzak olmak isteyenler için harika bir kamuflaj sağlıyordu. Nasıl olupta burayı keşfedemediğini düşündü kendi kendine.

Gonca, Semih’in hâlâ bıraktığı yerde olup olmadığını anlamak için başını o yöne çevirdi ama ne ayakkabıları gördü ne de mızıka sesini duydu.  O Alparslan’ı aramaya gittiğinde gitmişti o da demek.

Masalardan birine çantasındaki kağıt ve kalemleri çıkardı Gonca ve aynısını yapması için Alparslan’a baktı. O ise diğer sandalyeye ayaklarını uzatarak oturdu.

“Sen ikimiz içinde çizebilirsin herhalde!” diyerek gözlerini kapattı ellerini başının arkasında birleştirerek.

Aslında Tuğrul hoca iki ayrı çalışma mı yoksa iki kişiden bir çalışma mı istediğini söylememişti. Sonuç olarak o çalışma ortağını alıp gelmişti buraya. Katılmak ya da katılmamak onun kararıydı. Umursamadan yeniden modelleyeceği yere doğru gözlerini dikti ve sonra oturup çizmeye başladı.

Alparslan’dan arada bir içinin geçtiğini gösteren hırıltılar yükseliyordu sadece. Sahiden uyuyordu anlaşılan.

Gonca işini bitirdiğinde ayağıyla dürttü onun ayaklarını uzattığı sandalyeyi. Hisettiği halsizlik iyice artmaya başlamıştı. Bir an önce eve gidip uzanmak istiyordu artık ama önce bu uyuyan devi uyandırması gerekiyordu. Alparslan gerinerek açtı gözlerini.

“Bittirdin mi?” dedi uykulu gözlerle bakıp.

“Evet artık gidebiliriz?” diyerek burnunu çekti Gonca.

“Bana göstermeyecek misin ne yaptığımızı?”

“Hayır, yarın derste görürsün?”

“İyi bari!” diyerek kalkıp, çantasını sırtına astı oğlan. Sürgülü kapıya yürüdü Gonca’nın arkasından.

Gonca kapıya tüm gücüyle asılmasına rağmen açamadı, halsizlik iyice gücünü azaltmış olmalıydı. Bir kez daha denedi olmadı.

“Çekil şişe! Ben açarım!” dedi Alparslan.

O da denedi ama kapı sahiden açılmıyordu.

“Saat kaç?”

“Altıya geliyor olmalı”

“Eh be şişe kapıları kilitlemişler, niye bakmadın ki saate çalışırken?”

“Nasıl kilitlemişler?”

“Okul kızım burası, beşte mesai biter, kilitler giderler.”

Terasın sardunyalı kenarına gidip aşağıyı görmeye çalıştı sonra. Belki orada birileri kaldıysa seslerini duyurabilirlerdi. Öğrencilerin çoğu hâlâ bahçedeydiler.

“Heey!” diye bağırdı onlara Alparslan. Kimse başını çevirip yukarı bakmadı.

“Bizi duyamayacakları kadar yüksekteyiz sanırım!” diyerek fırlatabileceği bir şey var mı diye etrafına bakınmaya başladı. Bir şey bulamayınca sardunya saksılarından  birini kaldırdı.

“Delirdin mi sen?” diye atıldı Gonca, “Bu aşağıdakilerden birine denk gelirse ne olur biliyor musun?”

“Bir önerin var mı çok bilmiş?”

“Telefonun yok mu?”

Hemen elini kotunun arka cebine attı Alparslan. Telefonun ışıkları önce yanıp sonra komple kapandı.

“Şarjım bitmiş, seninki nerede?”

“Okula telefon getirmiyorum.”

“Zaten seni kim arayacak diyorsun değil mi?” dedi Alparslan ters ters. Burada kalmış olmaları için onu suçluyordu. Sanki okulun dokuzuncu katından başka çizim yapacak yer yokmuş gibi çıkarmıştı onu buraya. Herkes gibi onlarda bahçede çalışmış olsalardı şimdi burada bu dört gözle hapis kalmayacaktı.

Terasta kilitli kalmış olmanın verdiği stresle iyice ateşi yükselmişti Gonca’nın. Kendinde Alparslan’a laf yetiştirecek gücü bulamadığı için sandalyeye oturdu yeniden.

Alparslan yeniden sesini duyurabilmek umuduyla bağırdı aşağıdakilere “Heey!”

Yine kimse başını çevirmeyince, “İlk kez bir kalabalık beni farketmiyor” dedi gülerek Gonca’ya döndü. Kızın kapanmak üzere olan gözlerini o zaman farketti.

“Şişe iyi misin?” dedi yanına giderek.

“Midem bulanıyor.” demesiyle Alparlsan’ın üzerine kusması bir oldu Gonca’nın.

(devam edecek)

 

Bölüm 1

https://gulserenkilincyazar.com/2018/08/23/hayat-istedigini-verecek-bolum-1/

Bölüm 2

https://gulserenkilincyazar.com/2018/08/24/hayat-istedigini-verecek-bolum-2/

Bölüm 3

https://gulserenkilincyazar.com/2018/08/25/hayat-istedigini-verecek-bolum-3/

Bölüm 4

https://gulserenkilincyazar.com/2018/08/26/hayat-istedigini-verecek-bolum-4/

Bölüm 5

https://gulserenkilincyazar.com/2018/08/27/hayat-istedigini-verecek-bolum-5/

Hayat istediğini verecek – Bölüm 3’ için 9 yanıt

Hayat istediğini verecek – Bölüm 9 – Gülseren Kılınç için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s