Size “Ne tür insanları seversiniz ya da sevmezsiniz?” diye sorsam, eminim her biriniz, uzun listeler hazırlayabilirsiniz bana.
Sevgi, içinde pek çok anlam ve duyguyu barındıran bir kelime aslında. Bu sorunun içinde kastedilen sevgi, seçim yapabileceğiniz ya da koşul koyabileceğiniz durumlar için geçerlidir çünkü. Örneğin içki içen insanları sevmeyen birinin, anne veya babası alkolik olabilir ama, yine de onu sever. Bir başkası şiddet uygulayan insanları sevmiyor olabilir ama, aşık olduğu insandan şiddet görüyor ve yine de vazgeçemiyor olabilir.
Hayır “Stockholm Sendromu” olarak anılan durumdan bahsetmeyeceğim, içimizde var olan bir koşulsuz sevme potansiyelinden bahsedeceğim aslında. Koşulsuz sevdiğimiz insanlardan çoğunlukla zarar görürüz örneklemesi de değil bunlar, aksine koşulsuzluğun göstergeleri.
Herkes için geçerli olmasa da, insanların büyük bir çoğunluğu, anne, babalarını, kardeşlerini ve elbette gerçekten aşık oldukları insanları koşulsuz sevebilirler. Sizler de bunların en az bir tanesini yaşamış olmalısınız diye düşünüyorum. Kastettiğimin gerçek bir sevgi olduğunu açıklamama gerek var mı?
Bir insanı ya da bir şeyi her ne olursa olsun, her nerede olursa olsun ve her ne yaparsa yapsın sevebilme yeteneğimizdir koşulsuz sevgi, sizler için örnekleri ailenin diğer tüm fertleri, eş, dost akraba olarak değişebilir elbette.
Bakın bu bir ideoloji lideri, bir futbol takımı ya da bir çiçeği sevmekten farklıdır, sonuçta onları özgür iradenizle seçebilirsiniz, ama bir anneyi, babayı, evladı veya yüreğinize bir anda düşüveren aşkı iradenizle seçmezssiniz. Haydi yine de aile fertleri için durum başkadır diyelim, bir mecburiyetten kaynaklı seçilemezlik vardır onda.
Peki ya aşk!
Ne tür insanları sevebiliyor olursanız olun, yüreğiniz söz konusu aşk olunca ne iradenizi, ne mantığınızı, ne düşüncelerinizi tanır. Tanıyorsa zaten bu bir aşk değildir. Aklınızın onayı söz konusu olmadığında onun belirlediği kurallar, toplumsal aklın ilkeleri ve kuralları da işlemez. Hatta karşı yüreğin seçimleri de.
Aslında düşününce aşk yeryüzünde insanların arasında var olan tek koşulsuz sevgi türüdür. Siz dahil, kimsenin koşuluyla bağlanmaz. Can düşmanınıza, toplumsal baskının yasakladığı bir insana aşık olabilirsiniz. Bu o aşkı yaşamanız ön koşuluna da bağlı değildir, belki ömrünüzce sadece kendiniz bilecek bile olsanız, siz ya da toplum istiyor diye yok olup gitmez.
Çoğu zaman “ne oldurur, ne öldürür!” olsa da sonlandıramazsınız, öylece göğüs kafesinizi ele geçirir ve sizi mutlu hayallere sürükler, gerçekleşmese de hayalleri ile yine de mutluluk vermeye devam eder.
Hele bir de karşılıklı ise, işte o zaman kendi cennetinizdesiniz demektir. Pek çok inanışta cennet koşulsuz sevebilenler içindir.
İşin garip tarafı, koşulsuz ve kontrolsuz olarak devreye giren aşk, çoğu durumda, “kontrolsüz güç, güç değildir.” durumuna uygun bir şekilde ortadan kaybolur gider. Özellikle çiftler bir araya gelmişlerse. Bir araya gelemeyen çiftlerin aşkları en uzun sürenidir.
Peki herşeye, herkese rağmen direnen aşk nereye gider sonradan?
İki insan koşulsuzca aşık olur ama, dünya hayatında koşulsuzca yaşamanın pek yolu yok gibidir. Her “koşulda”, “koşulsuz aşk” koşullara mahkum olur. Koşulsuz olmaktan çıkar, eklenen her koşulla yavaş yavaş söner gider, ama tam sönmeden bir ayrılık gerçekleşirse, koşulsuzluğu yok eden birliktelik koşulu ortadan kalkacağından, yeniden koşulsuz aşka dönüşme ihtimali vardır. Sürekli kavga edip ayrılan, ama bir türlü birbirlerinden vazgeçemeyen insanların hikayelerini duymuşsunuzdur.
Peki biz cinsler olarak elimizde böyle bir güç varken, üstelik pek çoğumuz hayatımızda bir kere olsun koşulsuz aşkı hissedip, bunu farketmişken, cinsler ayrımından öte bir konuya, koşulsuz aşkımızı yok eden koşullara odaklanamıyoruz. Koşulsuz aşkımızı öldüren, “sahip olma egomuz” olabilir mi örneğin?
Aşk şiirsel olarak tanımlandığında harika bir şeydir, vardır, üstelik bizden ve herşeyden bağımsız var olabildiğini bize ispatladığı halde, biz onu ve yüreğine aşk duyduğumuz insanı, bir araya geldikten sonra, kaybetmemek ya da benzeri bir duygu adına kaybedip durmuyor muyuz?
Muhteşemliğini farkettiğimiz koşulsuz sevgiyi kaybetmemek için koşullandırmıyor muyuz kendimizi acaba?
Eğer semavi dinlerden birine inanıyor veya bu dinler hakkında bilgi sahibi iseniz, Tanrıya/Allah’a koşulsuz bir sevgi ile bağlı olmanız öğütlendiği ve başınıza her ne gelirse gelsin bu sevgiyi gölgeleyecek hisler beslememeniz gerektiğini bilirsiniz. Her ne olursa olsun, şükretmeli, teşekkür etmeli ve sabretmelisinizdir. Yürekten inanan biri size bunun nasıl bir şey olduğunu açıklayamaz, kendiliğinden ve koşulsuz bir durumdur bu, sorgulanmaz, yargılanmaz. Bir kabul ediştir sadece. Elbette sadece şekil ile hareket edenleri kastetmiyorum. Tarihte pek çok örneğini göreceğiniz “ilahi aşk” denir bunun adına koşulsuzdur. O ve onun yarattığı her şeyi “neredeyse” koşulsuz sevebilme gücüdür.
Bizler sevgiyi daha çok karşımızdaki insana katlanma potsnsiyelimiz ile ölçeriz farkında olmadan, bir insanın her yaptığına ne kadar “gönüllü” katlanabiliyorsak, o insanı o kadar seviyor ve değer veriyoruz anlamına gelir bizim için. Katlanamıyorsak, yapabiliyorsak çeker gideriz, ya da kurtulmanın yollarını aramaya başlarız. Aşkta da çekip gidebiliriz, ama aşkımız bizimle gelir yüreğimizde. Kurtulabileceğimiz tek şey aşık olunanın fiziki varlığıdır, aşkı değil.
Deliler gibi aşık olupta, bir arada olamayan da pek çok insan yok mu tarihte, hayatınızda? O halde aşk katlanılabileceğimiz insan koşulu da taşımaz.
Gerçekten garip bir şeydir aşk, bazen taklitleri olur, yani yüreğimizdekini aşk sanırız ama değildir. Belki bu yüzden aynı ömürde birden çok kez, birden farklı insana aşık olabiliyoruzdur ya da gerçekten güçlü bir koşulsuz sevme potansiyelimiz vardır. Bence ikincisi daha doğru, hepimizin deneyimleyebileceği, her an başımıza gelebilecek kadar kolaydır aşık olmak, ama kime, nerede, ne zaman olacağını biz seçemeyiz. Kimi koşullu, kimi koşulsuz sevebileceğimize yüreğimiz karar verir. Ona boşuna vücudumuzdaki beyinlerden biri demiyorlar, bence tek başına aşk bile onun bir başka beyin olduğununun göstegesi.
Aslında belki de herşeyin mantıklı olması gerekmiyor olduğunı görmemiz gerekiyor sadece. Tecrübe, bilgi, algı veya benzeri şekilde bilinçli ya da bilinçsiz şekilde eğittiğimiz zihnimizin uygun görüp, görmediğinin her zaman önemli olmadığını farketmliyiz belki de.
Aşk her birimizin hayatına bir şekilde uğramış veya uğrama potansiyeline sahip ise, o zaman bunun bir nedeni olmalı. Zihnimiz her zaman yüreğimiz adına doğruyu bilemez. O kendi doğrularını seçer ve belki de sevebileceğimiz insan modeli dışında birine aşık olabilmişsek, belki de kendimizi yeterince keşfedememiş veya doğru tanımıyoruz anlamına gelebilir bu.
Yani bize öğretilen, toplumun şart koştuğu, sorgusuz kabullettiğimiz, bilincimize işlenmiş ve çoğunu düşünmeden yaptığımız bunca şey varken aslında aşk bize gerçekte kim olduğumuzu göstermeye çalışıyor olabilir mi?
Bence düşünmeye değer, zihniniz izin verirse tabi?