Çocukluğunda çevresindekilerin ailede kimseye benzemediğini söylemesi ile başlayan kafa karışıklığı eğlenceli bir maceraya neden olmuştu.
Henüz okula başlamadığı yıllarda, bu söylemlerin yarattığı endişeyle annesine; “Ben neden size hiç benzemiyorum?” diye sormuş.
Annesi ise yorgun bir günün ardından beklemediği bu soru karşısında; “Seni çingenelerin torbasından aldık!” deyivermişti.
Annesinin bu geçiştirme cümlesi ile başlattığı macerayı tahmin etmesi o gün için imkansızdı.
Çevrenin sürekli kime benzediğini sorgulaması ve annesinin “çingenelerden aldık” ifadesi üzerine, gerçek ailesini aramanın peşine düşeceği kimsenin aklına gelmemişti.
İçinde kayıp bir çocuk olmanın derin üzüntüsü ile yaşarken, ailesinin kardeşi ve onu, tanıdıkları komşu sinemaya bırakıp, gezmeye gitmeleri her şeye tuz biber olacaktı.
O dönemin meşhur aktörlerinden Ayhan Işık’ın filmleri sinemada dönüşümlü olarak gösteriliyordu.
İki kardeş aileleri dönene kadar daha önce de bir kaç kez bu sinemada beklemişlerdi. Sinema sahibi sıkılmasınlar diye iki küçüğü biletsiz salonun önündeki koltuklara oturuyor, peşpeşe gösterilen filmleri izlemelerine izin veriyordu.
Henüz evlerde televizyonun olmadığı dönemlerde sahip oldukları bu ayrıcalık büyülü bir deneyimdi. İkisi de film boyunca gözlerini ayırmadan perdeye bakıyorlardı. Aileleri geciktiğinde, ikinci seansın sonunu göremeden koltuklarda uykuya dalıyorlardı.
O gün yine sinemaya bırakılacaklarını duyunca ikisi de çok sevinmişti. Salon kararıp, ağır ve büyük perdeler açılınca, gözlerini perdeye dikip izlemeye başladılar.
Film, kızını arayan acılı bir babayı anlatıyordu. Filmin başında mutlu bir aile tablosu yaşanırken, küçük kız ortadan kayboluyor ve aile perişan oluyordu.
Filmin en duygusal sahnelerinden birinde Ayhan Işık onu çingenelerin kaçırdığını öğreniyor ve gözleri dolu dolu;
“Kızımı çingeneler kaçırdı, onu bulmak istiyorum.” diyerek ağlıyordu.
Küçük bir kızın; “Benim sizin kızınız, benim!” diyerek bağırması herkesi filmden koparmış olsa da, bir iki gülüşmenin ardından o küçük kız hariç herkes yeniden filme dalmıştı.
Küçük kızın çığlığı Ayhan Işık’ın babası olduğuna inandığı andı oysa.
Evet o Ayhan Işık’ın kızıydı. Çingeneler onu kaçırıp babasından ayırmıştı. Şimdiki ailesi onu çingenelerden alınca, zavallı babası izini kaybetmiş acılar içinde onu arıyordu.
Bir an önce babasını bulmalı ve iyi olduğunu söylemeliydi. Film bitene kadar kıpır kıpır zor oturdu koltukta. Kardeşine bu acı gerçeği şimdi açıklayıp onu üzmek istemiyordu. Zaten o çığlık attığı sırada oğlancık derin bir uykuya daldığından olanları farketmemişti.
Filmin sonunda sinema sahibi onları ailelerine teslim etti. Neyse ki yaşanan bu küçük olaydan hiç bahsetmedi, belki o da farketmemişti. Küçük kız hiç sesini çıkarmadı. Onu büyüten bu iyi insanları heyecanlandırmanın gereği yoktu. Nasılsa babasını bulunca, o gelip herşeyi anlatırdı.
İçi içine sığmadığından eve döner dönmez en iyi arkadaşı Bengü’lerin kapısına koştu. Olanı biteni bir solukta anlattı.
Bengü sessizce dinledikten sonra, gözlerini kocaman açarak; “İki apartman aşağıdaki binanın adı Işık biliyor musun? Belki de senin babanın evidir orası!” deyiverince iki kız hayatlarının macerasına başladılar.
Bu defa Bengü’nün annesinden izin alıp, koşa koşa Işık Apartmanı’nın önüne gittiler. Henüz ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Öncelikle bekleyip, binaya girip çıkanları takip etmenin en doğrusu olduğuna karar verdiler. Kapı giren çıkan herkesin yüzü ile onun yüzü arasında bağ kurmaya çalıştılar bir süre. Aslında son giren genç kadının gözleri ve burnu onunkine benziyordu.
Bu bina kesin ailesine ait olmalı, o genç kadında yakın bir akrabası, teyzesi filan olmalıydı. Annesi olamazdı, çünkü filmde annesini de görmüştü. Teyzesi olabilecek kadının hangi dairede oturduğunu öğrenmek için takip ederek daireyi tespit etmeye karar verdiler. Artık geç olduğundan orada daha fazla bekleyemezlerdi.
Bir kaç gün sonra Işık Apartmanı önünde geçen uzun saatlerin ardından, genç kadını yeniden gördüler. O apartmana girer girmez peşine düşüp, hangi daireye girdiğini tespit ettiler. Işık Apartmanı, dokuz numara. İşte ailesinin evini bulmuşlardı.
Kadın kapıyı kapatıp içeri girince, sessizce merdivenleri çıkıp kapının önüne geldiler. Bu kapının ardında onu bekleyen ailesi ve hayatı olduğunu konuşup, iyice heyecanlandılar.
Bengü kapıyı çalıp kendini tanıtmalısın diye ısrar etti. Cesaretini toplayamayınca birlikte aşağı inip, başka zaman denemeye karar verdiler. Nasılsa evi bulmuşlardı. Hem teyzesi sandıkları kadın, teyzesi olmayabilirdi.
Apartmanın girişine döndüklerinde dokuz numaralı posta kutusunun kapağını aralık gördüler. Bu defa akıllarına babasının gönderdiği mektupları bulabilecekleri düşüncesi geldi. Böylece kadını araya sokmadan doğrudan ona ulaşabilirlerdi.
Parmak uçlarında doğrulan Bengü dokuz numaralı kutunun kapağını aralayınca bir kaç mektup yere düştü. Hemen eğilip dökülen mektupları topladılar ve kimseye görünmeden binadan çıktılar.
Henüz okula gitmedikleri için okumaları yoktu, Bengü apartmanın adını babasından duymuştu. Ona kadar sayıları bildikleri için daire numarasını okuyabilmişlerdi ama ellerinde sımsıkı tuttukları bu mektupları kim okuyacaktı şimdi?
Eğer babası onu arıyorsa, mutlaka onun için mektuplara para koyuyor olmalıydı. Kızının çingenelerin elinde perişan olmasını istemezdi elbette. Çingenelerin elinden, başka bir aileye gittiğini bilmiyordu ki? O halde mektuplarda para var mı diye bakıp, sonra onları kutuya geri koyabilirlerdi.
Aceleyle zarfları açıp içlerine baktılar, yazı dolu kağıtlardan başka bir şey yoktu. Yine sessizce apartmana girip açık zarfları posta kutusuna bıraktılar. Bunu her gün yapmaları gerekiyordu.
Ertesi sabah heyecanla Bengü’lere gideceği sırada, annesi o gün köye babaaannesinin yanına gideceklerini söyleyince başından aşağı kaynar sular indi. Köye gidip bir hafta orada kalacaklardı, babaannesi onları çok özlemişti.
Bengü’ye bile haber veremeden, çıktılar evden. Babasını arama macerasına bir hafta ara vermesi gerekiyordu.
Köyde geçen haftanın ardından eve döndüklerinde, sabah uyanır uyanmaz hızlıca kahvaltısını yapıp sokağa fırladı. Bengü bir haftadır ondan haber alamayınca yine çingeneler kaçırdı sanıp, paniğe kapılmış. Sonra annesinden köye gittiklerini duyunca rahatlamıştı. İki küçük kız kapı aralığında fısıl fısıl konuştuktan sonra, Işık Apartmanı’nın önüne koştular.
Pencerelerinin ön cepheye bakan dokuz numaralı dairenin camındaki koca ilanı görünce şoka girdiler. Bu ilanı daha önce kendi binalarında boşalan daireler satılığa çıktığında da görmüşlerdi.
Işık Apartmanı, dokuz numaralı daire boşaltılmış ve satılığa çıkmıştı. Onu buralarda bulacağından ümidi kesen teyzesi başka yere taşınmış olmalıydı. Hem de ona bu kadar yaklaşmışken. Bir anda hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bengü ona ailesini bulmak için başka yöntemler de bulabileceklerini söylese de. O hayatında eline geçirdiği en iyi fırsatı kaçırdığını düşünüyor. Babasının onu hiç bulamayacağını haykırıp ağlıyordu.
Arkadaşının haline çok üzülen Bengü’nün olan biteni annesine anlatması sonucu, kadıncağız ertesi gün soluğu onların evinde almıştı.
Bir gün önce gözleri kıpkırmızı eve dönüp, hiç açıklama yapmadan uyuduğu için annesi ne olup bittiğini anlayamamış. Bengü’nün annesini kapıda görünce en iyi arkadaşı ile kavga ettiklerini sanmıştı.
Komşusunun anlattıklarını dinledikçe annesinin yüzünde oluşan o karışık ifadeyi hiç unutmayacaktı. İki kadın bütün gün onu Ayhan Işık’ın kızı olmadığına ikna etmeye çalıştılar. Sonunda hastanede doğduğu gün çekilen fotoğrafı göstermişlerdi. Yine de fotoğraftaki bebeğin kendisi olduğuna baştan ikna olmamış. Annesi göz yaşlarına boğulup ona sarılınca, ancak gerçek annesinin böyle sevebileceğine ikna olmuştu.
Şimdi ne zaman Ayhan Işık ile ilgili bir şey duysa veya görse gözleri dolar, kendisine ve annesine ettiği bu komik işkenceyi hatırlardı. Tabi baba yerine koyduğu ünlü yıldıza içinden dualar ederek.
(Gerçek bir hikayeden alınmıştır)