Sonbaharda ağaçların sararıp solduğu gibi solmuş. Tüm renkleri dökülmüş. Toprak gökkuşağının tüm renklerini sonraki bahara kadar içine saklamış gibi hissediyordu.
Her şeyin güzel olacağını hayal ederek yaşamak güzeldi de, hayaller kırılınca insanın canı çok yanıyordu gerçekten.
Hayal kurup, kırılınca da mutlu olmanın bir yolu var mıydı acaba?
Bir bardak çayda çok güzeldi, düşüp kırılırsa ikinci bardağa geçiyordu insan.
En çok kırıkları toplayıp, dökülen çayı temizliyordu o zaman. Sürsün, sürsün yarım saat olurdu o da.
İnsanın hayalleri kırılınca midesine kramplar giriyor, gözleri yanıyor, toplayımda ikincisine geçeyim diyemiyordu öyle yarım saatte.
Şimdi böyle söyleyince yapılmaz gibi gelmedi. Çayından bir yudum aldı.
İyice kararan hava, yanan gözlerine uyku yüklese de, uyumaya çalıştıkça o da kaçıveriyordu birden. Neyi tutsa kaçıyordu belki de.
Şöyle azıcık içi geçse, bütün kasları gevşerdi biliyordu.
Zihni oradan oraya sıçrarken, düşünceleri kırık hayal parçalarından uzaklaşıyor. Sonra sanki cezası varmışta, acıyı çekmesi şartmış gibi üşüşüyorlardı yine.
O mu çağırıyordu onları geri, merak edip mi dönüyorlardı gittikleri uzaklardan bilmiyordu.
Dişlerini sıkmaktan hissettiği sızı artınca, ağız kaslarını gevşetiyor. Düşünceleri horon tepmeye başlayınca, yine kenetleniyor, sızlıyordu diş etleri.
Gözleri, midesi, dişleri, etleri, yüreği, ruhu sızlıyordu. O kocaman ağlama düğümünü boğazında tutmaktan boğazı da sızlıyordu.
Hiç bir zaman, boşverememişti bir şeylere.
“Geçer nasılsa” diyemiyor, bir an önce geçsin istiyor. Geçene kadar hayatı beklemeye alıyor, sonunda illa ki hasta oluyordu.
Bazı insanların, hüzün ve acıyı sevdikleri için mutlu olamadıklarını duymuştu. Her şeyden hüzün üretebiliyorlardı onlar. Uçan bir kuştan, mavi bir gökyüzünden, hatta gülümseyen bir çocuktan bile.
O öyle biri değildi ya da olmadığını sanıyordu ama yanılıyordu belki.
Bardağına uzandı, bitmişti. Yerleştiği yerden kalkıp çay almak gözünde büyüdü
“Keşke daha büyük bir bardağa doldursaydım” diye düşündü.
Evde neyi kırıp dökse, sevinen bir arkadaşı vardı.
Ortalık ne kadar batarsa batsın ,“Oh iyi oldu nazar çıktı!” ya da “Maşallah bolluk geliyor, kısmetler taşacak İnşallah!” diye sevine sevine dökülüp saçılanı temizleyişi geldi aklına.
Zaten neden şikayet etse, o sevinecek bir yan bulurdu. Şimdi tam da öyle olabilmeyi çok isterdi doğrusu. Hayaller kırılıncada nazar çıkıyor muydu acaba?
Kuşlar penceresinin önünden bir sağa, bir sola sürü halinde geçmişlerdi sabah. İki gün önce şarkılar söyleyerek gökyüzünde danseden bir kırlangıç sürüsü görmüştü mesela.
Arkadaşı gibi olsaydı “Müjdeli haberler geliyor çok şükür!” diye sevinirdi ne güzel.
İçinden bir sevincin gölgesi gelip geçti sessizce. Olur muydu acaba?
Belki de insanın kendi ağzından çıkan güzel sözlere ihtiyacı vardı.
Gözlerinin her gördüğünü güzelliklere dönüştüren bir gücü, ağzınında onun şakşakçısı olmasını çok isterdi.
O zaman zihni ve yüreği, tüm olanlara rağmen, mutlu olurdu belki de. Kulaklarla, burunu saymassak, başka haber kaynağı mı vardı sanki onların
Birden kendini mutluluğun anahtarını bulmuş gibi hissetti.
Hayallerin kırılırken yarattığı şu ağırlık olmasa, bu düşünceye kapılıp mutlu olurdu aslında.
Gözlerinin güzel, sıcak bir çaya ihtiyacı vardı, ağzının da çayın çok güzel olduğunu söylemesine. Dönüp boş bardağa baktı. Kalkamadı, dönüp dışarıyı seyretti.
Karşı apartmanın önündeki ağacın kalan son yapraklarının sarısı bile ölmüştü. Önce rengi, sonra kendileri ölüyordu demek yaprakların. Derin bir iç geçirdi.
Yeniden ayağa kalkabilmek için düşünmesi gereken yaprakların ölümü değil. Tükenen her şeyi bir ağaç gibi teslim edip, yeniden yeşermek için sabırla beklemekti.
O da biliyordu, günlerden bir gün, bu hüzün ve sızıdan eser kalmayacak, baharda yeşeren bir ağaç gibi, yeni hayallerin peşinden gidecekti.
Bu hayalin zamanı dolmuştu demek, tükenmişti.
Hayallerin bile güncellenmesi gerekti belki. Hayat, insan, mevsimler, her şey değişirken hayalin olduğu gibi kalmasını beklemek haksızlık değil miydi?
Yine dönüp boş bardağa baktı, çay ocağın üzerinde mis gibi kaynıyordu. Şimdi ona, dünyanın öbür ucunda gibi gözükse de, doğrulsa biraz sonra sıcak güzel bir çay yudumluyor olacaktı.
Hayalleri kırılınca, yaşamıda bu bardak gibi bekletiyordu demek.
Her şey ertelenmiş, geç kalınmış gibi hissediyordu sonra. Çay da bayatlıyordu.
Doğrulması yeterdi. Kocaman bir iç daha geçirdi. İnsanın kendini ikna etmesi ne zordu sahiden.
“Haydi yeter, bardak soğudu çayın tadı kaçacak!” diye hamle yaptı koltuktan.
“İşte yeniden başlıyoruz! Bu hayal kırıldığına göre, nazar çıktı kesin. Çayımı alayım, sağa sola uçuşan her kuşun neyin müjdecisi olduğunu bulma oyunu oynayacağım. ”