“Türkiye‘de ise her 100 çocuktan 15’i 18 yaşından önce evlendiriliyor.”
Doktorun acıyarak bakan gözlerinden rahatsız olan Fatma “İyi mi Demir öğretmenim?” dedi kızına sımsıkı sarılmışken.
“İyi sanırım ben de bir yıl önce gördüm en son, telefonla konuşuyoruz arada. Söylerim karşılaştığımızı”
“Yok söylemeyin” dedi Fatma başı önüne eğildi hemen, “O böyle olmamızı istemezdi!”
“Mecbur kalmışsın belli!” dedi doktor iç çekerek.
“Onun kaderi bana benzemesin diye Duygu koydum adını!”
Doktorun içi sızladı, Fatma’nın kucağında annesinin boynuna sımsıkı sarılıp iç çeken çocuğun saçlarını okşadı.
“Senin için yapabileceğim bir şey var mı?” dedi çekinerek Fatma’ya. Böyle yerlerde yanlış da anlaşılabiliyordu destek teklifleri o yüzden doğrudan soramıyordu. Bir kaç kez şikayet gelmişti doktorun ilgisinden olayı.
“Kızımı kurtarmak istiyorum doktor!” dedi fısıldayarak Fatma, “Bana yaptıkları gibi oyundan koparıp gelin etmesinler onu da!”
“Bak Fatma!” dedi doktor onun önünde diz çöküp aralık kapıdan dışarıyı kontrol etti göz ucuyla. Sanki Duygu’nun sırtını dinliyor gibi yaptı steteskopun ucunu kızın sıyırdığı sırtında gezdirerek. Çocuk tedirgin olup daha bir sarıldı annesine, “İstanbul’da ve Ankara’da bazı arkadaşlarım var. Kızınla oraya gidersen seni korur kollarlar.”
Fatma heyecanlandı doktorun söylediklerini duyunca.
“Nasıl gideceğim oralara?”
“İşte onu ayarlamak gerek, kabul ediyorsan bir sorayım akşam. Buradan konuşulmuyor böyle şeyler. Duygu’da Ankara’da anneannesinin yanında, orayı tercih edersen o da yardımcı olur size.”
Duygu’un genç kız halini gözünde canlandırdı Fatma elinde olmadan, kendi halini düşününce mahcup oldu. Kendi Duygu’su okuyacaktı adaşı gibi inşallah.
“Çiftlikten çıkarmıyorlar beni. Kızımı elletmiyorum, kimseye vermiyorum. Deli olmamak için deli taklidi yapıyorum!”
“Çok akıllı bir kızdın sen! Yazık etmişler” dedi doktor doğrularak, “Nasıl ulaşacağım bir daha sana!”
“Bilmiyorum!”
“Çocuğu getirsen yeniden!”
“İnşallah, durduk yere çıkarmazlar öyle ama denerim!”
“Dur bir dakika!” dedi doktor, dolabı açıp çantasından bir kart çıkarttı. Masasından küçük bir not kağıdı yazdı adını soyadını telefonunu ekledi ve uzattı Fatma’ya “Bu kart bahsettiğim Ankara’daki yerin kartı, olur başın sıkışır, bana ulaşamazsan buraya varmanın bir yolunu bul tamam mı?”
Doktor Gülce hanım bu kasabada olmasa da, uzun yıllardır bu bölgede çalışıyordu. Öğretmeni Demir beyin izini de bu sayede bulmuştu. Önce öğretmeninin izini bulmuş sonra arkadaşlarına haber vermiş, onlar da Gülce hanımın organizasyonu ile bir araya gelmişlerdi. Demir öğretmen aynı Fatma’lara yaptığı gibi onlara da okumanın öneminden, köy ensititülerinden, kızların özellikle okuması gerektiğinden bahsederek mezun etmişti hepsini. Onun sayesinde hemen tüm sınıf idealist gençler olmuşlardı. Gülce ailesinin itirazına rağmen bu bölgede görev almak istemişti. Şehirdeki kadın destekleyen tanıdığı kurumlar ile iletişimde kalarak elinden geldiğince şansını kaybettiğini sanan kadınlara eli uzatmaya çalışıyordu. Bu yüzden görev yerini bir kaç kez değiştirmek zorunda kalmıştı. Tıpkı bir zamanlar köy enstütülerini türlü eşitsizlik ve ahlaka aykırılık bahaneleri ile kapatılması gibi şimdi de kız çocuklarını değil bir mal gibi alınıp satılmaktan kurtarmak, azıcık bilinçlendirmek için konuşmak bile suç sayılıyordu. Gülce hanım ve ailesi tehditler alsalar da ideallerinden vazgeçmemişlerdi. Kızını üniversiteye hazırlanma bahanesi ile şehire annesinin yanına gönderen Gülce hanım, eşi ve on dört yaşındaki oğluyla mesleği sayesinde fark ettiği Fatma gibi kızlara yardım elini uzatıyordu. Artık insanların huylarını öğrendiği için kızları korkutmadan ve çevreden dikkat çekmeden yapmaya gayret ediyordu tüm bunları. Çocuklar öyle baskılanıp, korkutuluyorlardı ki, böyle bir şeyi değil hayata geçirmek, akıllarından geçirmeye bile korkuyorlardı.
“Köy enstitüleri neden kapandı öğretmenim?” demişti bir keresinde Fatma sınıfta.
“Köylerde insan yetiştirecek öğretmenlerin olmasını istemediler. Eğer köylü eğitim alır, bilinçlenirse o zaman istedikleri gibi yönetemezlerdi. Eğitimli insanı kandırmak zordur, kafası çalışır eğitimli insanın, sorgular. Aklıyla değerlendirmeden hayata geçirmez. Her duyduğuna, ona her söylenilene körü körüne inanmaz. Akıl arar, bilim arar, güven arar. İstemediler tüm bunların olmasını. Hükmedenlerin toplumda ayrımcılık yaratarak düşman yaratmaları adettir. İnsanlar ait olduklarını hissettikleri, siyasi ve kültürel gruplarla bir olup yaratılan bu düşmanla mücadele halinde olmaktan hoşlanır. Bu anlamda yapılan propagandalarla kolayca her şeye ikna olurlar. Köy enstitülerinden kendilerinde zarar görenler de, onları böyle bir düşmana çevirerek halkın ve hükümetlerin gözüne soktular. Kapatarak da bir zafer kazanıp, düşmanı yendiler. Her şey olmasını istedikleri gibi devam etti. İnsanların gözü açılmadı, ellerindeki her kozla onları kandırıp, kullandılar. Azıcık gözlerini açacak olsalar yeni düşmanlar yaratıp, dikkatlerini dağıttılar.” diye cevap vermişti Demir öğretmen.
Çoğu zaman kendini kaptırıp çocuklarından anlayacağının üzerinde şeyler anlatması Fatma’nın ona daha çok hayranlık duymasına neden olmuştu her zaman. O kadar çok şey biliyor ve bu bilgi ile o kadar güçlü duruyordu ki öğretmeni, Fatma’da okursa bütün dünyayı karşısına alsa da onları yenebilirmiş gibi hissediyordu her zaman. Ancak onu ahırdan alıp da kırmızı rugan ayakkabılar alacaklarına kanacak kadar saf olduğunu öğrenmişti sonradan acıyla. Bu o kadar ağır gelmişti ki, tüm özgüveni kaybolup gitmişti avuçlarından. Aslında bir hiç olduğunu, ne kadar büyük hayalleri olursa olsun bunları hiç bir zaman gerçekleştirmesine izin verilmeyeceğini öğrenmişti. Duygu dünyaya gelene kadar hiç umut beslememişti geleceğe dair. Bundan sonra hayatın hep böyle devam edeceğini artık hayalleri olan o çocuk yerine, yaşarken öldürülmüş bir kadın olduğunu kabul etmişti. Bir kızı olduğunda bu tekrarlanan kadere onun için direnebileceğini hissetmişti yeniden, okuyup karşılarına çıkamasa da kızı için gücü yettiğinde dikilmişti karşılarına. İnsanların delilerden korkup çekindiklerini çiftlikteki deli Ahmet denilen adamı görünce fark etmişti. Saldırganmış gibi dursa da sadece bağırıp çağıran bu adam, sabahtan akşama kadar ona buna bir şeyler için kızarak dolaşıp durur, çiftlikte kadın erkek dinlemeden herkesin olduğu yerlere girip çıkardı. Bağırıp, vuracakmış gibi yaptığı için herkesin uzak durduğu Ahmet, ağanın akrabası olduğu için de her gün aynı şeyleri tekrarlayarak yaşamına devam ederdi. Fatma onun gibi bağırarak insanları korkutmayı denediğinde, ilk önce başaramadığını sanmış ama sonra onu delirtmemek için alttan almaya başladıklarını fark edince üzerlerine gitmeye başlamıştı. Adam gibi saldırgan ve kızgın görünemese de, kendini yerden yere atıp, çırpınarak yaklaşırlarsa onlara zarar verecekmiş hissi yaratıyordu. Ona bulaşıp, ortalığı alevlendirmemek için de herkes ondan uzak duruyor, ne ona, ne de kızına bulaşmamaya çalışıyordu. Bir tek Saime farkındaydı onun deli falan olmadığının. O yüzden bir tek o korkmuyor, yeğenini sürekli onun yanına getiriyordu. Ablası kızına bir zarar verecekler diye korksa da, öyle bir şey olmayacağından emin olduğunu söylüyor yine ikna ediyordu hepsini. Vahide okula başladığı için artık eskisi kadar gelemiyordu. Fatma yakında onu da arsa, tarla karşılığı bir adama vereceklerini düşünüp içi yanıyordu ama kendi kızını delilikle zar zor şimdilik korurken bir de Vahide için ne yapabileceğini gerçekten bilmiyordu. Vahide’nin anne ve babasının her kızın kaderi olduğuna inandıkları bu hallere bir itirazları olmayacağını biliyordu. Vahide annesi ve onun annesi büyük ihtimalle onun da annesi gibi çocuk yaşta kocaya verilecekti. Bir kız doğurursa o da kızını çocuk yaşta verecekti.
(devam edecek)