Henüz kar yağmamıştı ama kış iyice kendini hisettirmeye başlamıştı. Kalın giyinmeyi sevmediği için nihayet şifayı kaptığını hissediyordu. Neyse ki haftasonuna girmişlerdi.
O sabah günlük uyanma saati geldiğinde gözlerini açmış. Vücudunda kalkacak dermanı bulamayınca biraz hayal kurmuş ve yeniden uykuya dalmıştı.
Uyandığında öğlen olmuştu ama hâlâ kalkacak kadar enerjisi yoktu. Yine de günü yatakta bitirmeyi sevmediğinden ağır ağır kalkıp mutfağa gitti ve bir kahvaltı hazırladı kendine.
Nereden aklına gelmişse çocukluk aşkını düşünerek uyanmıştı.
“Acaba rüyamda mı gördüm?” diye düşündü, hatırlayamadı.
Onunla yaşadıklarına pek aşk denemezdi ama yine de yıllarca unutmamıştı. İnsanın ilk deneyimlerini unutması zor oluyordu herhalde.
Hapşuruklar arka arkaya sıralanmaya başlayınca, durumunun ilaçsız geçmeyeceğine karar verip bir soğuk algınlığı ilacı ve ağrı kesici içti.
Kahvaltıyla birlikte ayılacağını düşünmüştü. Kalktığındaki halsizlik hâl devam ediyordu. Boğazındaki hafif yanma ve başının içindeki sinsi ağrı günün çoğunun dinlenerek geçmesi gerektiğinin habercisi gibiydi. Akşama dışarı çıkması gerektiğini de hatırlayınca, ilaçların yanına bir de vitamin ekledi.
Kendini hasta hissettiği için mi ona öyle geliyordu ama sanki ev de her zamankinden soğuktu. Oysa havalar soğuduğundan beri yanan kaloriferler sayesinde bir aydır penyelerle geziyordu içeride. Gidip sokak kapısının yanındaki kalorifer borularını kontrol etti.
Merkezi ve yerden ısıtma olduğundan evin herhangi bir yerinde radyatör yoktu. Borular buz gibiydi. Demek hasta olduğu için değil, ev gerçekten soğuk olduğu için üşüyordu. Kim bilir ne olmuştu yine? Ya bir arıza vardı, ya da aidat toplamakla ilgili sorunlar yüzünden henüz kışın başında para bitmiş ve gaz alınamamıştı. Apartman görevlisini arayıp sorayım diye düşündü ama niyeyse canı hiç istemedi.
Nasılsa bütün günü battaniye altında yatarak geçireceğe benziyordu. Bunun için ekstra sıcaklığa ihtiyacı yoktu. Mutfak sandalyesinde oturacak hali kalmadığını anlayınca boğazı yumuşasın diye ısıttığı ballı sütünü alıp, salondaki en rahat koltuğa geçti. Sırtındaki her kası hissediyormuş gibi geliyordu.
Gerçekten iyi ki haftasonuydu. Yoksa bu halde işe gitmek gerçekten eziyet olacaktı. Şimdi istediği gibi dinlenebilir, hafta başı olmadan da kendine gelecek fırsatı bulurdu.
Elinde süt fincanı ile açık perdelerden dışarıyı seyretmeye başladı. Aniden başlayan davul zurna sesine bakılırsa birileri evleniyor ya da askere uğurlanıyor olmalıydı. Buralarda çok sık rastlanan bir durum değildi bu ses. Başının ağrısına rağmen böyle düşününce rahatsız olmadı sesten. İnsanların mutlu olmaya da ihtiyaçları vardı. Biraz eğlencenin kimseye zararı olmazdı. Saatlerce sürmeyeceğini umuyordu yine de.
Yine çocukluk aşkı geldi aklına. Onunla yıllarca görüşmemişler ve sonra yeniden bir yerlerde karşılaşıp görüşmeye başlamışlardı.
Nedense çok mutlu olduğu zamanlarda değil de, kendini iyi hissetmediği zamanlarda hatırlıyordu onu. Belki de çocukluğuna dair mutluluk anılarını harekete geçiyordu zihni böyle zamanlarda.
İnsanlar sadece çocukken koşul aramadan mutlu olabiliyorlardı çünkü. Arada bir görüştüklerinde ona bir şeyler hissettiğini düşünüyordu ama yıllar içinde ikisi de çok değişmişlerdi.
O üzerine düşmediği sürece hep geride durduğunu farketmişti. O aramassa aramıyor, o yazmassa yazmıyor, o üzerine düşmesse ilgilenmiyordu. Gerçi yapı olarak hep sessiz biriydi ama bir yetişkin olarak bir şeyi istediğinde adım atacak kadar cesareti olurdu herhalde.
Yapmadığına göre, kendisinin yanıldığı ortadaydı. Bu yanılgı başkalarına ilgi gösterdiğinde iyice harekete geçiyor, kıskançlık hissetmesine bile neden oluyordu.
Böyle zamanlarda klasik kadın dürtüsüyle, geri çekiliyor, soğuk davranıyor, ilgilenmiyormuş gibi yapıyordu. Şimdi düşününce bu halinin ne kadar dengesiz göründüğünü düşünüp gülümsedi. Hâlâ bir çocuk gibi küsüyor, barışıyordu. Kendisinden başka kimsenin bilmediği ve anlamlandıramayacağı bu garip halleri de kim bilir ona ne mesajlar veriyordu.
O zamanlar çıkmaya başladıktan hemen sonra, onu gerçekten sevip sevmediğini anlamak için ayrılmak istediğini söylemişti. Bu tamamen kendini kadınca bir garantide hissetme dürtüsüydü elbette. Sadece blöf yapıyordu. “Neden?” bile demeden, hemen kabul edeceği aklına gelmemişti.
“Olur!” kelimesini duyar duymaz yaşadığı şok hâlâ aklındaydı.
Bu kadar sorgusuz bir şekilde ayrılığı kabul etmek, onu hiç sevmediğini ya da laf olsun diye birlikte olduklarını gösteriyordu. O kadar bozulmuştu ki, yıllarca acıtan bir hayal kırıklıklığı olarak kalmıştı yürğinde.
Belki de bunca yıl, onun bu “Olur!” kelimesinden pişmanlık duyduğuna inandırmıştı kendini.. Bir gün mutlaka anlayacaktı yaptığı hatayı ve pişman olacaktı.
O gün “Ayrılalım” dememiş olsa neler yaşayacaklarını ikisi de hiç öğrenemeyecekti.
Ona olan ilgisi bu hayal kırıklığının sonucuydu herhalde. Hâlâ kırılan onurunu tamir edecek bir bahane arıyordu kendine.
Bunca yıl sonra pek sağlıklı bir ruh hali değildi bu düşündükleri.
Hayatında sevdiği pek çok insan olmuştu ondan sonra, hatta birini gerçekten çok sevmişti.
Yıllar sonra “Olur” kelimesinde takılan bir zihinle algı üretmek saçmalıktı.
Bu hastalık anları, kendine dönmesi için fırsat oluyordu gerçekten. Diğer zamanlar sürekli meşgul olduğu için, durup kendini dinleyecek fırsatı bulamıyordu.
Hiç bir şey yapacak hali olmadığı zamanlar, zihni kendine dönüyor ve yaşam kurgularını gözden geçiriyordu sadece.
Kurguydu bunlar gerçekten. Akış içerisinde gerçekmiş gibi ruh hallerine bürünüyor, hatta diğer insanlarla bile yansıtıyordu bunu.
Bu günde bir kurguyu başarıyla anlamlandırmış ve çözmüştü kendi içinde.
“Belki daha çok hasta olmalıyım.” diye düşünüp güldü yine.
Biten sütün bardağını sehpaya bırakıp, kanepeye geçti uzanmak için. Gerçek olmasa bile onunla ilgili romantik hayaller üretmenin sakıncası yoktu herhalde.
İnsanlar hayal ettikleri sürece mutlu olabilirlerdi.
Uzanıp gözlerini kapattı.