Kendini bildi bileli hiç çok zayıf ya da hayal ettiği gibi bir bedene sahip olamamıştı. Yıllardır ara ara başvurduğu diyetlerle kilo kontrolü yapmaya çalışsa da, hiç birine düzenli uymayı beceremediği için, istediği gibi bir sonuca ulaşamamıştı.
Belki de asıl istediği zayıf olmak değil, hayattın tüm lezzetlerini kaçırmadan keyif alabilmekti. Gerçi lezzet sınıfında saydığı şeylerin sağlıklı bir insanın beslenme alışkanlıkları ile bir ilgisi yoktu ama, yine de onları yemekten garip bir mutluluk duyuyor, hatta canı istiyordu.
Bu tür yiyeceklerin içine beynin bağımlılık bölgesini tetikleyen bir madde koyduklarına dair çok söylenti duymuştu, bu yüzden belki son yıllarda şişmanlık beyindedir tarzında yazı ve kitaplar çoğalmıştı.
Bir yandan gıda sektörü kar elde etmek için beyninin merkezleri ile oynarken, öte yandan moda sektörü zayıf ve şekilli bir bedene sahip olmayı ilahi bir varlıkmış gibi sunarak sürekli bir rekabet halindeyken insanın işi çok zordu gerçekten. Her ikisinin de amacı daha fazla gelir elde etmekti. İkisi de insan için gibi durmuyordu bu durumda. Hayır modayı yakından takip eden biri değildi belki ama, görsel reklam panoları, sayfaları ya da görüntülerine baktığında “güzellik” tanımının belli bir beden ölçüsünde olmayla doğrudan ilintili olduğu bilinç altına işleniyordu sürekli.
Doğa, çevre ve benzeri için büyük bir mücadele veren insan kendi doğallığını pek umursamıyor gibiydi yarattığı algıya bakılırsa.
Belki de kar amacı güden hiç bir ismin algısına kapılmamak gerekiyordu ama bir yandan da algı yönetim teknikleri konusunda öyle hızlı ve etkili ilerlemeler sağlanıyordu ki, günlük hayatın içerisinde kendimize ait olmayan pek çok düşünceye farkıdalığı olmayan bir hamallık içerisinde yaşıyordu insanlar.
Bu da insan eğitiminde farkındalıkların köreltilip, ezber, sunulanı sorgusuz kabule kadar varıyordu elbette neden aramaya başlayınca.
Zayıflık ve diyetten dakikalar içinde eğitimin yetersizliği konusuna bağlanabildiğine göre düşünceleri, ya çok iyi bir savunma sistemi geliştirmişti ya da her şey artık öylesine iç içe geçmiş ve kilitlenmişti ki, bu kısır döngüden çıkmak için tüm düzenleri değiştirmek gerekiyordu.
Yüksek sesle bir kahkaha attı kendi kendine, sırf daha iyi bir bedene sahip olmak için eğitim sisteminin değişmesi gerektiği sloganı ile yola çıksa, kimbilir neler olurdu? Bu kadar dolaylı bir bağlantıyı basitçe insanlara kabul ettirebilecek bir algı yöntemi de var mıydı acaba? Buradan doğabilecek polemikleri hayal etti. Konu gündemde buharlaşan her konu gibi hedefine eremeden, bir kaç kurban verip, tartışmaya, eleştiriye sahne olarak hiç olmadık bir yere saplanıp kalır, sonra da unutulur giderdi.
Ne olursa olsun insanoğlu aslında kendisini kaybetmişti, zihninde besleyip büyüttüklerinin bile ne kadarının kendisine ait olduğunu bile farkında olacak bir şuurda değildi. Öğretilen, verilenler derme çatma bir iskele ile kafasının içine kurulmuş kalmıştı. Algı tuzaklarından kaçıp kurtulması için bir üst seviyeye atlaması gerekti belki ama, bu üst seviye yaşam ve düşünme tarzı ile ilgili bilgi yüklemelerine bakınca onların da kendi içlerinde moda, gıda ve benzeri sektörlerin durumundan pek farkı yoktu.
Resmi bunca tepeden bakıp değerlendirmeye yetecek bir beyni olması bunu yaşama geçirmesini de sağlamıyordu elbette. Kimbilir belki bu düşünceler bile bir zaman zihnine giriveren bir başkasına aitti. Doğrunun peşinde kendini daha çok kaybedecekti böyle giderse.
Sinirleri her bozulduğunda olduğu gibi midesinde bir kazınma hisetti. Mutfağa doğru giderken aynada bedenine takıldı gözleri, “güzellik” algısı ölçülerinde olduğu pek söylenemezdi. Buz dolabınım kapağını açıp sabah ucundan tırtıkladığı çikolata paketini açıp, ağzına bir parça attı.
Dilinin üzerinde hisettiği şey mutluluktu işte, bunca karmaşanın içinde en kolay ulaşılır mutluluğu kendinden esirgemek neyin diyetini ödemek olacaktı sanki?
“Dünyayı ben mi düzelteceğim?” savunmasını, bir parça çikolata ile tatlıya bağlamış, konuyu kapatmıştı işte.