Sınırsız

İçinde bir şehir dolusu insan vardı onun. Bir ülke, bir dünya belki de. Hepsine de benziyordu üstelik. Tüm insanlara benziyordu. Hatta bazen kedilere, köpeklere, kuşlara, ağaçlara, bulutlara bile benziyordu.

Toprağa da benziyordu, güneşe de.. Bu evrendeki her şeye benziyordu. Bazen o kadar çok ortak yön buluyordu ki, her şeyle arasında, kendisini kaybediyordu. Hem herşeyle bütün, hem her şeyden ayrıydı oysa o.

Bu bir kibir değildi, bir ayrımsama bazen, bazense bütünün parçası olma güdüsüydü herhalde. Hiç bir şey değildi en azından ama her şeyde değildi.

İçinde bir çocuk vardı örneğin, bir bilge vardı bazen, bazen bir kadın, bazen bir erkek, bazen bir kedi.

Bir adı olması bile ayrıcalık değildi. Hatta adına eklenen bir soyadı olması bile. Onlar bile ortaktı bir çok insanla.

Aynı bulutu görmüyorlardı belki dünyanın öbür ucundaki bir insanla. Aynı kuş değildi gökyüzünde uçan ama sonuçta ikiside aynı gökyüzüne bakıyorlardı. Yıldızlar her yerde başka değildi. Öbür yarım kürenin güneşi başka bir sisteme de ait değildi. Ayaklarının altındaki toprak ortaktı, aynı milyonlarca yılın hafızasını taşıyordu. Ne geçmişte yaşamış, ne de gelecekte yaşayan insanlar için bile değişmiyordu bu ortaklıklar.

Ölümlü olanlar gidiyor, nesneler eksiliyor, dönüşüyor ama aslında her şey aynı kalıyordu. Aldığı nefesi alan kaç kişi daha vardı. Geçmişten birinin verdiği nefese denk gelmediğini bilebilir miydi örneğin?

Kim çiziyordu bu sınırları? Kimdi herşeyi bölüşüp, sahip olmak isteyenler? Güneşi zaptedemiyorlardı işte;

“Senin sınırından benim gökyüzüme bakamazsın!” diyebiliyorlar mıydı örneğin.

Sınır çizdikleri toprakların altından veya üzerinden akıp giden sulara hükmedebiliyorlar mıydı ya da?

Geçmişte defalarca çizilip, bozulmuştu o sınırlar. İnsanoğlu sınırlar çizdikçe siliyordu tarih haberleri yok muydu? Dünyanın oluştuğu günden bu yana kimin çizdiği sınır kalmıştı toprakta. Komikti gerçekten bu sahip olma çabası.

Bedenlerimiz bile düşünce, duygu ve ruhumuzu sınırlayamıyorken, neyin sevdasıydı bu? Doğaya ve dünyaya aykırı her şey yok oluyordu bir bir. Hangisi sağlam kalmıştı insan eliyle maddesi var edilen.

Dünyanın bile kenarları, köşeleri yoktu. Yuvarlaktı işte. Neresinden sonrasına kim sahip çıkacaktı?

Bazen gerçekten insanların yarattığı düzen saçma geliyordu. Yıkılacağını bile bile giderek katılaşan düzenler kurup,  düşman ve isyancılar üretip, mızıkçı çocuklar gibi koşturup duruyorlardı dünya üzerinde.

“Benim” diyorlardı da başka bir şey demiyorlardı.

“Benim”, “Ben”.

Tarihte milyarlarca örneği olan bir türün içinde, “Ben” demek ne komikti.

Kutuplarda bir penguenin kalabılığın içide “Ben!” diye bağırdığını hayal etsenize.

Kimsenin, kimseden bir üstünlüğü yoktu işte. Eksiği, fazlası vardı elbette. Ama her şeyde bir parçamızın olmasının, her parçamızın bir şeye ait olmasının anlamı da buydu zaten. Tek farkımız yaratılış amaçlarımızdı diğer herşeyden.

Birimizde kırmızı ve mavi renk vardı örneğin, mor oluyordu. Diğerimizde kırmızı ve sarı vardı, turuncu oluyordu. Ortak kırmızıları, diğer mavi, mor ve turuncusu olanlar benziyordu. Milyonlarca renk tonu vardı ama ana renk dediğimiz kaç taneydi?

Boş işlerdi bunlar, ama günlük hayatın içinde kalabilmek adına da katlanıyordu. Herkesi ikna etmesi ya da bu düzenin içinden çıkıp gitmesi fiziken mümkün değildi. En azından düşüncelerini koruyabilirdi. Onlar hiç bir insanın çizdiği sınıra uymak zorunda değildiler. O yüzden sınırlar daima yok olsa bile, düşünceler binlerce yıl öncesinden günümüze gelebilmiyorlar mıydı zaten?

Binlerce yıl önce söylenmiş bir söz anlamlı gelebiliyordu bize, ama binlerce yıl öncesinden çizilmiş bir sınır anlamlı gelmiyordu. Çünkü üzerine karalama defteri gibi defalarca çizgi çekilmişti çoktan.

Bedenimizin sınırını çizen bile beynimizdi aslında. Beynimizde oluşacak ufacık bir kanamanın bütünlük algımızı yerle bir edebildiğini gösteren durumlar tesbit edilmişti. Hatta bu hali yaşayan bir nörologun anlattığı bir video izlemişti.

“Bedenimin sınırlarını bakarak ayırdedemedim” demişti bir kanama sonrasında.

Hepsi bir algıydı çünkü, tüm sınırlar bir algıydı.

Yoktular. Özgürlüğümüz sınırsız olduğu halde hep mahkum gibi hissetmemizi sağladılar.

Okyanusdaki bir damla da bizdik, okyanusta.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s