Ölümün insanlar için bir son olmadığına inanalı çok olmuştu, en azından ruhları için. Sonuç olarak bedenlerimizi bir elbise gibi giyip çıkarıyorduk. Belki de kafesinden havalanan bir kuş kadar hür hissediliyordu bu yüzden. Kimbilir belki de bambaşka bir hayata başlanılıyordu öte yanda. Belki etin ağırlığı olmadan yaşamak çok daha güzeldi. Bilemezdi tabi. Sadece böyle olduğuna inanmak istiyordu, gidenlerin boşluğu canını yakıyordu yoksa.
Fiziken eksilme önemli bir şeydi bu dünya için, belki de bu yüzden fani diyorlardı bu dünyaya. Madde olarak var olup, diğer maddelerle kurulan bir oyun parkı gibi.
Oysa artık bilim duyamadığımız frekanslarda sesler olduğunu, göremediğimiz titreşimlerde enerjiler olduğunu ispatlayabiliyordu. Üstelik bunu göremediği, duyamadığı halde yapabiliyordu bilim insanları. Var olmama durumu; göremediğimiz, duyamadığımız, dokunamadığımız, koklayamadığımız sürece gerçekti oysa günlük yaşamımızda. Yokluktu tanımı bizim için bunlar olmuyorsa. Oysa bilim var diyordu. Yokluğun adı değişmeliydi belki de bu yüzden. Varlık olmalıydı bir tek, çünkü bilimsel olarak yokluk tedavülden kaldırılmıştı.
Gerçi tüm var olma hallerine rağmen hiçlikte söz konusuydu çoğu zaman. Yani var olmak, hiç olmamak anlamına gelmiyordu. Sahi bu hiçlik kelimesinin bir zıttı yok muydu acaba ? Varlık-yokluk, hiçlik-?
İlginç gelmişti bu düşününce, başı ağrıyordu cenazeden yeni dönmüşlerdi. Bunları düşünmeye ihtiyacı vardı şimdi. Yüreğinin tam üzerinde duran ağırlık zorluyordu onu, aslında bu ağırlık oluşan boşluğun ağırlıydı. “Boşluğun ağırlığı” ne saçma bir ifadeydi düşününce ama şu an hissettiğini en iyi tanımlayan da buydu ne yazık ki.
Boşluğun sebebi fiziksel miydi peki? Duyguları, sevgisi hala yüreğindeydi giden için. Fiziksel yoksunluk niye yüreğinde olsundu ki, tende olurdu, gözde olurdu…
Ne güzel sohbetler ederlerdi, sohbetlerin boşluğu olabilir miydi bu acaba?
Bir ağrı kesici içmek için ecza dolabına gitti, düşündükçe başı daha çok ağrımaya başlamıştı. Düşünmeyi bıraksa gelişi güzel çalışacaktı zihni ve onu bunalıma sokacaktı muhtemelen. O yüzden bir ağrı kesici içip düşüncelerini böyle idare etmek en iyisiydi.
Telefonundan ismini silecek miydi şimdi? Bir daha aranmayacak bir numara olarak kalsa mıydı? Telefon olsaydım bir numara eksilmiş, eksilmemiş ne farkeder diye düşündü.
Bir bardak suyla içti ağrı kesiciyi. Acı kesici diye bir ilaç da var mıydı acaba? Bir bardak suyla acıları hissetmemizi engelleyen bir ilaç olsa ne iyi olurdu..
“Acı, ağrı gibi fiziksel olmadığı içindir herhalde!” dedi kendi kendine.
Keşke evde birileri olsaydı, o zaman kendi başına düşüncelerini kontrol etmesi gerekmezdi. Telefona gitti eli, silecek miydi sahi rehberden ismini?
Vazgeçti, kanepeye uzanıp gözlerini kapadı, bu defada görüntüler eklendi, zihninin onunla mücadelesine.
Sanki ona daha çok acı çektirmek istiyor gibiydi zihni, kimden yanaydı böyle, onu korumaya filan alması gerekmiyor muydu? Zaten fani dünya koşulları yeterince zorken, bir de hiyanet peşinde bir zihinle mi uğraşacaktı şimdi.
“Off!” diyerek kalktı kanepeden, gidene mi üzülüyordu kendine mi diye merak etti bu sefer. Eğer öte taraf denildiği kadar güzelse, buna inanan milyonlarca insan varsa, ne diye bekleyip, bir yaşam kuruyorlardı ki kendilerine?
” Ben niye bekliyorum peki? Güzel mantıklar kuruyorum oysa, daha az önce ölüm bir son değil demedim mi? Kendi söylediğime kendim inanmıyor olmalıyım ya, ya da riske atmak istemiyorum sahip olduklarımı.”
Sinirli bir kahkaha attı, sehpanın etrafında hızlı hızlı dönüp duruyor, kendi kendine konuşuyor ve felsefe kayığına binmiş, saçmalamanın sahiline vurup duruyordu.
“Böyle olmayacak bu!” diyerek az önce, eve girince astığı montuna doğru yürüdü. Açık hava iyi gelirdi belki. Bu gün cenazede yağmur yağıyordu, niye açık alanlara yapılıyordu ki mezarlıklar? Zemini toprak ama pekala üzeri ve etrafı kapalı olabilirdi.
“Off sus artık!” diye söylendi zihnine, kapıyı çekip çıktı evden..