Ben senim – 2

“Neden bu kadar şaşırdın, sen değil miydin sohbetlerinde sürekli ‘insan insanın aynasıdır’ diyen?”

“Evet ama..”

“İşte ben de senin aynanım, yani senim.”

Sohbetlerini duyacak kadar yakınında olabilir miydi bu kadın son yedi yıldır gerçekten. Öyle olsa kesin farekederdim diye düşündü, bu yüz pek kolay unutulacak bir yüz değil. Evet her zaman insan insanın aynasıdır diye düşünmüş olduğu da doğruydu, sık tekrarladığını farketmese de, evrenin bir bütün olduğuna ve her şeyin onun bir parçası olduğuna inanıyordu. Herkes ve herşey aynı şeyin farklı suretlerdeki kopyasıydı. Boşandıktan sonra bir kaç arkadaşının ısrarıyla meditasyon seanslarına katılmıştı, orada daha önce Hindistan’da eğitim almış bir kadın ile tanışmış bu konular üzerine uzun uzun sohbetler etmişlerdi. Ama bu kadını orada gördüğünü hatırlamıyordu. Hatta editörlüğün yanı sıra bir kitap yazmaya karar verdiği zaman konunun bu olması gerektiğini düşünmüştü. İyi bir kurguyla bu konuyu merak uyandırıcı bir hikayeye dönüştürebilirdi. Yıllardır başkalarının yazılarını, kitaplarını okumuştu. Bununla birlikte iyi bir okurdu. Anlatım ve ifade ile ilgili bir sorun yaşayacağını sanmıyordu. Daha önceleri bir kaç internet sitesinde yayınlanmış öyküleri de vardı. 

Kahvesinden bir yudum alıp kadına döndü yeniden; “Siz benseniz, neden bu güne kadar hiç karşıma çıkmadınız ya da neden bugün çıkmaya karar verdiniz?”

“Bu gün senin doğum günün.” dedi kadın aynı durulukla.

Tarihe hiç dikkat etmemişti, telefonunun ayarlarından takvime baktı. Doğru bu gün doğum günüydü. En son ne zaman kutlamıştı acaba? Artık doğduğu günü bile hatırlamıyor, daha da kötüsü onun doğum gününü hatırlayacak kimseye de sahip değildi demek. Canı acıdı bunu düşününce, kahvedisini yudumladı yine. Hayatta en hoşlanmadığı şey bir insanın kendine acımasıydı.

“Benimle doğum günümü mü kutlayacaksınız?” dedi kadına, içindeki kırgınlık ve karmaşa sesine yansımıştı.

“Hayır, doğum gününü kutlamak için gelmedim.  Sadece kendinle yüzleşmenin zamanı geldiği için buradayım.”

Kendimle yüzleşmenin zamanı mı gelmiş. Bu kadın kesin normal değil diye düşündü yeniden, o koyu gözlerini beynimin içinde gezdirmekten vazgeçerse haddini bildirebilir ya da kalkıp gidebilirdi ama o pınar gibi akan sesi biraz daha duymak istiyordu.

“Ben senim diyerek mi yüzleştireceksiniz beni kendimle?”

“Kendine ‘siz’ diye hitap etmen sana da garip gelmiyor mu? Bu kadar yabancılaşmış olman ne acı. Az konuşuyorsun, neredeyse hiç arkadaşın yok. Yüzün bembeyaz, insanların yüzüne bakıyorsun ama insan ne gördüğünden şüphe duyuyor. Bu yüzden normal olmadığını düşünen pek çok insan var. Kendinle karşılaştığında tanıyamayacak ve tuhaf bulacak kadar yabancısın kendine.”

“Ama sen bir kadınsın!”

“Bu neyi değiştirir, senin ruhuna bir kadın, bir çocuk, bir adam bedeni giydirsek bu seni başka biri yapar mı? Düşüncelerin, duygularının yansıması her bedende aynı duracaktır. İsimlerinin veya cisimlerinin ne olduğu değişmez. İnsan insanın aynasıdır diyorsun ama aynada baktığın yüzü bile tanımıyorsun artık. Yazmak istediğin o kitap için bile derin düşüncelerin yok senin. Ağzına doladığın üç beş kelime, ödünç alınıp, seninmiş gibi sattığın düşünceler. Çok okumuş olman seni dolu biri yapmıyor. Okuduklarını sadece yığıyorsun bir kenara, onları düşünmüyorsun, oldukları gibi bırakıyor, hatta altlarında ne var diye kaldırıp bakmıyorsun bile. İçin bom boş. Doğduğun gün bu dünyada nefes almaya başladın, bu dünyaya kendi değerini katmak için geldin, sana verilen tüm özellikler bunun için yeterliydi. Oysa sen önce kendine değer vermeyerek dünyanın da değerini düşürüyorsun şimdi!”

Kadının dozu giderek artan ithamları ve ses tonu içinde büyük bir öfke patlamasına neden olmuştu. Düşünmeden ayağa kalktı, masaya dayanıp kadına doğru eğdi bedenini, gözlerinden alevler fışkırıyordu. Eski karısı bile ona böyle ithamlarda bulunmamıştı, ne biliyordu ki bu kadın onun hakkında, ne yaşadığını ne biliyordu? 

Dişlerini sıkarak “Kimsin sen?” diye hırladı kadına.

Kadın onun bütün öfke ve beden dilinin değişmesine rağmen sakinliğini hiç bozmuyordu. 

“Ben senim.”

“Hayır değilsin!” diye yumruğunu vurdu masaya, kahve fincanı tabağında şıngırdayarak döndü ve içindeki yarım kahveyle devrilip pantolonuna döküldü.

“Kahretsin!” diyerek masadan geri çekilip, pantolonuna dökülen kahveyi silkelemeye başlamıştı, az önce kadına yönlendiremediği öfkesini pantolonundan alır gibiydi daha çok.

O kendiyle ve pantolonu ile mücadele ederken; “Yine görüşeceğiz.” dedi billur ses. 

Hızla başını kaldırdı, kadın yoktu, etrafına bakındı, az önce duyduğu sesten sonra bu kadar hızlı yok olmuş olamazdı.

Kahvenin döküldüğünü gören garson masaya gelmiş elindeki bezle dökülen kahveyi siliyordu. 

“Az önce şu sandalyede oturan kadın nereye gitti gördün mü?” dedi telaşla.

“Hayır efendim görmedim.”

“Ama kadını burada otururken gördün öyle değil mi?”

Garson bir şey demeden yüzüne baktı sadece, soruyu anlamamış gibiydi.

“Bir kahve daha alır mısınız?” dedi nazikçe gitmeden. 

“Evet, lütfen!” diyerek oturdu sandalyesine.

Ne yaşamıştı bu sabah böyle?

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s