Fatlı bey bir süredir İstanbul’a gitmek istiyordu.
“Kalbime fil oturuyor sanki!” diye inliyordu sürekli, Ne ağrıları bitiyordu, ne sızlanmaları. “Doktorlara yakın olalım!” diyordu başka bir şey demiyordu. Miyase hanım istemiyordu gitmeyi, kız kardeşleri gelip gidiyordu arada, komşuları vardı, yatıyor olsa da geliyorlardı yanına, Neriman bir de onun gelen gidenine hizmet ediyordu. Hepsi şeytan görmüş gibi ters ters bakıyorlardı yanlarına girince. Miyase hanım kocasını elinden alan diye anlatıyordu hepsine, onlar da sanki köyün turisti gibi inanıyorlardı bu sözlere. Oysa tek kuması olan değildi ki Miyase hanım. Neriman yaşında kızı olanlar da vardı aralarında. Bir tanesi de demiyordu ki “Yazık şu şu günahsızdan ne istiyorsunuz?”
Miyase hanım ölünce Fatlı beyin önünü kesen bir şey kalmadı. “Gideceğiz İstanbul’a” dedi kesti attı. Rüveyda ile Sadık da büyümüşler genç olmuşlardı artık. Anneleri ölene kadar onlar da gitmek istememiş olsalar da o ölünce bahaneleri kalmadı. Köydeki kızlar şehirde evlenirsin diye gaza getirdiler Rüveyda’yı. O da köyün diğer kızları gibi ilkokuldan sonra okumamıştı. Evdeydi çoğunlukla ama Neriman’a bir kez olsun yardım etmiyor, çamaşırına kadar ona yıkatıyordu. Babası evdeyken masadan iki tabak kaldırıyor gibi yapıyordu sadece. Neriman hiç ses etmiyordu yapılanlara. Annesi içindi bunların hepsi, gönüllü gelmişti ayağıyla.
“Bari İstanbul’a gitmeden gideyim göreyim anamı, kardeşimi!” diye yalvardı Fatlı beye ama adam elinde kalan tek karısı da kaçar diye korkmaya devam ettiğinden yollamadı. Haber yollayacak imkanı olsa en azından Nurettin’e diyecekti çok uzağa gittiklerini ama diyemedi. Böylece iki günde toplanıp gittiler İstanbul’a. Fatlı bey bir süredir bu işin peşinde olduğundan oradaki tanıdıklarına hastaneye yakın bir apartman dairesi buldurmuştu. Kiraya gidiyorlardı şimdilik. Duruma bakıp, beğenirlerse köydekileri satıp alacaktı bir şeyler Fatlı bey. Böylece Neriman hanımın şehir hayatı başladı. Başlangıçta zor gelse de şehirde eve alınan çamaşır makinası, bulaşık makinası, elektrik süpürgesi derken işler daha kolay olmaya başladı. Rüveyda konu komşuda görüyor aldırıyordu babasına hepsini. Aslında amacı Neriman hanımı rahat ettirmek değildi tabi ama onun sosyetiklik dediği bu aletler Neriman hanımın işine yarıyordu. Mecburen Sadık ile Rüveyda nasıl kullanılacağını çözüp ona anlatıyorlardı. Şehir Neriman hanıma iş açısından iyi gelip, daha az yorulmaya başlasa da, Fatlı beye hiç yaramamıştı. Trafik, hava kirliliği gidecek yerin olmaması adamı delirme aşamasına getiriyordu. Burada köydeki gibi gidecek, konuşacak insanı olmadığından canı sıkılıyordu. Tanıdığı bildiği bir kaç kişi ile görüşmek istese de yolların uzaklığından yılıp vazgeçmişti. Bir tek hastaneye yakın olduğu için kirpiği düşse oraya gidiyor, akşama kadar evde durmamak için hastanede vakit geçiriyordu. Artık yetmiş yaşına merdiven dayadığı için fazla hali de olmuyordu akşamları. Neriman hanım yıllardır içini yakan ev hasreti ile buraya gelmişti, onun dışında hayatından bir şikayeti yoktu. Bakacak hasta bir kadında eksildiğinden boş vakti bile kalıyordu artık. Sonunda Fatlı bey dayanamadı apartman dairesinden çıkıp bir gecekonduya taşındılar. Burası köye daha çok benziyordu ona göre ama konforu da apartman dairesi gibi değildi elbette. Kaloriferli apartman dairesinde sıcacık oturuyorlarken sobalı düzene geri dönmüşlerdi. Çocukların söylenmeleri bitmeyince bu defa iki yılın içinde üçüncü defa müstakil bir eve taşındılar. Rüveyda ve Sadık yeniden sosyetik bir eve geçtiklerine sevindiler. Sadık bir yıldır çalışıyordu bir beyaz eşyacıda, araba almak için para biriktiriyordu kendine. Rüveyda’da belediyenin kurslarına gidiyor yeni arkadaşlar ediniyor, onlarla vakit geçiriyordu.
Sonunda Fatlı bey yetmiş beş yaşında ölüverdi. Hastanede kalp krizi geçirdiğinden doğrudan morga kaldırdılar o çok sevdiği hastaneden eve bile gelemedi.
Son on yılda Neriman hanımın hayatında bunlar olup biterken geride bıraktığı evde de hikaye eksilmeden devam etmişti. Neriman gelin gittikten ve Hasan bey paraları aldıktan sonra onun sandığı gibi annesinin sağlığı için harcamadı. Zavallı Nurettin annesinin evden çıkıp geleceği günü boşuna bekledi durdu bir kaç ay. Babası her gün evden çıkıp gidiyor, “Annene bakacağım” diyordu. Çocuğun bıraktığı yerden başka yere gidemeyeceğini bildiğinden doğruca kahveye gidiyordu oysa. Zaten hastaneden karısının bakımı için istedikleri para falan da yalandı. Karısının durumu iyi değildi. Doktorlar bir kaç ayı çıkarmaz demişlerdi o gün hastane çıkışı çocuklara rastladığında, o da çocukları görünce hemen bu planı yapmıştı. Neriman’ı sahiden istemişlerdi ama o geri çevirmemiş, tam aksine kıza sormadan çoktan kabul etmişti. Sadece kızı ikna etmek kalmıştı geriye, o gün hastanenin önünde iki çocuğunu iki gözü iki çeşme görünce hemen yapmıştı planını, kızı gönderip parayı cebe indirmişti. Şimdi karısının ölmesini bekliyordu, vardı gözüne kestirdiği biri, o ölür ölmez gidip onu isteyecekti. E geri zekalı bir çocukla tek başına kalacak değildi elbette. İşleri yapacak biri lazımdı. Aslında kızı hemen alır gelirdi ama ailesi resmi nikah olmadan kabul etmiyordu. Bu arada evdeki işleri yapacak kimse kalmadığından komşular Nurettin’e acımışlar, her akşam bir kap yemek getiriyorlardı çocuğa. Evin temizliği ile ilgilenen ise yoktu. Zaten Hasan bey evlenince burada yaşamayı da düşünmediği için umursamıyordu temizliği pisliği.
Neriman gittikten üç ay sonra hastaneden kötü haber geldi. Nurettin annesini beklerken cenazesi gelince deliye döndü. O sessiz ağır kanlı çocuk kendini yerden yere atarak ağladı. Ablası annesi iyileşip geri gelsin diye gitmişti ama şimdi annesini toprağa veriyorlardı. Bir hafta zavallı kadının hatırına komşular adettir diyerek yiyecek, içecek taşıdılar eve. Nurettin açlığına rağmen çok azını yiyebildi. Ablası gitmiş, annesi de ölmüştü. Babası annesinin arkasından bir kez bile ağlamamıştı. Ona bir kez parayı geri verip, ablasını getirmesini söylemiş iyi bir dayak yemişti. Elâlemin diline düşmemek için hemen evlenemiyordu Hasan bey. Zavallı Neriman’ın annesinin öldüğünden haberi bile yoktu.
Köyde Nurettin’den iki yaş büyük Zümrüt adında bir kız vardı. Bütün kardeşleri evlenmiş ama Zümrüt çocukken yüzüne süt döküldüğü için evlenemeyecekti ailesine göre. Kızın yüzünün ve vücudunun bir tarafı yanık iziydi olduğu gibi. Babası kızının onlar öldükten sonra bir başına kalmasını istemediği için arada bir kızımla evlenip hayatını kurtaran olursa üzerine para veririm diyordu kahvede sürekli. Karısının ölümü üzerinden zaman geçtikten sonra gözüne kestirdiği kadınla evlenmeye niyetli olan Hasan bey, geri zekalı bildiği oğlanı yanına katıp götürmek istemediği için adama kız oğluna alacağını söyledi. Nurettin on, kız da on iki yaşındaydı daha. Adam Hasan beyin şaka yaptığını zannettiği için bir iki üzerine alınmadı ama sonra kahve çıkışı yolundan çevirip, “Sen ciddi misin bu söylediğinde?” diye sordu.
“Ciddiyim tabi sen ne sandın?” dedi Hasan bey.
“Senin oğlun geri zekalı değil mi?”
“Biraz ağır kanlı sadece ama iyi çocuk, köyde kimseden şikayet duydun mu hakkında? Ablası gelin gitti, annesi de öldü, o da senin kızın gibi kalacak ileride gariban!”
“Benim kızıma bakar mı diyorsun yani?”
“Bakar tabi, birbirlerine bakarlar işte can yoldaşı olurlar fena mı?”
“Doğru diyorsun! Sonunda ikisi de yalnız kalacak hiç değilse birbirlerine sahip çıkar, evlerini bilirler.”
“Sen para verecek misin sahiden?” dedi Hasan bey hemen.
“Vereceğim, söz ağızdan çıkar!”
“Tamam o zaman kızı aldık gitti. imamla konuşalım!”
“Tamam!”
(devam edecek)