Yalan gerçekler – Bölüm 5

Meltem soluksuz okuduğu günlüğü elinden bırakıp gerindi halasının yatağının içinde, okuduklarına inanamıyordu. Zavallı Neriman hanımın başına neler gelmişti böyle. Dedesi olacak adam gerçekten çok kötü biri olmalıydı. İnsan kendi karısına, çocuklarına bu muameleyi nasıl yapardı. Annesi ile babasının böyle evlendirildiklerini de hiç bilmiyordu ayrıca. Günlük o kısma geldiğinde meraktan ölse de biraz ara verip düşünme ihtiyacı hissetti. Demek annesinin o yüzden tek bir fotoğrafı bile yoktu. Zavallının yüzü yanık içindeydi. Neriman hanım hiç bahsetmemişti bunlardan. Halasının bu anlamsız ketumluğunu da anlayamıyordu şimdi. Neden saklamıştı ki tüm bunları Meltem’den. Oysa onca zaman birlikte yaşamışlar, bir sürü sohbetler etmişlerdi. Aklı henüz başındayken bunları anlatmış olsa, Meltem’de aklına takılanları bir bir sorsa ne güzel olurdu kim bilir. Günlüğü de alıp kendi odasına gitti. Biraz uyumak istiyordu şimdi. Okudukları hem ilgisini çekmiş hem de strese girmesine neden olmuştu. Yatağına kıvrılıp günlüğü kucağına aldı. Okumakla, uyumak arasında tereddüt ediyordu ki içi geçiverdi. Rüyasında halasına söz verdiği ağacı arıyordu. Gidip ona kırmızı ip bağlayacaktı. Babasının cenazesine gittiklerinden hatırasında kalan bir kaç yeri görüyordu rüyasında ama ağacı bir türlü bulamıyordu. Dışarıdan gelen gürültülerle gözlerini açtı. Bütün gece üzerindekilerle kıvrılmış uyumuştu öylece. Bir kadınla iki adam yolun ortasında kavga ediyorlardı sabahın köründe, ne dedikleri anlaşılmıyordu ama sesleri kocamandı. O anda rüyasında aradığı ağaca halasının annesi geri gelsin diye ip bağlamak istediğini hatırladı. Demek annesi hastanedeyken istemişti bunu yapmayı. Henüz Fatlı bey gelip onu almadan. Ya da belki de Fatlı beyin köyündeydi ağaç ama öyle olsa annesinin gelip gelmediğini nereden bilecekti ki? Gidip çayın suyunu koydu, su kaynarken girip bir duş aldı kendine gelmek için. Çayla bir lokma bir şey yedikten sonra yeniden günlüğü eline aldı. Bu haftadan sonra gidip iş arayacaktı artık. Halası da öldüğüne göre artık çalışabilirdi. Önce hayatları hakkındaki kalan hikayeyi öğrenmek istiyordu.

Nurettin henüz annesinin şokunu atlatamamışken babası müjde verir gibi yakında evleneceğini söyleyince zavallı çocuk iyice aptallaştı. Daha annesi yeni ölmüşken evlenmek de nereden çıkmıştı, üstelik daha on yaşındaydı. Ablası da evlenip buralardan gitmişti. Evlenmek hakkında tek bildiği buydu, babası onu bir yere gönderecekti.

İki adam düğün dernek yapmadan ikisini evlendirip, Zümrüt’ün ailesinin orman içinde olan eve taşımalarına karar verdiler. Böylece insanlardan uzak olur, alaylara da maruz kalmazlardı. Köye Nurettin’in yürüyüşü ile bir saatlik yolda olan evden bir ihtiyaçları olduğunda köye inebilirlerdi. Zümrüt’ün babası onlara bir kümes kuracak, bir keçi ile bir de inek verecekti. Evin önüne bir bostan kuracaklar böylelikle kendi yağları ile kavrulmalarını sağlayacaklardı. Bakliyat, ve diğer şeyleri Zümrüt’ün babası sağlayacaktı. Hasan beyin Neriman’i verirken ne kadar para aldığını ve o para ile ne yapacağını kimse bilmediği için bütün parasını karısının hastalığına harcadığı yalanını atmış, Nurettin evlenirken de hiç bir şeye yanaşmamıştı. Zümrüt’ün babası kızına güvenli bir hayat bırakmak için Hasan bey el atmasa da aklına gelen her tür desteği sağladı ve bir ay sonra iki çocuk imam nikahı ile evlendirilip ormandaki eve bırakıldılar. Çocuklar birbirine alışana kadar kimse rahatsız etmesin diye bunu da köylüden sakladılar. Zümrüt’ün babası arada uğrayıp onları kontrol edecekti. Hasan bey hem geri zekalı bildiği oğlundan kurtulmuş, hem üzerine para almıştı. Karısı hastalandığından beri planlasa ancak her şey böyle lehine işler diye düşünüyordu. Bir süre daha köyde kaldıktan sonra evi kapatıp, talip olduğu kadınla evlendi ve onunla kimsenin bilmediği bir yerlere çekip gitti.

Zümrüt ve Nurettin ne olduklarını anlamamışlardı. İkisi bir eve bırakılıp herkes gidince bir süre oturdular öylece. Gece olunca da uyudular. Sabah kalkıp Zümrüt evde yapmaya alıştığı işleri yapmaya devam etti, Nurettin oturdu yine. Ertesi gün, ertesi gün öyle geçip gitti. Zümrüt’ün babası Dündar bey bir hafta sonra geldiğinde bostandaki her şey kurumaya durmuştu. Adamcağız mecburen Nurettin’e bostana nasıl bakacağını anlattı bir süre, herkesin bir kaç günde öğreneceği için Nurettin bir ayda öğrendi. Dündar bey onunla vakit geçirdikçe çocuğun çok karmaşık işleri yapamayacağına iyice kanaat getirdi. Yavaş öğreniyor ama öğrendiğini unutmuyordu. Sorun beş dakikalık işi beş saatte yapıyor olmasıydı. Bir süre de ormandan odun toplamayı öğretti. Hem kışlık yakacakları olacak hem de topladıklarını getirip köyde satacaktı. Tabi ne kadar zamanda biriktirebilirse. Hiç bir iş yapmıyor olmasından iyiydi bu kadarı. Nurettin kendisi ile ilgilenilmesine pek alışkın olmadığından önce bocaladı ama sonra Dündar beyi sevdi. Ona böyle bir şeyler öğretmeye çalışan hep ablası olurdu. Neriman’dan sonra şimdi Zümrüt’ün babası yapıyordu bunları. Zümrüt’te çok iyi bir kızdı, insanlar onunla da hep dalga geçmişlerdi yüzündeki izler yüzünden. Onun bir ucube olduğunu söyleyenler yüzünden dışarı çıkmaz olmuştu bir süredir. İlkokula da mecbur olduğu için gitmişti. Bütün dersler boyunca yemenisini gözlerini açık bırakacak şekilde bağlayıp, kendince diğer çocuklardan gizlenmişti. Nurettin de onunla dalga geçer sanmıştı ama hiç öyle olmamıştı. Ablasının küçük oğlu gibiydi Nurettin. Bir bebek gibi her şeyi öğretmek, güzel güzel anlatmak gerekiyordu. Zümrüt bu ıssız yerde ikisinden başka kimse olmayınca çözmüştü onun dilini. Babası bostan ve odun toplama işini öğrettikten sonra o da evde bir kaç iş öğretmişti. Tabi bir de dereden su getirme işi vardı Nurettin’in yaptığı. Böylece evlilikten çok evcilik gibi geçmişti günleri. İkisine de evliliğin ne olduğunu, ne olacağını kimse anlatmadığı için birlikte büyümeye devam ettiler o evde.

Dündar bey ikisinin yavaş yavaş idare etmeye başlarını görünce, “Ben artık gelmeyeyim, siz gelin bizi görmeye” demişti. Onlar sağken çocukların tek başlarına yapabileceklerini görmek istiyordu. Böylece Nurettin ve Zümrüt bir kışı geçirdiler kendi başlarına, sobayı yaktılar, odun topladılar, yemek yaptılar, bostanın üzerini kapatıp sera yaptılar. Tabi Zümrüt’ün önceden bildikleri ve Dündar beyin öğrettikleri ile oldu bu işler. Bir süre sonra çocukların evlendiklerini ve ormanda yaşadıklarını köydekiler de duydu ve şaşırdılar. Merak edenler arada sırada onlara oturmaya gittiler.

Her gelen “Çocuk ne zaman?” diye soruyordu ama iki çocuğun abla kardeş gibi yaşadıklarını bilmiyorlardı tabi. Nurettin Zümrüt’ü ablasına benzetiyordu zaten, yüzündeki yara izlerini görmüyordu hiç. Güzeldi Zümrüt ona göre, ablası gibi çalışkan ve iyiydi. Tıpkı ablası gibi de bakıyordu ona. Bir sürü şey de yapmayı biliyor, ona da öğretiyordu. Bir süre sonra yapabildiklerini görünce bir kaç hayvan daha getirmişti Dündar bey onlara, böylece ufak bir sürüleri olmuştu. Ne aç kalıyorlar, ne de bir şeye ihtiyaç duyuyorlardı. Nurettin yeniden düzenli hayata ve sevgiye kavuşunca biraz daha düzelmişti hatta. Zümrüt bir bebeğe bakar gibi dikkatle ilgileniyordu onunla, farkında olmadan o da çocukluğun getirdiği evciliğini oynuyordu. Bu iyi davranışlar ve sevgi Nurettin’e iyi geliyordu. Ablası gittikten sonra Zümrüt sayesinde kendini yeniden güvende hissetmişti. Ablasını çok özlüyordu tabi hâlâ, Zümrüt’e sık sık onu anlatıyordu yarım yamalak da olsa, annesinin hastalığını anlatıyor ağlıyordu. Zümrüt’e ona sarılıp sevgi dolu sözcükler söylüyordu. Artık o da özgürdü bu evde, kimseden korkup, çekinmeden dışarı çıkıyor, sohbet ediyor, yalnızlık hissetmiyordu.

(devam edecek)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s