Geceyi rahat geçirmesi için Can ona kendi odasını verdi yeniden, güvende hissetmesi için kapıyı arkadan kilitleyebileceğini söyledi, o da salonda yatacaktı ki, zaten uyuyamadığından konfora ihtiyacı da yoktu. Çay ve kurabiyelerini yerken Can onun anlattıklarından pek etkilenmediğini anladığı için konuyu uzatmadı. Zor bir gün geçirmiş, epeyce de sarsılmıştı.
Sabah Bahar odadan çıktığında kahvaltı çoktan hazırlanmıştı, bu defa Cemal beyin karısı Hanife hanım da evdeydi, onu görünce biraz daha rahat hissetti Bahar kendini. Ayrıca ortalama son on beş saattir buradaydı, başına bir şey gelecek olsaydı, çoktan gelirdi. Can iyi birine benziyordu gerçekten, neredeyse onu sempatik bulmaya bile başlamıştı ama, bunun bir anlamı yoktu elbette. Yine de kendi evine vardığında rahatlamış hissecekti.
“Günaydın!” dedi Can gülümseyerek, Hanife hanımın hazırladığı sofraya kurulmuş, kahvaltısına başlamıştı bile.
“Şansınız varmış bu gün hava açık, kahvaltıdan sonra Cemal bey sizi istediğiniz yere bırakacak ama, önce kahvaltı!” dedi eliyle onu masaya buyur ederek.
Hanife hanım da “Günaydın Bahar hanım.” diyerek tabağına henüz yaptığı omleti boşlattı, sanki yıllardır bu evde yaşıyormuş gibi davranıyorlardı her ikisi de, Hanife hanım henüz onu görmeden adını bile öğrendiğine göre, Can bey ona dün olanlardan bahsetmiş olmalıydı.
“Başınız bu sabah daha iyidir umarım.” dedi Can, masadaki ekmeği Bahar’a uzatırken.
“Evet daha iyiyim teşekkür ederim, size de dünden beri çok zahmet verdim aslında, biraz tedirgin olunca düşünüp söyleyemedim kusura bakmayın.”
“Olur mu, çok haklısınız, psikiyatride tedavi gören bir adamın, dağ başındaki evinde gözlerinizi açtınız, kim olsa korkardı, değil mi Hanife Hanım?”
Hanife hanım gülümseyerek çaylarını tazeledi, “Can bey bu dünyada bulabileceğiniz en iyi insandır, Bahar hanım, endişenmeyin, hatta ona rastladığınız için dua edin bence.”
Can kadının elini annesiymiş gibi tuttu sımsıkı , “Hanife hanım candır, onlar benim ailem.” dedi sonra Bahar’a bakarak.
Bahar epeydir bu kadar güzel bir kahvaltı yapmamıştı, Can ona hayatı, işi, ailesi hakkında sorular sordu kahvaltı boyunca ama, Bahar yine de temkini elden bırakmayarak kısaca bashetti sadece.
Cemal bey kahvaltının ardından, söyledikleri gibi onu eve bırakmak üzere arabayı hazırladı. hava gerçekten son günlerdeki en güneşli ve parlak halindeydi. Güneşin ışıltılarını yansıtan kar dolu ağaçlar ve yollar insanın gözlerini alacak kadar parlıyordu.
“Keşke biraz daha kalsaydınız da, bu güzel havada bir yürüyüş yapsaydık sizinle, sohbetimize de devam ederdik.” dedi Can arabaya doğru yürürlerken.
“Çok teşekkür ederim, ama artık evime dönmeliyim.” dedi Bahar nazikçe.
“Bu macerayı dostluğumuzun başlangıcı olarak sayabiliriz umarım, yani yeniden görüşmek isterim sizinle, yalnış anlamazsanız.” dedi Can heyecanla, kızı daha yeni bulmuşken böyle avuçlarından kayıp gitmesini istemiyordu.
“Tabi neden olmasın.” dedi Bahar.
“Size cep telefonumu yazdım bu kağıda, siz de bana telefonunuz verirseniz belki bir kahve içeriz, ya da buraya gelmeyi kabul ederseniz, başka bir gün yürüyüş yapabiliriz, tepede çok güzel yerler var.”
Bahar kağıdı çantasına yerleştirip, kendi numarasını da söyledi.
Can için bu, Bahar’ın nihayet güvenini kazandığının işareti olduğunu için çok mutlu olmuştu.
Eve gider gitmez, hem Taner’i merak ettiği, hem de başından geçenleri Aysel’e bir an önca anlatmak istediği için, eve girmeden önce onların kapısını çaldı. Taner çok şükür toparlanmıştı, oğlanı iyi gördüğüne o kadar sevinmişti ki hemen sımsıkı kucakladı onu.
“Bahar abla, zatürre değil, sen bitireceksin ciğerlerimi.” dedi çocuk gülerek.
“Hadi oradan, bir daha bağrı açık görürsem seni ayazda, direkt annene söyleyeceğim bilesin, ödümüzü kopardın eşek sıpası!” dedi Bahar’da ona gülerek.
Aysel hem arkadaşına yeniden teşekkür etmek, hem borcunu ödemek, hem de iki gündür nerelerde olduğunu öğrenmek için sabırsızlanıyordu, Taner’i içeri kovalayıp hemen yanında oturdu arkadaşının.
“Sen olmasan ne yapardık Baharcığım, Salim dün geldi bizi çıkardı hastaneden, senin verdiğin para olmasaydı, özel hastanelerde bu çocuğuma baktırmak ne mümkündü zaten. Haftaya maaşımızı alınca vereceğim paranı tamam mı? O zamana idare edebilecek misin sen?”
“Tamam Ayselciğim bir acelesi yok, zaten kenarda duran paraydı o, dert etme sen Taner’den değerli mi ayrıca?”
“Senin alnına ne oldu böyle?” dedi Aysel Bahar’ın alnındaki bandajı farkedince.
Bahar bahçede düşüşünden başlayarak bu sabaha kadar olan her şeyi anlattı Aysel’e.
“Vallahi korku filmi gibi başlamış ama, sonu iyi bitmiş neyseki!” diye şaşkınlığını dile getirdi Aysel, “Demek seni rüyalarında görüyormuş beş senedir öyle mi? Ay baksana film gibi değil mi gerçekten? Yakışıklı mı bari?”
“Ya Aysel, benim ödüm koptu diyorum, tipine mi baktım Allahaşkına!”
Aysel ile epeyce sohbet edip olanları yeniden değerlendirdiler, sonunda Aysel, Can’ın iyi biri olduğuna, bunun bir tesadüf olmadığına ve ararsa onunla yeniden görüşmesi gerektiği, yıllardır yalnız yaşadığı, artık bir yuva kurması gerektiği konusuna bağlanarak, uzun bir nutuk çekti Bahar’a.
Bahar arkadaşının oradan oraya geçerek, her şeyi birbirine bağlama huyuna hayrandı zaten.
“Haydi ben gideyim de siparişlerimi hazırlayayım bari” diyerek geçti kendi evine.
Can sadece iki gün tutabilmişti kendi Bahar’ı aramadan, Onu gözleriyle gördüğünden beri, başka bir şey düşünemez olmuştu, yıllardır rüyanın anlamını çözmeye çalışırken, rüyanın kahramanı ile karşılaşıvermişti birden. Üstelik iki gündür Adem beyin verdiği ilaçları almadığı halde eskisinden daha çok uyumuştu, yine Bahar’ı görmüştü rüyasında ama bu defa gördükleri onunla kurduğu gelecek hayalleriydi.
Bahar çıkar çıkmaz Hanife hanıma sormuştu ne düşündüğünü, “Bunca yıldır tek başınıza durduğunuz kabahat Can oğlum.” demişti Hanife hanım. Oğlu gibi severdi o da Can’ı, mutlu olmasını, geçmiştişte ki acıları bir kenara bırakmasını ve hayatını yaşaması gerektiğini düşünüyordu artık.Hayatı paylaşacağı bir eş dışında her şeye sahipti zaten. Bahar’ı da beğenmişti gerçekten, tabi kızın neden birden bire ortaya çıkıp, bu evde kaldığını anlayamamıştı ama, gençlere akıl erdirmek zordu. Önemli olan Can beyin bakışlarında gördüğü hayranlık ve yıllardır yüzünde gördüğü mutluluktu ona bakarken. İnşallah kız da onu üzmezdi.
“Benim hayatıma da Bahar geldi nihayet galiba!” dedi Can, Hanife hanıma sarılarak.
“İnşallah, inşallah!” diyerek masayı toparlamaya girişti Hanife hanım.
Can’ın numarasını hemen telefonuna kaydetmeyen Bahar, aslında aramasını da çok beklemiyordu. Yaptığı her şeye yeniden teşekkür etmek için, kendisi aramayı düşünürken ki, Aysel akıl vermişti yine bunu da, Can’ın sesini duyduğuna sevindi anlayamadığı bir şekilde. Öğleden sonra uygunsa bir kahve içmek istiyordu onunla. Bu teşekkür etmek için de iyi bir fırsat olacağı için, kabul etti Bahar.
Üç ay sonra, Can ve Bahar’ın buluşmaları hala devam ediyordu, artık birbirlerine bey, hanım demeyi bırakmışlar, birlikte uzun sohbetler edip, yürüyüşler yapan iki arkadaşa dönüşmüşlerdi. Aslında bir arkadaş gibi yürütmeye çalıştıkları bu görüşmelerin sonucunda, ikisi de yüreklerinden kelebekler havalanarak bir daha ki buluşmayı bekliyor olsalarda, kendilerince sebeplerle bibirlerini ürkütmemek için bir şey belli etmiyorlardı.
Can, Bahar’ın pişirdiklerini öğrenince, Cemal beyin çok sevdiğini, ama Hanife hanımın ellerim ağrıyor diyerek, sık yapmaya yanaşmadığı sarmalardan sipariş etmeye başlamıştı her buluşmalarında, ayrıca kendisi içinde mutlaka çörek istiyordu. Bahar ona yaptığı çöreklerden para almayacağı konusunda anlaşmıştı onunla.
Adem Bey, Can’ın birden bire bu kadar düzelme göstermiş olmasını kendi tedavisinin başarısına bağlasa da, Can asıl iyileşenin baharın gelmesi ile yüreği olduğunu biliyordu artık. Bunca yıldır yüreğini acılarla doldurmuş, anne ve babasını kurtaramadığı için bir şekilde kendini cezalandırmıştı. Şimdi onu sevmek için serbest bıraktığında, bir tüy kadar hafiflemiş, her şeyi daha güzel görmeye başlamış, geçmişten uzaklaşıp, nihayet gelecek hayalleri kurar olmuştu. Hepsinden önemlisi artık Bahar’la geçirdiği her “an” değerliydi.
Bahar ise yıllardır tek başına olmanın yükünü, Can’ın sevgi dolu bakışları ve davranışları ile hafifletiyordu. Artık eskisi kadar yorgunluk hissetmiyor, hayat omuzlarında taşıması gereken bir yükten, mutlulukla yaşanması gereken bir senaryoya dönüşüyordu sanki.
En çok Aysel sevinmişti bu olanlara, sonunda arkadaşı onu mutlu edecek, rahat ettirecek ve sonsuza kadar sevecek bir prens bulmuştu galiba kendisine. İşin garip tarafı Can’ın varlığından pek hoşlanmayan tek kişi Taner’di. Bütün ilginin kendisinde olmasına alışık olan çocuk, Bahar’ın sürekli annesine Can’dan bahsetmesinden ve onunla sık sık görüşüyor olmasından rahatsızlık duymaya başlamış, Bahar’a hiç olmadığı kadar ters davranır olmuştu. Aysel, oğlunun ilgiyi kıskandığını biliyordu, Bahar’ın o kadar emeği vardı ki üzerinde, çocuk onu kimseye paylaşmak istemeyecek kadar çok seviyordu gerçekten.
Bahar’da Taner’in bu kıskançlığının farkında olduğu için, Can ile vakit geçirmesi için bir gün onu da davet etti buluşmalarından birine, “Benim ne işim var tanımdığım adamla?” dedi Taner ters ters bu teklife.
“Acaba bunu benim için de düşünüyor olabilir misin?” dedi Bahar gülerek.
Zaten içi dolan çocuk tutamadı kendisini, “Tabi ya, hastanede bulduğun bir adamla bu kadar sık görüşecek ne buluyorsun bilmiyorum doğrusu, hem sen benim için gelmiştin o hastaneye, şimdi hep onunlasın.Ya fena biriyse bu adam, dağın başında tek başına oturuyor. Poğaçaları da hep ona götürüyorsun artık.”
Bahar çocuğun bu tepkisi karşısında gülmemek için dudaklarını ısırdı önce, onu o kadar çok seviyordu ki, bu sahiplenmesi ve kıskançlığı çok hoşuna gitmişti.
“Tanerciğim, sen benim ilk göz ağrımsın, kimseyi senin gibi sevemem inan, hem ayrıca sen kilo alıyorum diye artık çörek getirme dememiş miydin bana? Şimdi neden böyle yapıyorsun? Hem madem o kadar rahatsız oluyorsun onunla buluşmamdan, bir kez de benimle gelip, yanımda ol işte. Sonra kendin karar verirsin yeniden? Sen benim bir zamanlar kaybettiğim kardeşimsin hem, unuttun mu” diyerek sarıldı çocuğa, gözleri dolu dolu olmuştu bu son sözleri söylerken.
Bahar’ın titreyen sesini ve gözlerindeki yaşları görünce kalbi yumuşayıverdi Taner’in, “O adam seni üzecek olursa, ben de onu üzerim Bahar Abla!” diyerek sarıldı o da ablasına.
Bahar, Taner ile yaşadıklarını Can ile paylaşıp, bir gün onu da getirmek istediğini söyleyince, çok mutlu oldu Can, “Biliyor musun, Taner ile çok benzeyen bir yönümüz varmış!” dedi Bahar’ın gözlerinin içine bakarak.
“Neymiş o?”
“İkimizde seni kimseyle paylaşmak istemiyoruz!”
Bahar yüreğini ağzına getirecek kadar heyecan uyandıran bu sözleri duyunca, gözlerini ayıramadı Can’dan bir süre. Hayat ne garip tesadüflerle bulduruyordu mutluluğu insana, daha üç ay önce, onun evinde gözlerine açtığında duyduğu korku ve tedirginliğin yerini, şimdi tüm hücrelerine yayılan bir aşk almıştı galiba.
“Benimle evlenir misin?” dedi Can birden bire Bahar’ın önünde diz çökerek, oturdukları kafede tüm gözler onlara çevrilmişti, Can’ın bu ani hareketi ile, tam kendine aşkını yeni itiraf edebilmişken gelen bu teklifi geri çevirmek istemedi Bahar. “Canım” diyebileceği çok az insandan biri olmuştu bu adam hayatında, bütün ömrünü onunla geçirmeye hazırdı çoktan.
Bahar’ın “Evet”i ile, kafeden yükselen alkışlarla başladı yeni bir yaşam önlerinde, ikisi de, gençliklerinin başında yapayalnız kalmışlar, hayat onları en zor sınavlardan geçirmiş ve şimdi tek başlarına mücadele etikleri bu yolculukta, bir hediye gibi birbirlerini bulmuşlardı.
“İkna etmen gereken tek kişi ben değilim.” demişti Bahar, kafeden mutlulukla sarmaş dolaş çıktıklarında, Can, kızın Taner’i kastettiğini biliyordu, “Ne yapalım, ikimizin de bir ailesi olmadığına göre seni Taner’den isteyeceğiz demek!” diye cevap verdi Can gülerek.
Gerçekten de, evlenen insanların yaptığı ritüelleri yapacak bir aileleri yoktu ikisinin de, sonunda Cemal bey ve Hanife Hanım ile birlikte Aysel’lere gelip, Taner’den isteme olmasına karar verdiler neşeyle. Tabi Taner’in bu fikri nasıl karşılayacağını kestiremediklerinden, öncesinde üçünün bir yerlerde sohbet etmesinin daha uygun olacağını düşündüler.
Taner yüzü asık bir şekilde geldi buluşmaya Bahar ablasıyla, onun annesinden sonra en sevdiği insana ortak olan bu adama çok yüz vermeyi düşünmüyordu. Daha masaya oturur oturmaz.
“Biliyor musun Taner, ben çok kıskanç bir adamım.” dedi Can güçlü bir sesle. Bu rolü kendi oynamayı düşünen çocuk, daha ilk dakikadan gözlerini gözlerini dikmiş, meydan okuyan adamı görünce, Bahar’a sokuldu birden. Sanki o kapıdan giren delikanlı gitmiş, mahalledeki çocuklardan şikayet ettiği ablasının arkasına saklanmış küçük bir oğlan çocuğuna dönüşmüştü aniden. Böyle bir şey beklemeyen Bahar’da şaşırmıştı Can’ın tepkisine.
“Benim olmadığım zamanlarda Bahar’ı emanet edebileceğim senin gibi bir dost tanıdığım için çok memnun oldum gerçekten, bizim gibi insanlar zor bulunuyor. İkimiz bir arada daha güçlü olacağız.” diyerek elini uzattı Taner’e Can. Bu defa gülümsüyordu. Bir anda bütün havası sönen çocuk, ne olduğunu anlayamadan uzattı elini Can’a doğru. Bir yandan da, meydan okuma gibi başlayıp, güçlü ve kendine eşit bir erkekmiş gibi devam eden sözlerden gururu okşanmıştı. Yavaşça doğruldu bedeni yeniden, omuzlarını dikleştirdi elini uzatırken.
“Elbette, çünkü insanlar kuyruk olmuş, bana zarar vermek için yarışıyorlar.” dedi bahar ikisinin erkeksi tavır ve konuşmalarına gülerek.
“Öyle deme Bahar abla, ortalıkta kötü insan çok, Can abim doğru söylüyor.” dedi Taner alay edilmesine bozulmuş gibi.
Can’ın küçük numarası işe yaramış, Taner hemen ortak olmuştu onun düşüncesine, ilk dakikadan Can abi olmayı başarınca, gün boyu çocuğu mutlu edecek ne varsa onları yaptı Can’da. Yeni ortağını çoktan kazanmıştı gün sona erdiğinde.
“Demek çok kıskançsın” diye yazdı Bahar akşam eve döndüğünde.
“Öyleyim, şaka değil, seni kimseyle paylaşamam ben artık, Taner hariç!” yazdı Can’da cevap olarak.
Planladıkları gibi bir akşam, Cemal bey, Hanife hanım ve Can gelip istediler Bahar’ı, Taner’den. Taner’in bir itirazı olmadı elbette bu duruma. Sadece Cemal bey bir türlü anlayamadı, kızı ne diye bir çocuktan istediklerini ama ,yine de, “Allahın emri, peygamberin kavliyle” diye başlayan standart cümleleri kurdu Taner’e karşı. En çok Taner mutlu olmuştu bu yaşanılanlardan zaten. Elini savurarak öyle bir “Verdim gitti!” deyişi vardı ki, hepsi kahkahalarla güldüler.
(devam edecek)
Bir Bahar Hikayesi adlı hikayenin diğer bölümleri için linklere tıklayınız
Bölüm 1
/https://gulserenkilincyazar.com/2018/04/24/994/
Bölüm 2
https://gulserenkilincyazar.com/2018/04/25/bir-bahar-hikayesi-bolum-2/
Bölüm 3
https://gulserenkilincyazar.com/2018/04/26/bir-bahar-hikayesi-bolum-3/
Bölüm 4
https://gulserenkilincyazar.com/2018/04/27/bir-bahar-hikayesi-bolum-4/
Bölüm 5
https://gulserenkilincyazar.com/2018/04/28/bir-bahar-hikayesi-bolum-5/
Bölüm 6
https://gulserenkilincyazar.com/2018/04/29/bir-bahar-hikayesi-bolum-6/
[…] https://gulserenkilincyazar.com/2018/04/27/bir-bahar-hikayesi-bolum-4/ […]
BeğenBeğen
[…] https://gulserenkilincyazar.com/2018/04/27/bir-bahar-hikayesi-bolum-4/ […]
BeğenBeğen
[…] https://gulserenkilincyazar.com/2018/04/27/bir-bahar-hikayesi-bolum-4/ […]
BeğenBeğen
[…] https://gulserenkilincyazar.com/2018/04/27/bir-bahar-hikayesi-bolum-4/ […]
BeğenBeğen