Hasta değilim

Derisinin altında küçük karıncalar geziyor gibi hissediyordu, öyle çok ve ağırdıkar ki acı veriyorlardı. Boğazı bir bacanın ağzında beklemiş gibi yanıyordu. Dudaklarının derileri kuruyor, dili, damağı ve dişleri arasında durduğu her zamanki yerine yapışıp kalıyordu kuruluktan.

Arada bir etine bıçak saplayan ağrılarda gelince iyice çekilmez oluyordu. Onca dikkatine rağmen yine nasıl yapmışsa üşütmeyi başarmıştı. Her yutkunduğunu bir yanma hissiyle destekleyen vücut refleksleri sanki “her gün nasıl çalıştığımızı farketmiyor musun?” der gibiydiler ona. 

Şu şikayetler olmasa, üzerindeki tatlı rehavetle bütün gün uyurdu oysa, az önce biraz içi geçtiğinde kendini daha iyi hissetmişti zaten. Ama yarım saat uyanıklığın bile yorduğu bir durumdaydı bedeni. Uyumadan önce ayak ve el parmaklarında hisettiği soğukluk, şimdi kulakları, ensesi ve saç diplerine de eklenerek kora dönüşmüştü sanki. Uyumadan giydiği çorapları ve hırkasını çıkarıp rahatlamaya çalıştı biraz.

Nedense böyle hasta olduğunda hep normalmiş gibi davranmaya çalışırdı. Sanki bedeni o böyle davranırsa hasta olduğunu farketmeyip çabucak uyum sağlayacak ve eski haline dönecek gibi bir düşünce geliştirmişti. 

Hasta gibi hissetmeyi kim severdi ki zaten, sadece öğrencilik yıllarında okula gitmeyeceği için memnun olurdu hasta olduğuna. Bütün gün battaniyesinin altında yatar, annesinin şefkatli dokunuşları ve bakımıyla bir kedi gibi mırıldardı. Tüm sızılarına rağmen hasta olmak insanın annesi yanındayken güzeldi herhalde. “Sevgi tüm hastalıkların ilacıdır.” sözünü bir evlat söylemiş olmalıydı mutlaka. 

Şimdi de battaniyenin altında yatıyordu ama, gelip ateşini kontrol eden, bir çorba kaynatıp sevgiyle ona yediren kimse yoktu. Böyle anlarda insanın kendine acıma duygusu hemen harekete geçiyordu. Bu yüzden hasta değilmiş gibi davranmak işine geliyordu onun da. 

Hayatta en sevmediği şey kendine acıyan insanlardı. Herkesin yapabileceği bir şey varken, sürekli şikayet edip, ne kadar acınası bir durumda olduğuna ikna etmeye çalışan insanlar yoruyordu onu. 

Çoğu bir şey yapmaktan, hatta mutlu olmaktan aciz insanlardı onların. Diğerlerinin onlara acıması ile besleniyor gibiydiler. Oysa hiç mücadeleleri yoktu. Şikayet ettikleri durumlar zaten herkesin hayatında olabilecek şeylerdi. Bir insanın kendine acıması, zaten baştan kaybetmesiydi ona göre. Başkaları gelsin onların sorunlarını çözsün diye bekledikleri zavallı bir durumdaydılar çoğu. 

O hiç bir zaman öyle biri olmamıştı, en azından olmamak için çaba sarfetmişti. Kendini acımanın zavallı girdabında bulduğunda daima başkalarını suçladığını farketmişti neyse ki. Oysa kimse kimseye yardım edemezdi. Herkes mutluluğu kendi başına yakalayabiliyordu. 

Mutluluk gerçekleştikten sonra paylaşınca güzeldi, ama acılar paylaşınca mutluluğa dönmüyordu maalesef. Aksine mutsuzluk oluyordu sadece. 

Bu yüzden çok mutsuzdu insanlar, her şey herkes sorundu çünkü. Kendileri değildi. Onlar ellerinden geleni yapıyor ama bir türlü hayat yolunda gitmiyordu. Aksilikler, yanlış anlaşılmalar, gereğinden çok değer vermişimler hep diğerlerinin suçuydu. Herkes için böyleyken, herkes hem suçlu, hem güçlü oluyordu haliyle. Sorunlarsa çözülmeden, mutluluklar yaşanılmadan kaybolup gidiyordu. 

Evet biraz üşütmüştü, ama bu uzandığı yerden düş kurmasına engel değildi örneğin, dinlenmek için bir fırsattı ayrıca, kitap okuyabilir, bir film izleyebilir. Bedeni kendine gelene kadar çok da güzel vakit geçirebilirdi. 

E ne duruyordu o zaman? 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s