Sihirli Lamba – Bölüm 2

O gün para alamayacağını öğrenen Mustafa beyin canı çok sıkıldı ama bir şey diyemedi. Yeniden eve doğru yürürken, pazara uğrayıp dökülen elma var mı diye bakacağını hatırladı. Yevmiyesini alamadığı için ucuz da olsa satıcıdan alma şansı kalmamıştı. Elma ile birlikte belki sebzelerde bulurum diye düşünerek toplanmaya başlamış pazara girdi. Tezgahlarını toplayan esnaf kalan çöpleri bir yere yığıyordu. Onun gibi dökülenleri toplamaya gelmiş bir kaç kişi daha çöpleri eşeliyor, toplanan tezgahların altlarını kontrol ediyorlardı. Hava da artık iyice karardığından yerdeki çöplerin içinde bir şeyler bulmak zorlaşıyordu. Bütün pazarı dolandığı halde bir tane ufak patlıcan ile iki patates dışında bir şey bulamadı. Aliye hanım bu küçücük patlıcan ve patatesle harikalar yaratırdı. Ancak çocukların okula götürmeleri gereken elmalar maalesef yoktu. Pazarcıların bıraktığı kağıtlardan birine bulduklarını sarıp, derin bir iç geçirerek çıktı ve eve yürümeye başladı. Çok yorulduğu için belinin ağrısı da çoğalmıştı. Yürümek de iyi gelmiyordu ama ulaşıma para vermek istemediği için mümkün olduğunca her yere yürüyerek gidiyordu. Pazardan çıkıp, sokağı dönünce sokak lambasının aydınlattığı o elma ağacını gördü. Yıkık, dökük bir bahçe duvarının arkasında öylece duruyordu. Üzerindeki kırmızı elmaları bulunduğu yerden bile seçebiliyordu.

“İşte!” dedi sevinçle, “Elmaları buldum!”

Heyecanla oraya doğru yürüdü, elma ağacının gövdesinde kocaman asılmış kağıtta “Koparmayın!” yazıyordu. Onu görünce durakladı. Aslında adam haklıydı, ağaç tüm heybetiyle kendini yoldan gelen geçene gösteriyordu ama ondan bir elma koparmadan geçebilen acaba kaç kişi vardı. Gün sonunda belki de ağacın sahibi kendi yemek için elma bulamıyordu. Yine de elma ağacı karşısına çıkmışken eve eli boş giderse çocuklar çok üzülürdü. Kendisi de üzülürdü. Uzandı ve yazıya rağmen iki tane güzel elma kopardı ve pantolon ceplerine sokuşturdu. Sonra arka cebinden babasından kalan çakıyı çıkardı ve “Allah’ım sen bu bahçenin sahibinin bereketini, bolluğunu artır. Şu Ramazan gününde beni de bu elmaları aldığım için günaha sokma. Çocuklarımın boğazından bu güne kadar hiç haram lokma geçirmedim. Babamdan kalan yegane şeyim, değerlim bu çakıyı elmaların karşılığı olarak bıraktığımı gör! Beni affet!” diye dua edip, çakıyı ağacın dibine bıraktı.

Tam doğrulup, bahçeden çıkacağı sırada ise evin kapısı açıldı ve ev sahibi çıkıp onu gördü.

“Seni hırsız, demek yazıya rağmen utanmadan elmalarımı çalıyorsun öyle mi? Puh sana!”

Mustafa bey hiç beklemediği bu durum karşısında korkuyla sıçradı önce sonra da adama bir hırsız olmadığını anlatmaya çalıştı yalvararak.

“Yok beyim ne hırsızı? Ben sadece çocuklarım için iki elma koparttım!”

“Görmüyor musun koskoca yazıyı, ben bu elmaları gelen geçenin karnı doysun diye mi büyütüyorum! İşte itiraf ediyorsun, iznim olmadan elmalarımı almışsın!” diyerek Mustafa beyin yanına geldi adam.

“Bakın ben de hırsızlık yapmış olmayayım diye size babamın çakısını bıraktım! İşte orada!”

“Ne yapayım ben senin eski çakını be? Elma istiyorsan git şu pazardan alsana!” diye hırladı adam.

“Beyim inanın hiç param yok! Çalıştığım yerden paramı vermediler!”

“Bu benim elmalarımı çalman için neden değil!”

“Yarın paramı alınca söz veriyorum gelip size iki elmanın parasını takdim ederim!” dedi Mustafa bey çaresiz bir şekilde.

“Senin paranı da çakını da istemiyorum pis hırsız!” dedi adam ters ters

“Ne istiyorsunuz, söyleyin yapayım o zaman!”

“Bahçemi belleyeceksin!”

“Tamam, öbür gün gelir akşama kadar çalışırım bahçenize!” diye gözleri parladı Mustafa beyin.

“Olmaz, şimdi belleyeceksin!”

“Beyim, oruçluyum bak daha iftar edemedim, evime gidiyorum. Ne olur bırak söz verdiğim gün gelip yapayım!”

“Hah! Hem oruçlusun hem hırsızlık peşindesin! Niye inanayım ki sana! Komşular yetişin hırsız yakaladım!” diye bağırmaya başladı adam bu defa

Mustafa bey adamın bağırması kesilsin diye çaresiz kabul etti teklifini ve gecenin karanlığına rağmen aç karnına bütün bahçeyi uğraşıp üç saatte belledi. İşi bittiğinde artık ayakta duracak hali kalmamıştı. Çakısını da adamda bırakıp eve neredeyse sürünerek ulaştı.

Onun bu kadar geç kalması Aliye hanımı iyice meraklandırmıştı. Çocuklar babalarının gelirken elma getireceğinden emin uyuyorlardı. Kapıdan girer girmez olduğu yere yığılan kocasını tutup zorla koltuğa oturttu Aliye hanım.

“Su ve Aliye!” diye inledi Mustafa bey, bir yudum suyu içtikten sonra başına gelenleri fısıltı ile anlattı ve yine de gülümseyerek cebinden çıkarıp iki koca kırmızı elmayı karısına gösterdi. Aliye hanım gözleri yaşlarla kocasına gülümsedi ve kalkıp ona ayırdığı yemekten ısıttı ve hali olmadığı için kaşık kaşık kendisi yedirdi. Zavallı adam uyumadan önce “Çocukların boğazından haram lokma geçmeyecek en azından!” diye mırıldandı karısına ve derin bir uykuya daldı sonra.

Sabah uyanıp masada kocaman ve kıpkırmızı elmaları gören çocuklar sevinç çığlıkları atarak babalarına koşup sarıldılar. Mustafa bey bir önceki günden daha kötü hissetmesine rağmen erkenden kalmış amelelik etmek için inşaata gitmeye hazırlanmıştı. Çocuklar onun nasıl hissettiğini anlamasın diye gülümseyerek ikisini de sarılıp öptü.

“Alaaddin’in sihirli lambası elmalarımızı getirmiş ama arkadaşlarımızın da bu güzel elmalardan yemesini istiyoruz!” dedi Canan annesine, Aliye hanım zaten iki tane olan elmayı arkadaşları ile bölüşmek isteyen çocuklarına sevgi ile bakıp, hiç ikiletmeden ince dilimler halinde doğradı ve bir torbanın içinde çocuklarına geri verdi.

“Bari bir parçasını da sen yeseydin!” dedi Can annesine.

“Olmaz, onlar sizin elmalarınız, okulda afiyetle yiyin. Ben zaten elma sevmem!” diye yanıtladı annesi ve çocuklar güle oynaya gittiler okula, ve beslenme saati geldiğinde dilimlenmiş elmaları sahiden de arkadaşlarına da ikram ederek afiyetle yediler.

Akşam olunca da babalarının inşaata giderken kötüleşip geri eve döndüğünü ve ateşler içinde yattığını bilmeden eve döndüler. Geceden beri kocasının yaşadıklarına ve haline çok üzülen Aliye hanımın da tansiyonu yükseldiği ve dizleri de çok ağrıdığı için zorla hareket ediyordu.

Anne ve babalarının halini gören çocuklar hemen aralarında bir karar alıp, o akşam ikisine de bakmaya ve evdeki tüm işleri yapmaya karar verdiler. Aliye hanım kocasının alnına koymak için sirkeli su hazırlamıştı. Onun talimatı ile sirkeli suyu ara ara değiştirip, annelerinin pişirdiği çorbadan içirdiler. Mustafa bey ona bakmak için adeta yarışan çocuklarına sevgi ile bakıyor ama kendinde derman bulamadığı için kalkıp olanlara müdahale edemiyordu. Aliye hanım o gün yapması gereken hamurları yapmış ama kocasına bakıp, koşturmaktan bulaşıkları bile kaldıramamıştı. İki kardeş anneleri daha fazla yorulmasın diye onları da hallettikten sonra aynı odanın içinde olan yataklarına oturup, hızlıca ödevlerini tamamladıktan sonra oracıkta sızıp kaldılar.

Sabah uyandıklarında Aliye hanım zar zor kalkıp onları okula uğramıştı. Çocuklar anneleri yorulmasın diye ellerinden geldiğince kendi başlarına hazırlandılar ve akılları evde okula koştular. Sınıflara girmeden eksikleri olsa da her zaman derli toplu gelen çocukların dağınık saçlarını gören öğretmen Canan’ı çekip, “Kızım ne oldu saçını taramadın mı bu sabah?” diye sordu.

“Öğretmenim annemiz ile babamız çok hasta olduğu için kendimiz hazırlandık!” dedi mahcup bir şekilde.

“Doktora gitmediler mi?” dedi öğretmen.

“Annem sirkeli su yaptı öğretmenim!” diye atıldı Can hemen. Canan o sırada minik elleri ile saçını toparlamaya uğraşıyordu. Öğretmen onu tokasını çıkarıp eliyle saçını düzelttikten sonra yeniden topladı ve “O kadar hastalığa sirkeli su yeter mi oğlum! Doktor lazım!” dedi hayretle, “Haydi şimdi doğru sınıfa!”

Çocuklar birbirlerine bakıp, sınıfa koştular, ders başlamadan Can “Öğretmen haklı, doktor bulmamız gerek!” diye fısıldadı kardeşine.

(devam edecek)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s