“Yerdeki ve gökyüzündeki tüm anne yüreklilerin günü kutlu, ülkemiz ve milletimiz için her şeyin en hayırlısı olsun!”
Teneffüs zili çaldığınca Canan yerinden fırlayıp, öğretmenler odasına yürüyen öğretmeninin eteğine yapıştı.
“Ne oldu?” dedi öğretmen şaşkınla dönerek.
“Öğretmenim lamba nerede satılır?”
“Lamba mı?”
“Evet!” dedi Canan gözleri parlayarak.
“Avizecilerde herhalde! Ne yapacaksın sen lambayı?”
“Hayır o lamba değil, Alaaddin’in sihirli lambasını diyorum!”
Öğretmen çocuğun ne sorduğunu tam kavrayamadı ama küçük yaş gruplarının tuhaf sorularına alışkın olduğu için çok üzerinde durmadı, “Ne bileyim, antikacılarda herhalde!” dedi gülümseyerek ve teneffüsü ziyan etmemek için öğretmenler odasına yürümeye devam etti hızlı adımlarla.
Can kardeşinin hızla fırlayıp gitmesine şaşırmış, o da peşinden koşup gelmişti. Canan cevabı alıp hızla arkasını dönünce, Can ile burun buruna geldi.
“Duydun mu?” dedi heycanla.
“Antikacıyı mı? Evet duydum ama orada ne var onu anlamadım!”
“Lamba tabi ki seni şapşal!” dedi Canan bilmiş bilmiş gülerek.
“Ne lambası?”
“Of Can! Sihirli lamba tabi ki! Ondan anne ve babamız için doktor isteyeceğiz, bize gerçeği lazım!”
“Sahi mi?” dedi Can gözlerini kocaman açarak, kardeşinin bu akıllıca fikrini takdir etmişti. Ancak ikisi de antikacı ne demek bilmiyorlardı. Aralarında antikacının ne olduğunu konuşa konuşa sınıfa giderlerken onları duyan bir arkadaşları “Ben biliyorum var bizim orda!” deyince hemen ondan evinin yerini öğrendiler. Aslında okul ve evden başka bir yere gitmedikleri için tam olarak anlayamadılar ama ders zili çaldığı için de devamını soramadılar.
Can kardeşine bakıp, “Sen anladın mı?” deyince, o da başını salladı.
Okul biter bitmez heyecanla dışarı fırladılar ama okulun önünde durup ne yöne gideceklerine karar veremediler. Çünkü arkadaşları onlara okuldan çıkınca ne yöne gideceklerini anlatmayı unutmuştu.
“Bence sağdan gideceğiz!” dedi Can, “Çünkü market var demişti, bak orada büyük bir market var!” diyerek ilerideki marketi gösterdi. Canan biraz düşündükten sonra kardeşinin doğru söylediğine karar verdi ve başka bir market olabileceği ihtimalini hiç düşünmeden o yöne yürüdüler. Market bir sokağın başındaydı.
“İşte bu sokak olmalı!” dedi Canan ama sokak boyunca yürüdükleri halde başka bir dükkan göremediler. O sokak mı, bu sokak mı diye bir kaç yer dolaştıktan sonra yoldan geçen birine sormaya karar verdiler. Zaten acelesi olan adam çocukların antikacıyla bir işi olmayacağını tahmin ederek, “Eskici var şuradan dönünce, oraya gidin!” diye cevap verdi ve yürüyüp gitti.
“Eskici mi?” dedi Canan yüzünü buruşturarak.
“Demek ki antikacı dedikleri eskiciymiş!” dedi Can bilmiş bilmiş ve bu defa heyecanla adamın söylediği dükkana yürüdüler. Burası ikinci el kıyafetlerin satıldığı küçük bir dükkandı ama içeride ve dışarıdaki askılarda kıyafetten başka bir şey yoktu.
Dükkan sahibi iki küçük çocuğu görünce “Ne istiyorsunuz?” diye sordu.
“Biz lamba arıyoruz, Alaaddin’in sihirli lambasını!” dedi Canan.
“Alaaddin’in sihirli lambası mı?” diye gülmeye başladı kadın, “Bulursanız bana da haber verin!”
“Antikacıdaymış!”
“Antikacı mı? Doğru bak bu olabilir!” diyerek ciddileşmeye çalıştı kadın çocukların gayet ciddi olduklarını görünce.
“Burası antikacı değil mi?”
“Hayır!”
“Peki nerede antikacı var?”
“Bu sokaktan caddeye geri çıkın ve karşıya geçin ama dikkatli olun!” dedi kadın. İki çocuk kulaklarını dört açmış başlarını salladılar aynı anda, “Sonra köşesinde eczane olan sokağa girin ve sonuna kadar yürüyüp, sola dönün. Orada vitrininde tabak, takı falan olan bir dükkan göreceksiniz. Melike hanımın dükkanı, kaybolursanız öyle sorarsınız!”
“Tamam!” dediler çocuklar ve hızla tarifi tekrarladılar. Arkadaşlarının verdiği tarifi unutunca akıllanmışlardı.
“Gerçi o da her zaman açmaz ama şansınıza belki bu gün açıktır! Ona sorarsınız lambanızı!”
“Tamam!” dediler yeniden heyecanla ve dükkandan fırlayıp, ezberlerindeki tarifi unutmamak için tekrarlayarak bahsedilen dükkana ulaştılar.
“İşte!” dedi Can sevinçle, “İşte orada bak!”
Canan vitrine yaklaşıp, kardeşinin gösterdiği porselen çaydanlığa baktı.
“Bu mu lamba?” dedi şaşkınlıkla.
“Bu olmalı, babamın anlattığı gibi baksana, o da çaydanlığa benziyor demişti. İşte bu da benziyor ama bizim çaydanlığımızdan çok güzel, tabak gibi, resimleri de var bence lamba kesin bu!”
“Haklısın, ancak sihirli bir şey bu kadar güzel olabilir!” dedi Canan ve koşarak dükkanın kapısın asıldı ama kapı açılmadı. Dükkanın önündeki bağırış, çağırışı duyan yandaki çiçekçi kapının önüne çıkmıştı.
“Melike hanım açmadı bu gün!” dedi çocukları görünce.
“Bizim onu bulmamız gerek!” dedi Canan.
“Yarın açar, yarın gelir!” dedi adam ve müşterisi geldiği için dükkanına geri döndü.
“Ne yapacağız şimdi?” dedi Can hayal kırıklığına uğramıştı.
“Yapacak bir şey yok, yarın geleceğiz!” dedi Canan, “Haydi geç kaldık eve dönelim!”
Geldikleri yolları zar zor hatırlayıp, önce okula, sonra oradan da eve vardılar. Her zaman ki saatlerinden çok geç kaldıkları için anneleri onları merak etmişti.
“Okulda oyalandık!” dedi Canan hemen, “Özür dileriz!”
“Kızım bu nereden çıktı!” dedi Aliye hanım, “Ben size okul çıkışı doğru eve gelin demiyor muyum? Babanız da hasta zaten, bir de sizinle mi uğraşayım?” diyerek sarıldı onlara. Gerçekten endişelenmişti ama çocukları korkutmak istemiyordu. Çocuklar içeri girip yeniden özür dilediler ve babalarının başına geçip onun nasıl olduğuna baktılar. Mustafa beyin ateşi biraz düşmüş olsa da daha iyileşmemişti. İşin kötüsü Aliye hanımın da ateşi vardı. Yapılacak işlerde annelerine yardım edip, babalarını sirkeli suyla sildikten sonra yataklarına oturdular ve aralarında fısıldaşmaya başladılar.
“Annem de hasta olmuş, yarın birimizi kalıp onlara bakmalıyız!”
“Lamba ne olacak?”
“Sen evde onlarla kal! Ben okula gidip, sonra da lambacıya giderim!”
“Neden sen gidiyormuşsun?” dedi Can bozularak.
“Çünkü ben öğretmeni senden iyi dinliyorum. Okula sen gidersen yarın ki dersi hiç öğrenemeyiz!”
Kız kardeşinin haklı olduğunu bilen Can bir şey diyemedi bu lafın üzerine, mecburen kabul etti. Hemen ödevlerini tamamladılar ve bir şeyler yedikten sonra uyuyup kaldılar. Sabah uyandıklarında Aliye hanımın ateşi de iyice yükselmişti. O yüzden çocuklardan birinin evde kalıp, diğerinin gitmesine itiraz etmedi. Canan kardeşine işi halledeceğine söz verip çıktı evden ve doğru okula gitti. Öğretmenine kardeşinin de hasta olduğunu söyledi. Öğretmen bir gün önceden anne ve babanın hasta olduğunu duyduğu için bir şey demedi. Canan’ın tokasını çıkarıp, saçını topladı yine. Çocuklar bazen dikkat çekmek için de yalan söylerlerdi. Can ve Canan’ın da çok geniş bir hayal güçleri olduğunu biliyordu. Bu yüzden anne, babanın ve kardeşin birden o kadar hasta olduğuna inanmak istemedi nedense. Canan’ın da bu kadar neşesi yerinde olduğuna göre yine hayal güçlerinin bir sonucunu yaşıyorlardı belli ki.
Canan bu defa kendi başına onca yolu hatırlayıp gitmesi gerektiği için hem heyecanlı, hem de gergindi. Defterinin arka tarafına hatırladığı kadarıyla bir yol haritası çizdi teneffüste. Okuldan çıkana kadar heyecandan yolu unutursa bu haritaya bakacaktı.
Nihayet son ders zili de çalınca koşarak çıktı okuldan ve haritasını da takip ederek, Melike hanımın dükkanını eliyle koymuş gibi buldu. Daha dükkana yaklaşırken kapının açık olduğunu görünce neredeyse yüreği ağzından fırlayacaktı.
(devam edecek)