Günlük – Bölüm 14

Kitap ilk olarak internet kitapçılarında ve büyük şehirlerde raflara çıkacağı için Kocaeli’nde Defne’nin bir kitapçıda görme şansı olmayacaktı.

“Kitabını rafta görmek için İstanbul’a gideriz sen merak etme!” diyordu Çağla.

“Canım kardeşim, kitap basılıp, okunduğunu bildikten sonra inan hiç görmesem de olur. O kadar heyecanlıyım ki? Bu aşamaya kadar hep senin sayende geldim!”

“Ben sadece seni biraz dürttüm hepsi bu, tüm bunlar senin azmin ve başarın! Hepsinden önemlisi de cesaretin, eğer hayatının iplerini yeniden eline almaya cesaret edememiş olsaydın, şimdi o hâlâ o emlakçıda çalışıp, Mithat’ın himayesinde yaşıyordun!”

“Yine de o akıl sağlığı raporunu alana kadar benim de kendimle ilgili şüphelerim vardı!”

“Bu da ayrı bir cesaretti, hangimizin akıl sağlığı yüzde yüz yerinde ki aslında. Aylardır ilaç içmiyorsun, Mithat’ın olacağını söylediği hiç bir atak yaşanmadı, aksine düşünme hızın bile yükseldi farkında değil misin? Algıların açıldı, dünyayı, olayları daha iyi görmeye başladın. Sen zaten hep çok akıllı bir insandın! O kriz her neydiyse sana bir uğradı ve gitti hepsi bu. Kalamadı çok şükür!”

“Çok şükür!” dedi Defne gözleri dolarak, “Hayatımın sonuna kadar öyle kalacağım korkusu ile yaşamak nasıl bilemezsin? Tam bir çaresizlik hissiydi. Sen olmasan o çaresizlik girdabından beni kimse çekip çıkaramazdı!”

İki kardeş göz yaşları içinde sarıldılar, Ayşen ve Ayşegül’de annelerinin göz yaşlarını görünce dayanamadılar ve onlarda ağlayarak anne ve teyzelerini sardılar hemen.

“İstanbul’a ben de gelebilir miyim?” diyen sesi bozdu Ayşen’in bu duygusal anı ve hepsi birden gülmeye başladı meraklı miniğin kendine çıkardı bu seyahat payına.

Kitabın yayınlanmasından bir ay sonra Ayşegül’ü de götüreceğine söz vererek Ayşen’i alıp, yayınevinin düzenlediği ilk imza günü için İstanbul’a gitti Defne bir kez daha. Bu imza günü henüz adı duyulmamış bir yazar olarak Defne’ye özel değildi elbette. Yayınevinin son bir yıl içinde kitabı çıkan tüm yazarlarına ortak olarak düzenlediği bir imza günü, aynı zamanda bir reklam çalışmasıydı. Birer günlük konaklama ücretlerini yayınevi karşılıyordu. Ayşen zaten minicik bir kız olduğundan teyzesi ile birlikte uydular. Bütün gün kitapçıda sıkılmış olsa da yine de gelmeyi kendi istediği için hiç sesini çıkarmadı. Saat beşte sona eren imza gününden sonra teyzesi onu ödül olarak bir hamburgerciye götürünce neşesi yerine geldi. Oyuncaklı menülerden birini alarak dönene kadar o minik oyuncakla oynadı. Üç ay sonra Ankara’da bir başka imza günü daha yapılacaktı, altı ay sonra da İzmir’de. İkinci tatil dönemine denk geldiği için ona Ayşegül ile gideceklerdi.

Kitap Muğla’da satışa çıkmadığı, çıksa bile zaten Mithat’ın kitaplarla arası olmadığı için karısının kitabının yayınlandığını ancak dört ay sonra öğrenebildi. O da İstanbul’da yaşayan bir arkadaşının günü geçen imza günü afişini bir yerde görmesi ve “Bu yazar senin karın mı?” diyerek Mithat’ı araması ile ortaya çıktı. Arkadaşı kapatır kapatmaz internette kitabı aratan Mithat, “GÜNLÜK” adıyla yayınlanan kitabı ve karısının fotoğrafını bir arada görünce artık hiç şansının kalmadığını anladı. En azından korktuklarının hiç biri gerçekleşmemişti. İlacı bıraktıktan bunca ay sonra bir terslik olmaması onu da yavaş yavaş daha az stresli bir hale sokmuştu. Hatta biri ile görüşüyordu son bir kaç haftadır. Daha resmi olarak boşanmamışlardı ama kafasını dağıtmaya ihtiyacı vardı. Giden Mithat değildi neticede, yine de karısının veya başkalarının kulağına gitmemesi için temkinli davranmayı da elden bırakmıyordu tabi. Karısına tebrik için bir mesaj atmayı düşündü ama konu kitap olunca bunun tebrikten çok alay eder gibi anlaşılacağını düşündüğü için vazgeçti. Kitap aralarında yaşanılanların sembolü gibi olmuştu. Ara ara internetten kitabın adını yazarak takip ettiğinde ne karısı ne de kitapla ilgili bir habere rastlayamadı. İnternet satışları devam ediyordu. Sonuçta her gün onlarcası yayınlanan kitapların arasında kaybolup gidecekti.

Ankara’daki imza günü yaklaştığında Ertuğrul karısına sürpriz yaparak üç bilet aldı.

“Bence sen de ablanla gitmeyi hakkediyorsun bu ikinizin başarısı” dedi, otelde yerlerini de ayırtmıştı.

“Ertuğrul bunu nasıl hallettin, çok olmayacak mı?” dedi Çağla kocasına sevgiyle bakarak

“Karıma hediye olarak yaptım” dedi Ertuğrul, Ayşegül’e söz verildiği için o da annesi ve teyzesi ile gidecekti. Ertuğrul o iki gün için yıllık iznini almış, küçük kızını da alıp Amasya’da yaşayan ailesini ziyarete gidecekti. Ayşen buna biraz bozulsa da, teyzesi ona kitapçı da nasıl sıkıldığını hatırlatınca babası ile babaannesinin köyüne gitmeyi daha eğlenceli buldu. Babaannesi ile dedesi o ne isterse yapıyorlardı. Ayşegül ondan büyük olduğu için annesi ve teyzesi ile Ankara’ya gitmeyi çok havalı buluyordu. Çantasına en güzel bulduğu kıyafetlerini koydu. Plana göre Defne kitapçıda imza gününde iken onlar da anne kız önce Anıtkabir’e gidecek sonra da gezecekler, akşama da teyzesi ile plan yapacaklardı. Defne, Mithat ile daha önce bir kaç kez Ankara’ya geldiği için birazcık biliyordu. Kardeşi ve yeğeninin sıkılmaması için onlara gezebilecekleri yerleri söyledikten sonra o kitapçıya geçti. Çıkışta onlarla başka yerde buluşacaktı. Yayınevinin son bir yılda kitabı çıkan on yazarı vardı. İki tanesi bu defa gelemedikleri için küçük kitapçının içinde sekiz kişi okurlarını beklemeye koyuldular. İstanbul’da kitapçının da işlek bir yerde olmasından dolayı epeyce kitap satışı olmuştu. Gelenlerin çokluğu Defne’yi bile şaşırtmıştı, çoğu yazarları bildiğinden değil de kitapçıya uğrayanlardan oluşsa da yine de kitaplarından alan olmuştu. Ankara’da böyle bir kalabalık olmayacağı konusunda yayınevi onları uyarmıştı. Hem okulların tatil olduğu bir zamana denk gelmiş, hem de kitapçı iyi bir semtte olsa da en hareketli semtlerden birinde değildi.

Öğlene kadar tek tük insanın içeri girdiği kitapçıda, öğleden sonra biraz hareketlenme olmaya başlayınca yazarların da yüzleri gülmeye başladı. Kapının üzerine asılan çan her çaldığında hepsi birlikte kapıya bakıyorlardı. Öğleden sonraya kadar Defne’nin masasına gelen sadece dört okur olmuştu ama o yine de sıkılmıyordu. Beklerlerken hepsi birbirilerinin kitaplarını okumaya başlamışlardı.

Defne elindeki kitaba daldığı için son bir kaç seferdir kapının açıldığında duyulan çan sesini kaçırmıştı. Uzun zamandır sadece kendi kitabına odaklandığı için başka kitapları unutmuştu. Aylar sonra kendininkiler yerine bir başkasının kaleminden dökülenleri okumak çok hoşuna gitmişti. Elindeki kitap da oldukça sürükleyici bir polisiye romandı. Yazarı hemen çaprazındaki masada oturan ufak tefek esmer kadındı. Kendini kaptırmış okumaya devam ederken, kendi yazdığı kitaptan bir bölümü, yüksek sesle okuyan erkek sesiyle başını kaldırdı. Saçlarının kenarlarına aklar düşmüş kırk kırk beş yaşlarındaki adam Defne’nin tam karşısına geçip elindeki kitabı açmış, yüksek sesle seçtiği bölümü okuyordu. Kitapçıdaki herkes adamın gür sesini duyunca susup onu dinlemeye başladılar. Adam sanki bir tiyatro sahnesinden seyircisine sesleniyormuşçasına vurgulu ve yüksek sesle okuyordu. Herkes bunun yayınevinin planladığı bir mizansen olduğunu düşünmüştü. Adam etrafında olan bitene aldırmadan okumaya devam etti.

“Miyase andan kaçan zihninin içinde dolaşan “Yükselen Yaşam” isminin sahteliğini düşünürken arabanın kapısı yeniden açıldı ve Mehmet’in allak bulak olmuş yüzü ve korku dolu sesiyle kendine geldi.

‘Bana yardım etmelisin! İn haydi!’

‘Ne oldu?’ dedi Miyase endişeyle. Mehmet onu kolundan tutup dışarı çekti ve yerde yatan karaltıyı gösterdi. ‘

(devam edecek)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s