Elim kolum bağlı – Bölüm 12

“Ben hiç bir işe yaramıyorum!”

Son bir kaç aydır Mercan’ın dilinden düşürmediği bir sözdü bu.

“Ne demek bir işe yaramıyorum abla, bak bu kızıl kafanın annesisin sen daha ne işe yarayacaksın afedersin?”

“Annesiyim evet ama bu çocuk büyüyecek ve model alacak bir anne ve bir baba bulamayacak karşısında. Hayatında kazara hamile kalmış ve başka hiç bir şey olamamış asalak bir annesi olacak sadece. Hesap soracak bana ne diyeceğim ben?”

“Mercan bak Tunç küçük yoruluyorsun. Uykusuzluk, ev işleri, tüm yaşadıklarımız yordu seni. Yapma böyle. Bunu hamileliğini ilk öğrendiğimde konuşmuştuk hatırladın mı?”

“Teyzen baban mı diyeceğiz yani Tunç’a?”

“Canım benim istersen bir kaç gün izin alayım Tunç’a bakayım, sen de biraz gez dolaş ha ne dersin?”

Deniz’in tüm çabalarına rağmen gün geçtikte Mercan kendini bir girdabın içine sürükledi durdu. Onun zayıf olduğunu hep biliyordu Deniz ama tam şimdi ona muhtaç bir çocuk varken bu halini anlayamıyordu bir türlü. Bu çocuk için hayata tutunması gerekiyordu şimdi. Asıl şimdi yaşamak için bir nedeni vardı, bunu nasıl göremiyordu.

“Annemle babama, sonra halama, şimdide sana yüküm ben. Kendim yetmezmişim gibi bir de babasız bir çocuk doğurdum. Bak işe bile almıyorlar beni gördün mü?”

“Mercan bu dünyanın en zor mesleği anne olmaktır. Bizim annemizi hatırla. Seni böyle görmek ister miydi? Ne kadar güçlü bir kadındı o!”

“İşte bu daha kötü ya! Görse utanırdı benden!”

İçinden Mercan’ı tokatlamak geliyordu artık ama yine de sabrediyordu Deniz. Sonunda onun bir psikologla konuşmasının uygun olacağına karar verdi, çünkü geçici sandığı bu durum her geçen gün artmaya devam etti. Kendine bu derece acıdığı yetmiyor gibi çocuğu da unutuyordu artık. Sanki bir anda kızın kafasına bir şey düşmüştü. Hem kızıyor, hem onun gidişatından korkuyordu Deniz.

“Hiç mi bir şey rast gitmez bu hayatta!” diye söyleniyordu içinden, “Abla ne olur geriye bir sen kaldın. Benim de gücüm yok ama direniyorum!” diye yalvarıyordu öte yandan da.

Çok yorulmuştu artık, ailenin direği olmaya çalışmaktan, ayakta kalmaya çalışmaktan. Tam her şey yoluna girdi, evleri yeniden sevgi dolu bir ortama dönüştü diye sevinirken Mercan’ın bu halleri ciğerine hançer gibi girmişti. Tunç’u bezden kesmeyi başaramasalardı çocuğun altı sürekli yara olacaktı Mercan’ın dalıp gitmeleri yüzünden. Sabahları yataktan kalkamıyor, ev işlerine gücü yetmediği gibi durup dururken ağlamaya ve ne kadar başarısız olduğu konusunu tekrarlamaya başlıyordu.

Doktor ilk görüşmenin ardından çabucak “tükenmişlik sendromu” teşhisi koydu Mercan’a. Hastalık çok yavaş ve sinsi ilerlediğinden ancak bu aşamaya geldiğinde farkedilebiliyordu. Tek nedeni depresyondu elbette. Mercan’ın zayıf direnci üst üste yaşanılanlara dayanamamıştı. Bir çocuk sahibi olmanın ağırlığını ancak Tunç bir yaşını geçtiğinde algılamaya başlamıştı. Ondan önce her şey bir evcilik oyunu gibiydi. Bebeği besle, temizle, uyut, sev.

Bu sonu gelmeyen yorucu oyun, Deniz’in eline bakıyor ve onu serbest bırakamıyor olmanın baskısı, Tunç adına artan gelecek kaygıları ve geçmişteki tüm olaylar birleşince Mercan’ın gücü tükenmiş. Zihni onu değersiz ve işe yaramaz olduğuna ikna etmişti. Doktorun demesine göre aslında biraz da ilerlemişti hastalık. Daha başlangıç aşamasında farkedip gelmiş olsalar daha hızlı bir düzelme sağlayabileceklerdi.

“Düzelecek ama değil mi?” dedi Deniz endişeyle, “Yani hep böyle kalmayacak!”

“Elimizden geleni yapacağız elbette, hastaların çoğu düzelir.”

“Kalanı?”

“Biraz uzun sürebilir elbette!”

Deniz’in işten ayrılıp Tunç ile ilgilenme şansı yoktu. O zaman ne ablasını tedavi ettirebilir, ne de hayatlarının devamını sağlayabilirdi. Bu yüzden ilk iş olarak Tunç’ı bir yuvaya yazdırdı. Oğlan iki buçuk yaşına gelmişti, doktoru erken buluyordu ama annesinin durumunu öğrenince o da en iyisinin bu olduğunu onayladı.

Mercan hiç değilse böylece kendine zaman ayırabilir, dinlenebilir, doktorunun önerdiği gibi yürüyüşlere çıkabilirdi. Ancak evde olup onu kontrol etme şansı olmayacaktı. O zaman farketti ki ablasının bir tane bile arkadaşı yoktu. Yıllar boyunca kimse ile arkadaşlık etmemişti. Bir fırın kuyruğunda edindiği ilk arkadaştan hamile kalmış olması inanılmaz görünüyordu bu şartlarda.

“Ne tür bir şansımız var bizim ailecek acaba?” diyordu Deniz kendi kendine sürekli ama ablasının düştüğü ruh haline düşmemek için o da daha dikkatli davranıyordu artık. Eğer Deniz ayakta kalamazsa zavallı kızıl kafanın hayatı hepsininkinden beter olacaktı çünkü. Sabahları işe giderken Tunç’u yuvaya bırakıyor, akşam gelirken de alıyordu. Mercan çoğu zaman yemek bile yapmamış olduğundan, akşamları Tunç uyuduktan sonra yemekleri yapmaya başlamıştı. Aksi durumda başta çocuk hepsi aç kalacaklar veya sürekli hazır yemek zorunda kalacaklardı.

Uygulanan tedaviye rağmen Mercan’da son beş aydır pek bir düzelme olmamıştı. Gerçi ilerleme de olmamıştı çok şükür ama Deniz ablasının çabuk toparlanabileceğini ummuştu her nedense. Doktor zamana ihtiyaçları olduğunu söylüyordu. Mercan’ın bir el sanatları kursuna gitmesinin kendini becerikli ve işe yarar hissettireceğinden ve sosyalleşerek insanlarla iletişime gireceğinden bahsedince, Deniz hemen evlerine yakın olan halk eğitim merkezini aradı. Buralarda kayıtlar dönemlik yapılıyordu ve sınıfların çoğu dolduğu için kayıtları kapanmıştı. Ablasının eskiden halası ile birlikte ne kadar güzel kuru çiçek dizaynları yaptığını bildiği için onu seramik çiçek kursuna yazdırdı. Okul ile konuşup gerekli tüm malzemeleri temin etti.

Mercan başlangıçta büyük bir hevesle gitmeye başladı bu kursa, hatta akşamları Tunç uyuduktan sonra da ödevlerini yapıyor, yaptıklarını da beğendiğini ifade ediyordu. Deniz’de doktor da ondaki bu gelişmelerden memnun oldular. Ancak ne yazık ki çok sürmedi. Kursun başlamasından iki ay sonra Mercan’ın tüm hevesi sönüverdi. Tüm malzemeleri kaldırıp, kursu bıraktığını söyledi. Başlangıçta yapılanlar basit olduğu için yapabilmişti ancak sonra zor çiçeklere geçtiklerinde beceriksizliği devreye girmişti. Herkes harika işler çıkartırken sınftaki en kötü çiçekleri o yapıyordu.

“İyi de sen de basit çiçeklere devam et, harika olmuşlardı. Sizin yaptığınız gibi sabunlara, nikah şekerlerine falan takılır onlar. Magnet bile olur hatta! Kursa git demiyorum ama malzemeyi kaldırma!”

“Neyse bakarız!” dedi Mercan isteksizce ama malzemeler kalktıkları yerden hiç çıkmadılar bir daha.

Tunç artık annesi yerine teyzesinin koynunda uyumaya başlamıştı. Annesinin ilgisizliği başlangıçta çocuğu strese sokmuş, sürekli ağlayan, huysuz bir bebeğe çevirmişti. Hatta yuva da da diğer çocukları ısırmaya başladığına dair şikayetler çoğaldı. Ancak sonra o da durumu kabullenmiş gibi annesinden uzaklaşıp teyzesine sokuldu. O kadar küçük ve bakıma muhtaçtı ki, sevginin olduğu bir kucağa ihtiyacı vardı. Bu kucağı annesinde değil teyzesinde buluyor olması içler acısı geliyordu Deniz’e.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s