Elim kolum bağlı – Bölüm 13

Mercan elbette oğlunu kucaklıyor, seviyor ve öpüyordu ama on dakika sürüyor sonra onu bırakıp unutuyordu. Tunç için herhangi bir komşu teyzeden farkı kalmamıştı. Kapı ağzında karşılaşıp sevilen çocuklar gibiydi annesi ile ilişkisi. Deniz onun artık anne olarak kendini gördüğünü hissetmeye başlamıştı. Hayatı boyu hiç çocuk sahibi olma umudu olmadığı için bu onu hem çok mutlu ediyor, hem de çok üzüyordu. Mercan ve o hiç değilse yetişkin yaşa kadar anne ve babalarıyla normal ve sevgi dolu bir ailede büyümüşlerdi. Sonra halaları onlar için her fedakarlığa katlanmış hayatlarını hep değerli çocuklar olarak geçirmişlerdi. Ama şimdi kızıl kafa hem baba, hem de anne sevgisinden yoksundu üstelik henüz bu küçücük bedendeyken.

Bir yıl tamamlandığında Mercan yeniden kötüleşmeye başladı. Doktora göre iyileşmek için herhangi bir çaba harcamıyordu.

“İyileşmek istemiyor!” diyordu doktor, “Bu artık onu bir nörolojik hasta sınıfına sokuyor. Tedaviyi ona göre devam ettirmek zorundayım!”

“Ablamın delirdiğini mi söylüyorsunuz?”

“Bu söylediğiniz doğru bir yaklaşım değil ama tedavisini değiştirmek iyi olacak!”

Böylece Mercan’ın seansları ve ilaçları değiştirildi. İlaçlar başta onu aşırı sessiz yaptılar. Hatta Deniz ablasının uyuşuk uyuşuk oturmasından korktuğu için doktoru ile sakinleştiricilerin dozu hakkında konuşmak zorunda kaldı ama doktor böyle devam etmelerinin daha uygun olduğunu söyledi. Sonra her nasıl olduysa Mercan birden bire yeniden canlı davranmaya başladı. Hatta eskisinden bile yüksek bir canlılıktı bu. Sadece biraz fazla sinirli ve haraketliydi. Deniz bunun bir geçiş dönemi olduğunu düşündü ama yine de Tunç’u ondan mümkün olduğunca uzak tutmaya gayret etti bu dönemde. Çünkü ablası çocuğun en ufak hareketine ve sesine katlanımıyordu. Komşular gün içinde çıkıp saatlerce sokaklarda dolandığından bahsetmişlerdi. Herkes onun delirdiğini düşünüyordu ama kimse Deniz’e bunu açık açık söyleyemedi. Mercan’ın evde tek başına bırakılamaz bir noktaya sürüklendiğini herkes görüyordu artık. Deniz’de farkındaydı ama oğlu için düzeleceğini ve hayatlarının yeniden eskisi gibi olacağını düşünmekten kendini alamıyordu bir türlü.

Bu yeni durumu doktoru ile paylaştığında doktoru bir anlam veremedi. Verilen ilaçlarla gidişatın böyle olmaması gerekiyordu. Sonunda ilaçları içmiyor olabileceği düşüncesini söyledi Deniz’e. Akşam ilaçlarını almasını Deniz sağlıyordu, sabahta gitmeden içmesi gerektiğini defalarca söylüyordu. Sonunda doktorun ihtarı üzerine akşam ilaçları verdikten sonra onu gözetlemeye başladı. Mercan’ın o Tunç ile ilgilenirken ağzında biriktirdiği ilaçları koltuğun yanındaki saksının toprağına gömdüğünü o zaman hayretle farketti. Mercan hiç bir ilacı yutmuyordu. Tepkisinden korktuğu için doğrudan söylemeye cesaret edemedi. Ertesi gün doktorunu arayıp ne yapacaklarını soracaktı, korktuğu şeyi duymak istemiyordu ama onu bir yere yatırmaktan başka çare yok gibi duruyordu şimdilik.

Sabaha kadar bunun sonuçlarını düşünmekten uyuyamadı. Tunç hem annesiz, hem babasız kalmıştı artık kesin olarak. Öyle küçüktü ki daha hayatın başlangıcında bu kadar kötü şeyi yaşamış olması gelecekte onu nasıl etkileyecekti bilmiyordu. Delirmiş bir annenin babası belli olmayan oğlu olarak yaşaması bu çocuğa yapılmış en büyük haksızlıktı. Sabahın ilk ışıkları doğarken aklına gelen konuyu doktorla konuşmaya karar vermişti bile.

“Yani siz onu kendi nüfusunuza mı geçirmek istiyorsunuz!” dedi doktor.

“Evet öyle istiyorum. Mercan’ın düzelmeyeceğini anlıyorum artık. Siz onun annelik yapamayacağına dair bir rapor hazırlarsanız ben de bir avukata danışabilirim bu işlemlerin halledilmesi için. Zaten soyadı değişmeyecek, sadece annesi ben olacağım.”

“Anlıyorum. Size hak vermediğimi söyleyemem. Ancak böyle bir raporun hukuki geçerliliği konusunda pek emin değilim. Yani bu raporu sanırım benden mahkeme istemeli, kendiliğimden bu tür bir şey yazamam ama hastalığına dair geniş bir rapor elbette verebilirim. Zaten bu hastalık annelik becerilerini yerine getiremeyeceğinin en büyük kanıtı.”

“Tamam” dedi Deniz ve korktuğu şey sordu ardından.

“Onu bir yere yatırmalı mıyız?”

“Ben de sizinle bunu konuşacaktım. Evet bu ilaç mevzusu ciddi bir sıkıntı, sizin hem çalışıp, hem yeğeninize hem ablanıza bakmanız mümkün değil. Bu hepinizin zararına oluyor. Tedavi için zaten çok para harcıyorsunuz. Onu bir yere yatırmanız çocuk içinde daha sağlıklı olacaktır. Annesini ya da sizin oluşturacağınız yasal durumun ardından teyzesini bu şekilde görmesi iyi olmayacaktır!”

“Bana önereceğiniz bir yer var mı?”

“Bir kaç tanıdığımın yakınlarını yatırdıkları yerler var ama bir kaç gün süre verirseniz onlardan bilgileri alabilirim”

“Teşekkür ederim tüm desteğiniz için bir doktorun yapacağından fazlasını yaptınız bizim için”

“Rica ederim Deniz hanım, ortada bir çocuk olunca yapılması gerekeni yapmaya çalışıyorum benim de iki kızım var!”

Deniz doktorun da onayını aldıktan sonra Tunç’u kendi üzerine geçirmek için yasal prosedürün ne olduğunu hemen araştırmaya başladı. Bir avukat bulmakla başladı işe. Doktorda söz verdiği gibi ablasını yatırabileceği bir kaç yer ismi verdi ona. Gidip her biri ile tek tek konuşması gerekiyordu.

Mutlu bir ailenin asi küçük kızından, yeğenini evlat edinmek zorunda kalan ve hiç evlenmemiş yapayanlız bir kadına dönüşmüştü. Halasının kaderine benzemişti kaderi belki de biraz. Tek farkları onun midyeci gibi biri ile evlenmeden bu duruma gelmiş olmasıydı. Bundan sonra halasının onlar için yaşadığı gibi o da yeğeni için yaşayacaktı ama en azından çocuk sağlıklı bir annesi olduğunu bilecekti. Baba konusunu ise nasıl açıklayacağını daha sonra doktorla görüşebilirdi. Şimdi kafası o kadar karmaşık ve doluydu ki bunu nasıl yapacağına karar verme düşüncesi bile baş ağrılarına neden oluyordu. Tüm yaşadığı baskılara rağmen Tunç’a annelik edebilmek için akıl sağlığını korumak zorundaydı. Mercan’ın durumu onu korkutuyordu. Onun gibi olursa eğer bu çocuk hepten sahipsiz kalacaktı.

“Güçlü olmak zorundasın Deniz!” diyordu sürekli kendi kendine. İşe gidip, Tunç’a bakıp, bir yandan avukat ve yasal süreç, bir yandan bakımevi araştırması derken Mercan’ın sürüklendiği girdabın derinleştiğini farkedememişti. Kız artık sabahtan akşama kadar ev kıyafeti ile sokaklarda aç geziyor, komşuların zorlaması ile eve geri dönüyordu. Geçen arabaların önüne çıkıyor, onlara bağırıp çağırıyor, bakkaldan gidip olur olmaz şeyler alıyor sonra da onları orda unutup dışarı çıkıyordu. Deniz her gün işten çocukla yorgun argın gelip, çocuk uyuduktan sonra kafasını toparlamaya çalışarak ev işleri yaptığından durmadan kanal değiştirerek televizyon seyreden ablasının haline odaklanamıyor, etraftakiler ona anlatmaya çalışsa da zaten buna çözüm aradığı için vehameti farkedemiyordu. Zihni artık ablasını korumaktan uzaklaşmış, sadece Tunç’u korumaya odaklanmıştı. Doktorun da söylediği gibi ne fiziken, ne aklen, ne de ruhen hepsini koruyacak durumda değildi. İşini ve çocuğu kaybetmemesi gerekiyordu. İçgüdüleri ablasını koruma düşüncesini üçüncü sıraya atmıştı.

Avukat Tunç’u kendi nüfusuna alabilmesi için bazı yolların olduğunu söylediğinde neredeyse sevinçten havalara uçacaktı.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s