Kazara bir yaşam – Bölüm 30

Eve girdiklerinde Yelda ve Hülya hemen sardılar etraflarını. Hülya hemen ikisinin parmağındaki yüzüğü incelemeye başladı.

“Azap abla ben de deneyebilir miyim?”

“Hayırdır küçük hanım aceleniz var galiba?” dedi annesi gülerek.

“Ne alakası var ya!” diyerek bozulup gitti Hülya yüzüğü denemeden. Artık o da genç kız oluyordu yavaş yavaş. Annesi sınıfta hoşlandığı bir çocuk olduğunu farketmişti ama annesine anlatmıyordu böyle şeyleri. Azap’a anlatacaktı muhtemelen. Dört gözle onun gelmesini beklemişti.

Azap kıyamadı hemen peşinden gitti kızın. Mukadder hanım “Ne yaptınız? Halledebildiniz mi her şeyi?” dedi Yelda’ya.

“Anne çocuk muyuz Allahaşkına sen de bir alemsin! Valla ev bu kadar boşken de değişk oluyormuş!” diyerek keyifle gülümsedi Yelda sonra annesinin valizlerini aldı elinden odasına taşıdı.

Mukadder hanım kafasına yazdı bu keyif tonlamasını, “Yelda baban nerede kızım?” diye seslendi sonra. Salih bey yoktu ortalıkta.

“Babamla ağabeyim bir yere gittiler, bilmiyorum. Gelince sorarsın! Ben işe gideceğim birazdan, anlatsana azıcık neler yaptınız!”

Bu arada Muhammed bey ile Feyyaz hemen odalarına gitmişlerdi. İkisi de yorgun hissediyorlardı. Otobüs daha şehir sınırına girer girmez şehrin bekleyen bütün yorgunluğu çökmüştü sırtlarına sanki hepsinin. Mukadder hanım da hissetmişti. Binalar yükselmeye, arabalar çoğalmaya başlayınca bunca sesi zihinlerinin nasıl silip yokmuş gibi sağırlaştırdığını düşündü. Havanın rengi bile güneşli olmasına karşılık mattı sanki. Güneşin ışığına yüksek binaların camlarına takan filtrelerinden takıp zayıflatmış gibiydiler. Ağaçlar ve çimenler vardı ama sanki süs olsun diyeydiler sadece. Sanki aslında orada bile değildiler.

“Bu çimenler var ya hala, dünyanın bütün suyunu emiyor!” demişti Feyyaz bir kere ilk geldiğinde. Bahçedeki çimenlerin her gün sulanmasına çok kızıyordu. Hatta sulanmasına kızıyordu. Mukadder hanım ilk önce çocuğun bilmişlik yaptığını düşünüp kızmıştı ama nedense bu gün otobüste gelirken ilk kez hak vermişti ona. Bunca zaman sonra nedenini anlayamamadan bu gelivermişti aklına. Doğaldı aslında musluğundan akan suyu, tavanında yanan lambası, ütüsü, çamaşır makinası, fırını, saç kurutma makinası, elektirikli çaydanlık, kahve makinası, televizyon, bilgisayar, internet, telefon, elektirik süpürgesi, mikser, kombi, şofben ve daha bir çok şeyin olmadığı bir yerden geliyordu. İşin garibi ilkel bulacağına çok rahatlamış ve mutlu olmuştu.

“Çimen doğal bir şey değil hala! Dünya su sıkıntısı yüzünden savaşacak yakında birbiriyle! Yer altı suları bu çimenlere, hobi bahçelerine gidiyor farkında değil misiniz siz? Sınırlı kaynağımızı kendi elimizle yok ediyoruz!”

“Oğlum biz eskiden merdaneli makina ile çamaşır yıkar suyunu ziyan etmez balkonlara dökerdik!”

“E iyi ya hala! Onca suyu bu çimene niye döküyorsun? Toprağı bırak kendi haline, açsın kır çiçekleri. Sen o kır çiçeklerinin arılara, toprağa ne kadar faydası var biliyor musun? Sana ihtiyacı mı var sanıyorsun doğanın! Sulayıp durma!”

Kulaklarında çınlayıp durmuştu Feyyazın sözleri yol boyunca.

“Bu kadar elektirik aletin yaydığı manyetik alan bizi hasta ediyor!” demişti bir kere de.

“Bu çocuk bunalımda Yelda bir doktora mı gitsek?” demişti Mukadder hanım kızına.

“Anne çocuk haklı!” demişti başını telefondan kaldırmadan.

“Haklı da sen niye önüne bakamıyorsun acaba?” diye azarlamıştı kızını.

Yelda çıkmadan annesine bir de kahve yaptı. Hülya ile Azap odaya kapanmışlardı. Kahvesini tam bitirmiş valizi boşaltmaya geçecekti ki geldi Salih bey.

“Hayırdır neredesin sabah sabah? İyi misin Salih bey?”

“Hoşgeldiniz!” dedi Salih bey, “Oğlanla bir iş hallettik”

“Ne işiymiş işte onu soruyorum!”

“Mezarlığa gittik!”

“Hayırdır?” dedi endişeyle kadıncağız.

“Bir yerimiz olsun artık hanım!”

“Tövbe, tövbe! Sen gözünü toprağa diktin herhalde bey!”

“Her şey sırasıyla değil mi?”

“Vallahi ben de gözümü toprağa diktim ama senin gibi mezarlıktakine değil! Köydekine!”

“Bizim köyümüz mü var Mukadder! Ne diyorsun?”

“Bayide’yi diyorum. Azap’ın köyü!” demeye kalmadan Azap ile Hülya çıktılar odadan.

“O kızım hoşgeldin!”

“Hoşgeldik Salih baba!” diyerek elini öptü adamın Azap.

“Hayırlı, uğurlu olsun inşallah!”

“Amin sağolun!”

“Mukadder hanım beğenmiş sizin orayı şimdi onu diyordu!”

“Evet sen bizi mezara gömerken ben daha güzel bir hayat hayali kurdum!” dedi Mukadder hanım bozuk bozuk.

Azap ve Hülya hemen ortadan kayboldular yeniden. Evin kuralıydı. Çiftlerden herhangi biri atışmaya başladı mı diğerleri rahat konuşsunlar diye çekilirdi ortalıktan.

Salih bey çocuklar gidince, Mesutlardan kalan odasına gitti hemen. Mukadder hanımın mezar işine çok kızdığını anlamıştı.

Akşama kadar kendi kendine söylendi Mukadder hanım, “Sanki cennetten tapu almış adama bak! Kendi ölecek, bir de beni gömecek yanına! Kazık çakıcam ben ölmeyeceğim işte!”

Muhammed bey ve Feyyaz bir kaç saat sonra ancak çıktılar odadan, Feyyaz yeni evlerinin bir kaç işini halletmeye çıkacaktı. Azap’ta üniversiteye gidecekti. Hazırlanıp ayrıldılar evden.

“Böyle giderse herkes sizin köye gidecek!” dedi Feyyaz gülerek.

“Evet hiç beklemiyordum doğrusu!” dedi Azap. Annesinin babası hakkında söylediklerini henüz anlatamamıştı Feyyaz’a, iki dakikada hızlıca anlattı hemen.

“A? İşte bende bunu beklemiyordum. Ne diyorsun babanı tanımak mı istedin?”

“Bilmiyorum. Yani aslında annem haklı. Tanısam ne yapacağım ki, baksana senin ailen benim ailem oldu artık. Kan bağımız bile yok üstelik. Yani bir gençlik hatası yapmış ikisi de. Belki o da kötü niyetli değildi ne bileyim. Düşünemedi belki çok gençmişler annem öyle diyor. Neyin hesabı olayım ki ben gidip ona. Baba aramadım ki hiç zaten kendime. İhtiyacım yokken bir baba edineceğim diye onu da kendimi de strese mi sokayım şimdi?”

“Ne garip kızsın sen Azap ya?”

“Niye ki?”

“Ne bileyim başkası olsa bulur, ağlar ya da ne bileyim yüzüne tükürür falan. Sen kalkmış kocaman laflar ediyorsun. Yemin ederim şu koca şehir utansın senin bu olgunluğundan, vicdanından, iyi yürekliliğinden! Elektiriği, suyu, hatta yüreği olmayan köyden kazara dünyaya düşmüş bir alim gibisin!”

“Bilge’nin hayatıma dokunuşları bunlar. Sultan’ında aynı köyden çıktığını unutma!” dedi Azap gülerek, “Sen de ailene benzemiyorsun, çünkü sende kanından çok çevrenden öğrenmişsin hayatı. Benim gibi, yüreğine konuşacak bir annen olmayınca, güvendiğin herkesin sesi yüreğine doluyor ister istemez. Bu olmadan yapamayız çünkü insanız! Sevgi ile söylenen her şeye sahipleniriz farkında olmasakta”

“Desene aslında tam birbirimize göreyiz!”

“Doktora gitmen gerek, halan haklı bu ara bir artış var sanki!”

“Köye ilaçlarımı götürmemişim!” dedi Feyyaz utanarak.

“Ne? Ah çocuk gibisin hiç peşinden ayrılmamak lazım, keşke ben alıp gitseydim”

Akşam hepsi eve döndüğünde Mukadder hanım yemekten sonra çay ve çekirdek eşliğinde ballandıra ballandıra anlattı köyde gördüklerini yaşadıklarını. Bir yandan da göz ucuyla kocaına bakıyordu. Salih bey gündür karısını kızdırdığı için odasına kaçamamış, anlatılanları dinlemek zorunda kalmıştı.

“Azap ne güzel yermiş ya sizin köy!” dedi Füsun, “Mesut şu kitabı bastırsa da okusak artık!”

“Sahi ne oldu ağabeyimin kitabı ya! Evi ayırınca takipte edemiyoruz artık!”

“Basılıyor!” dedi Salih bey.

“Baba niye söylemiyorsun bize?” dedi Nevzat hayretle.

“Baban bu gün Mesut’la berabermiş ondan biliyor!” dedi Mukadder hanım imalı imalı.

Nevzat imayı anlamadığı için annesinin beklediği gibi nedenini sormadı.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s