Sultan sıkılmıştı oturup durmaktan, Bilge’nin uydurup durduğu bu şenliklerde en az eğlenen hep o oluyordu zaten. Karnı doyup hizmet bitince başlamıştı kıpır kıpır etmeye. Gül yanında sessizce oturuyordu. Dürttü kadını kalksın diye. Kızlar hizmet bitince ailelerinin yanına geçip oturmuşlardı. Bir şeyler yeme sırası onlardaydı şimdi. Şenlik ateşi tamam olunca delikanlılarda oturmuştu. Bilge’de gittiği için yetişkinlerde sıkılıp ayaklanmışlardı. Şİmdi gençler oturuyor, yetişkinler dolanıyordu. Dolanıyorlar gördüklerini hafızalarına yazıyorlardı doğrudan. Yazdıklarını, kurgulayacak, pişirip servis edeceklerdi ilk fırsatta. Gül eteğini toparlayıp kalktı, sonra kalkaması için Sultan’a yardım etti. Sultan yüzüyle garip bir hareket yaptı. Gül bunun “Nerede senin ki?” demek olduğunu biliyordu.
“Bilge’nin peşine çok saldınız bu kızı, onun peşine mi gitti?”
Gül başını iki yana salladı.
“Haydi doğru eve! Biberler olmuş, toplada ser onları ipe!”
Gül dönüp eve doğru yürüdü. Sultan’da ortalığı kolaçana çıktı hemen. Ateşin etrafında bir tur döndü. Sonra Bilge’nin adamlarını eski değirmene inerken gördüğü için ellerini arkada kavuşturup oraya doğru yürüdü. Değirmene yaklaşınca tanıdı Azap’ın sesini.
“Ah işte buldum seni! Biliyordum ben bu Bilge’nin peşinde yine!” diye söylenerek yürüdü sesin geldiği yere doğru.
Azap son anda duydu ayak seslerini, başını çevirdiğinde Sultan avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamıştı bile
“Ah anasının kızı! Puh! Anan yetmedi bir de sen mi çıktın başımıza!”
“Büyükana bağırma sus! Ne gördün ki?” diye fırladı onun yanına Azap ama kadını susturmak ne mümkündü? Mesut’ta bir şey anlamamış olanlardan şaşkın şaşkın bağıran kadına bakıyordu.
“Ey ümmeti Muhammet varın kendi gözünüzle görün yıkıntılarda aşk yapan bu iki günahkarı!”
“Büyükana delirdin mi sen?” diye bağırdı Azap.
Sultan köylünün merakla koşturduğunu görünce attı kendini yere, “Yetişin hırpalıyor beni şimdi de! Yetişin!”
Azap bir büyükanasına bir de koşturup gelen kalabalığa bakıyordu.
“Büyükana kalk ne yapıyorsun?” diye uzandı ona doğru. Sultan yaygarayı büyüttü.
Koşa koşa gelen set varmış gibi ötelerinde duruyor, sanki bir şey görmüş gibi ellerini ağzyla örtüp şaşkınlık, acıma sesleri çıkarıyorlardı. Mesut’ta zorla doğrulmuş ortaya çıkmıştı. Köylü tanımadıkları bir adamı da görünce Sultan’ın yaygarasını iyice anlamlandırınca ortalık hepten karıştı.
“Yok bir şey ne bakıyorsunuz!” dedi Azap kalabalığa dönüp.
“Kim bu adam o zaman! Buralardan olmadığı belli!” dedi köylü imalı imalı.
Geçmişi bilmeyen Mesut “Şehirden geldim ben gazeteciyim, fotoğraflarınızı çekip meşhur edice köyünüzü!” diyerek ateşe körükle gitti.
Tarihin tekerrür ettiğini, şehirli bir züppenin yine köylerinden bir kızı niyetlerine alet ettiğine kanaat getiren köylü ne Azap’ı, ne Mesut’u dinlemedi bile. İkisinide tuttukları gibi şenlik ateşinin yanına sürüklediler. Ahıra dönüp topladığı biberleri ipe dizmeye başlayan Gül kızının başına gelenlerden habersiz işine devam ediyordu.
Azap’ın gözleri Bilge’yi aradı şenlik alanına gelince ama Bilge ve adamlarının oturduğu yerde yellerin estiğini görünce umutsuzluğa kapıldı iyice.
Sultan ellerini yine beline koymuş, eline sazı almış köylüyü galeyana getiriyordu.
“Ben bu kıza elimi bile sürmedim. Nişanlım var benim! Bakın size fotoğafını göstereyim!” diyerek çantasından makinasını çıkarmış, fotoğraf arayan Mesut’un elinden makinasını kapan köylü onu hızla yere çarpmış, hırsını alamayıp, makinanın üzerine çıkıp zıplamıştı.
“Ne yaptın sen be adam?” dedi Mesut yıkılmış bir sesle, yaşadığı bunca rezillik, göze aldığı her şey boşa gitmişti.
“Boşa bağırıyorsun seni duymuyorlar! Tarih yineleniyor!” dedi Azap ağlamaklı bir sesle.
“Ne tarihi? Ne demek istiyorsun!”
“Buradan sağ çıkarsan dua et!”
“Ne?”
“Namusumuzu kirlettin!” diye gürledi Sultan, “Şimdi seni de ananı da dereye atacağım!”
“Büyükana sen bizi gördüğünde konuşuyorduk! Biz bir şey yapmadık!”
“Bu kıza bakmam bile ben, nişanlım var benim şehirde!” diye bağırdı Mesut durumu iyice berbat ederek.
İşte şehirli züppe belli etmişti kendini, kızı kullanmış, diğeri gibi kaçıp gidecekti ama bu sefer öyle kolay değildi şehirlinin işi. Mesut bir adım öne çıkan köyün erkeklerinin ona öldürecekmiş gibi baktığını görünce tırstı iyice.
“Ne yapacaklar bunlar?” dedi Azap’a dönüp.
“Benimle evleneceğini söyle yoksa bizi öldürecekler!”
“Ne? Nişanlıyım diyorum sağır mısın sen? Kumpas mı kuruyorsunuz siz bana!”
“Evleneceğiz de ne olur! Anam için, benim için değil! Onun yıllardır çektikleri böyle sonlanmamalı!”
“Bana ne senin anandan yahu! Başkasını seviyorum ben!”
“Asalım bunu değirmene!” dedi öne çıkan adamlardan biri.
“Başını taşla ezelim! Köyün girişine atalım leşini, ardından geleceklere ibret olsun!”
“Delirdiniz mi siz?” diye bağırdı Mesut korkuyla, “Hapse girersiniz, peşime düşerler!”
“Görmedik deriz!” dedi en öndeki köylü ağzının kokusunu duyuracak kadar Mesut’a yaklaşıp.
“Bilge? O nerede? Tanıyor o beni?” dedi sonra panikle.
“Bilge seni kurtaramaz bu defa!” diye bağırdı Sultan, torunuyla oğlanın ölmesinden zevk duyacakmış gibi görünüyordu. Yıllar kadının içindeki kötüden bir gram eksiltmemişti, Bilge’nin ektiği tohumlar bu köyün çorak yüreklerinde filizlenmiyordu bir türlü. En verimsiz toprak zaten Sultan’dı. Diğerleri de rüzgara kapılmış yapraklar gibi ardından gidiyorlardı onun yarattığı fırtınanın. Yıllardır bu anı bekliyorlar, geçen defa kaçan fırsatı yeniden yakalamanın sevincine kapılıyorlardı sanki hepsi.
Azap annesi için gözyaşı döküyordu, onun tüm umudu, gururu olacakken şimdi ikisinin de hayatını bitirmişti gözükaralığı yüzünden. Bilge’nin bir yerlerden çıkıp gelmesi için dua ediyordu ama ne Bilge ne de adamlarından kimse görünmüyordu bir türlü.
İşin iyice ciddiye bindiğini anlayan Mesut, yüzüne ilk yumruğu yiyip taşlara yuvarlanınca bağırmaya başladı, “Evleneceğim! Tamam bu kızla evleneceğim!”
Bir kaç saat önce vurduğu omuzunun üzerine düşmüştü yeniden, dudağının kenarından kan sızıyordu. Azap’ın yarasını tutsun diye başına sardığı fular bir tarafa fırlamış mendil kuruyan kandan alnına yapışmış sarkıyordu.
Mesut evleneceğim diye bağırınca, Azap umutla baktı ona, şimdilik bir kurtuluştu en azından. Annesi için bir umut var demekti hâlâ.
Oğlan evleneceğim diye bağırınca kalabalık durdu Sultan’a baktı. Sultan ağır ağır Mesut’un düştüğü yere doğru yürüdü. “O halde şimdi kıyılacak bu nikah! Hazır şenlik ateşi de yanarken!”
Burada bir resmi nikah olamayacağına göre Mesut için bir kurtuluş umudu olabilirdi hâlâ “Tamam!” dedi hiç ikiletmeden.
Köyde bir imam olmadığı için en yaşlılardan biri geldi yanlarına, ikisinide birer sandalyeye oturtup, Azap’ın başını kırmızı bir yemeni ile kapattılar. Sanki bütün köylü buna hazırlanmış gibi ne lazımsa ortaya çıkıyordu iki dakikada. Gül hâlâ olanlardan habersiz ahırın dış duvarına asıyordu biberleri. Bir Allah’ın kulu da kızın anasını çağıralım demiyordu. Ağzı var dili yoktu Gül’ün ama varlığı ile yokluğu da belli değildi görünen o ki.
Bir kaç dua ile kendilerince bir nikah kıyıverdiler oğlanla kıza. Birden az önceki ölümcük nidalar kesilip ortalık yeniden şenlik havasına büründü.
“Hepsi bu mu?” dedi Mesut fısıldayarak.
“Evet hepsi bu!” dedi Azap
“E iyiymiş ya kurtulduk değil mi şimdi!”
“Kurtulduk ama ya burada kalcaksın ya da giderken beni de götüreceksin şimdi!”
“Seni mi götüreceğim!”
“Evet! Evlendik biz artık!”
“Ne evlenmesi ya! Ne resmi, ne imam nikahı bu hiç bir geçerliliği yok!”
“Beni bırada bırakırsan, yine ikimizi de öldürürler!”
Kendilerince eğlence sona erince Sultan gelip dürttü ikisini “Yürüyün eve haydi! Anan da görsün başına geleni!”
(devam edecek)