Kazara bir yaşam – Bölüm 6

Keyifle gerindikten sonra ekmekleri çalıp indiği yola bu defa fotoğraf makinasınıda alıp yeniden tırmandı Mesut. Ahırlara vardığında etrafta yine kimsenin olmadığını görünce evlerin olduğu tarafa doğru yürüdü. Yine de temkini elden bırakmıyor, açıktan değil arkalardan dolaşarak ilerliyordu. Evlerin olduğu tarafa geçince yerden çamuru alıp yüzüne sürdü birileri ile karşılaşma ihtimaline karşılık. Ellerinden makinasına çamur bulaşmasın diye bir evin önünde asılı duran nemli çamaşırlardan birine siliverdi sonra çamurlu parmaklarını. Şenlik alanından neşeli sesle ve güzel yemek kokuları geliyordu. Sacda pişen hamurun kokusu yayılmıştı her yere.

“Ah mis gibi gözleme yapıyorlar!” diye geçirdi içinden ama neyseki karnını doyurmuştu iyice. Yine de fırsat yakalarsa bir iki gözleme ve çaya da hayır demezdi doğrusu. Meydanda yanan ateşin dumanı gökyüzüne yükselmeye başlamıştı. Kızlar başlarına kır çiçeklerinden yapma taçlar takmış, erkeklerin ateşi beslemesini izliyorlardı. Evli olan herkes bağdaş kurmuş ateşin etrafında kocaman bir halka oluşturmuştu. Başlarında çelenk olan kızlar pişen ekmeklerle hazırlananları onlara dağıtıyorlardı. Bilge herkesle birlikte oturuyordu yerde. O da evli değildi ama köyün bilgesi ve şenliğin yöneticisiydi. Bugüne özgü merasim sadece yirmi beş yaşın altındaki gençler içindi. Evlenip dul kalmışlarda bu merasimde eş seçme hakkına sahip değildiler. Onlar bu baharı tatmışlardı.

Mesut şenlik alanına doğru yaklaştı. Herkes yüzünü ateşe döndüğü ve dikkatini de onu besleyen gençlerle ortada salınan genç kızlara verdiği için onu farkeden olmamıştı. Bu sabah kimsenin yüzü boyalı değildi.

“Hay Allah ya!” dedi kendi kendine. Dikkat çekmeyeyim derken bu defa da yüzündeki çamurla dikkat çekecekti, silse onun köyden olmadığını göreceklerdi. Bir anlık tereddütten sonra nemli çamaşırların oraya dönüp elini sildiği çamaşırı çekip aldı ipten ve yüzünü iyice sildikten sonra ağaçlık alana doğru fırlattı. Sonra yeniden alana döndü. Oturan kalabalığın arka tarafında bir yere geçip bağdaş kurdu. Büyük ateş ve sacların altından yükselen duman rüzgardan sürekli yön değiştirdiği için oturanların puslu bir görüntüleri vardı. Bu karmaşanın içinde makinasını çıkarıp bir rüya havası yaratan bu manzarayı çekti. Gerçekten çok güzel fotoğraflar olmuştu. Kimse farketmeden makinayı çantasına yerleştirdi. Az sonra dolaşan kızlardan biri onun yanına da bir tabak bıraktı. Köylülerden birinin başı terlediği için kasketini yanına bıraktığını görünce hemen kapıp diğer tarafa geçmişti. Kasketi kafasına takıp, tereğini de yüzüne doğru iyice indirdiği için kimsenin onun yüzünü seçme ihtimali yoktu şimdi. Bir ara dolaşan kızların arasında Azap’ı gördü, fotoğraf makinasına davrandı ama tam yanına birileri gelip oturunca beceremedi, gözlemesini dürüp ısırdı. Karnı tok olmasına rağmen köyün tereyağı ile yağlanmış bu nefis hamurun lezzeti gırtlağından aşağı bir şenlik havasında indi. Önüne bırakılan sıcak çaydan bir yudum çekti höpürdeterek. Gözlemenin kalanını da anında silip süpürdü.

“Ölmez bunu yiyen!” diye geçirdi içinden. Bulunduğu yerde fotoğraf çekmek için imkan olmayınca, yer değiştirmeye karar verdi. Tabağını götürüp bırakacakmış gibi topladı, ayaklandı, yanından geçen kızlardan biri hemen kaptı boş tabağı elinden. Sürekli dağıtım yapıldığı için tabaklar lâzım oluyordu. Oturanların arasında gezen sadece genç kızlar olduğu için fazla da ilerleyemeden gene oturmak zorunda kaldı biraz sonra. Hop bir tabak daha geldi önüne. Tıka basa dolmuş olmasına rağmen tabaktan yükselen kokuya dayanamadı yine dürüp nefes almadan yuttu gözlemeyi. Aynı tabak toplama numarasıyla yeniden kalkytı ayağa, artık midesi çatlayacak gibi hissediyordu. Sağını solunu kontrol ederken, dumanların arasından Bilge’nin bakışlarını farketti üzerinde. Adam ne gördüğünden emin olmak için eğilip, bükülüp görmeye çalışıyordu. Hemen arkasını dönüp hızla yürüdü bayır aşağı. Şimdi ahırların tam ters tarafında bir gün önce motorunu sakladığını yıkık değirmenin o taraftaydı. Koşarak değirmene kadar indi. Arkasından gelen var mı diye kontrol etti. Dolu mideyle böyle hızlı koşunca dalağı şişmiş iki büklüm kalmıştı.

“Gene mi sen?” diyen sesi ile irkildi Azap’ın. Kaçayım derken ayağa taşa takılıp yapıştı yere ama bu defa hem başını hem omuzunu fena çarptı değirmenin kırık taşlarına.

Azap onun niye bu kadar paniklediğini anlamamıştı, birden bire yuvarlanıp düşünce o da paniğe kapılıp hemen yanına koştu.

“Ne oluyorsun be? Canını mı alacağız?”

“Sen miydin? Ödümü patlattın!” dedi Mesut eliyle başını tutarak. Başından yanağına doğru kan sızıp aktı o arada. Azap’ın endişeyla kanı takip etmesi onu da korkuttuğu için hemen elini çekip baktı.

“Kanıyor!” dedi acıyla, “Yarıldı mı?”

Azap eğilip baktı Mesut’un başındaki yaraya, elini atıp açılan deriyi eliyle sıkıştırıp yanyana getirdi.

“Ah!” diye acıyla bağırdı Mesut!

Azap hiç aldırmadan sağına soluna bakındı bir şey bulamayınca boynundaki renkli fuları çıkarıp sardı Mesut’un başının etrafına. Yaranın olduğu yere de deriyi ayırmamaya dikkat ederek mendilini koydu tampon yapsın diye.

“Hah böyle iyi oldu!” dedi sonra yaptığını beğenerek.

Mesut doğrulmaya çalıştı ama ayağı da burkulmuştu düşerken.

“Bilge’yi çağırayım da seni götürsünler buradan!” diyerek doğruldu Azap.

“Yok! Sakın gitme!”

“Neden? Kendin nasıl gideceksin şu haline baksana?”

“Sen kal biraz yanımda, ben toparlanır giderim sonra olmaz mı?”

“Ben niye kalıyorum. Yukarıda şenlikte olmam lâzım. Bekarların şenliği bu! Ararlar beni.”

“Midem bulanıyor bak benim, başımı vurduğum için olmalı. Ya beyin kanaması falan geçiriyorsam!”

“İyi ya işte Bilge’nin adamları seni alır bir doktora götürür!”

“Yok olmaz! Ben doktordan korkarım, sen şimdi hemen gitme, ben biraz toparlanınca gidersin! Köyden konuşuruz biraz olmaz mı?”

“Niye köyden konuşayım ben seninle?”

“Neyden konuşmak istiyorsan ondan konuşuruz o zaman! Önce bir kalkmama yardım et de şu duvarın arkasına geçelim hiç değilse.”

Azap tuttu kolundan kaldırdı Mesut’u, zorla geçtiler değirmen duvarının öte yanına. Hiç değilse gelip geçen görmezdi bu tarafta durunca. Bilge gidecek sepetleri burata taşıtmıştı bir gün önce, şenlik için getirilen içme suları da yığılmıştı bir tarafa. Mesut’un dün gözetlediği gibi rahat değildi bu sefer değirmen.

“İyi ki burayı hesaplamamışım!” dedi içinden.

Birazdan ayak sesleri olunca sustu ikisi de. Azap’ta duvarların arkasında elin adamıyla yakalanmak istemiyordu köylüye. Annesinin başını gelenleri biliyor, halini de görüyordu. Çok dinlemek istemişti Gül’den hikayesini ama kadıncağız konuşmadığı için bir şey öğrenememişti. Ancak büyükananın söylediği kadarını biliyordu. Bilge’de biraz bahsetmişti eğitimine devam ederken. O zaman Sultan’ın anlattıklarının abartılı olduğunu anlamıştı.

Bilge kalabalığın içinde gazeteci oğlanı görür gibi olduğunu sanmıştı ama sonra kalabalığa uzun uzun baksa da görememiş, benzettiğini sanmıştı. Şenliğin öğlenden sonraki kısmına katılmayacaktı bu gün. İlçeye gidecekti, hem sepetler vardı bırakılacak, hem de konuşacakları vardı köyün yolu için. Malzemenin bir kısmını şimdiden alıp depolamayı hesaplıyordu ama bu işten çok anlamadığı için belediye ile konuşacaktı. En azından makinaları belediye sağlarsa işler daha hızlı yürürdü. Yoksa ilden kiralamak gerekecekti ona da çok fiyat veriyorlardı.

Mesut ve Azap değirmende saklanırken, o da adamlarını toplayıp ayrıldı şenlikten. Bilge gider gitmez köylü kaynamaya başladı hemen. Kim kime göz süzüyor, kim kime kırıtıyor uğultular başladı.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s