Kiraz Senfonisi – Andante (Bölüm 3)

sakura

“HER AN ÖLÜMÜ YAŞAYAN KUTSAL AĞAÇ SAKURA”

Anlattığım her şeyi sessizce dinledi sonuna kadar ve “Biliyor musun, hep geçmişe gitmek istiyordum onu yeniden görebilmek için, ama artık istemiyorum” dedi sakince.

“Ben yine de oraya gitmeni istiyorum” dedim. Onu görmesi konuşmasını istiyordum artık.

“Hayır” dedi kendinden çok emindi. “Geçmişte sadece acı var görmüyor musun? Neden hatırlamadığım acıları yaşamak için geçmişe gideyim ki? Hayatımızda yeterince acı yok mu zaten şimdi de?”

Doğru söylüyordu, geçmişte kalan ve hatırlanmayan acıları neden tekrar yaşasınlardı ki, bu hayatta da ayrılmışlardı zaten.

“Peki kitaba ne diyorsun?” dedim, “Senin kitabın, onu gördüm, üzerinde adın yazıyordu.”

“Ben de gördüm biliyor musun ? Sadece resim gibi seninki gibi bir yolculuğun içinde değil ama  gördüm. O kitabı sana boş yere göstermiş olamaz, seninle zaten konuşabiliyorken neden böyle bir yol seçtiğini anlayamıyorum tüm bu hikayeyi  anlatmak için.”

“Senin anlayacağını söyledi.”

Başını pencereden dışarıya çevirdi, artık duydukları karşısında şaşırmamayı öğrenmişti, onun göremediği varlığından bile öyle mutluydu ki, sadece haber duymak, onun cümlelerini işitmek bile yetiyordu ona.

“Kitap geleceğe ait, geçmişe değil.” dedi mırıldanır gibi, “Kitap çıktığında, evet buldum, kitap çıktığında geri gelecek o, sana onu anlatmaya çalışmış, sadece ömürler  boyu yaptığı hataları bilmemi istiyor çünkü ben hiç birini hatırlamıyorum ve eğer tüm bunlara rağmen  onu affedebileceksem geri geleceğini söylüyor.”

“Nasıl gelebilir ki?”

“Bilmiyorum, ama hatırlamadığım bir geçmiş için neden onu affetmem gereksin ki, geçmiş kimin umurunda, daha önce beni kendi elleriyle öldürdüğünü söylese bile ondan vazgeçmem ben, bu hayatımızda da beni aldattı ama yine gittim ben ona hatırlasana, bir ömür sahibi olmak istemedim sadece, istediği bu değildi çünkü, o özgür olmalıydı, eğer benimle evlenirse, mutsuz olacaktı, ben de onu özgür bıraktım, ama o yine de gitmeyi seçti.”

Gözlerinde biriken damlalar, dökülmeye başladı yavaş yavaş “Nasıl onun affedemiyeceğimi düşünür anlamıyorum, Bak eğer bir gün o yolculukların birini yapmayı başarabilirsem gerçekten, şimdi sana burada söylüyorum, asla ve asla geçmişe gitmeyeceğim, geçmişte olan her şeyi mühürlüyorum tam da şimdi, tam da şimdi bu hayatta çektiğim her şeye değer olduğunu düşünüyorum onun geri gelmesinin, ilk kez yaşadığım onca acıya değeceğini düşündüğüm bir hediye verdin sen bana şimdi.”

Benim de gözlerim dolmuştu onunla beraber, aslında benim sadece kelimeler taşıyan bir aracı olduğunu çoktan öğrenmiştim ikisinin arasında, seslere ihtiyacı yoktu onların birbirlerini tanımak için, belki de yüzlerce yıldır, birlikte gelmişlerdi bu dünyaya ve hep biri diğerinden önce gitmişti ya, ya dakavuşamadan ayrılmışlardı. Yolculuğun gecesi düşlerime yeniden gelmişti elleri ve sesi, bir çok geçmişten bahsetmişti yine bana, ama bunları anlatmamı istememişti henüz. Öyle üzgündü ki, her ömür hata yaptığına inanıyordu gerçekten. Bu yüzden hiç kavuşamamışlardı onlar, yüzyıllardır bekliyorlardı ama bir türlü olmuyordu. Arkadaşıma astral seyahatler yapabildiğimi ilk söylediğimde “Mutlaka bana da öğretmelisin, böylece onu bulabilirim” demişti. O günden beri de en çok istediği şey, bir yolculuk yapıp geçmişe gitmek ve onu yeniden görebilmekti ama şimdi, o bankta henüz yazmadığı kitabını görmüş  olmam her şeyi değiştirmişti. Artık geçmişe gitmesi gerekmediği sonucuna varmıştı, o zaten gelecekti. Gelecek miydi gerçekten?

“Gelecek billiyorum.” dedi arkadaşım yeniden, “Belki de geliyor aslında, bunu nasıl anlamadık.”

“Neyi anlamadık?”

Henüz genç bir kızken ve onunla tanışmamışken, hoşlandığı biri olduğundan bahsetmişti bana, ama aralarında neredeyse hiç bir şey olmamış birbirlerinin ellerini bile tutmamışlardı. Yıllar sonra bir gün yeniden karşılaştıklarında, onu gördüğünde “Sanki hala o gençlik yıllarımızdaymışız gibi hissediyorum bazen.” demişti. Görüşmeye devam etmişler, hatta çok iyi dost olmuşlar ama ikisi de o gençlik yıllarından asla bahsetmemişlerdi, sanki sözsüz bir anlaşma vardı aralarında bu konunun bir daha açılmaması için. Adam bazen küçük jestler yapıyor, sonra birden bire geri çekiliyordu, böyle zamanlarda, onun da duygularının henüz ölmediğine karar veriyor, ama yine de bunun dostluklarına zarar verebileceği sonucuna varıyorduk. Yıllarca sürdü dostlukları, hala da devam ediyor, ama son bir kaç aydır bir şeyler değişmiş, adam bir şeyleri daha çok ima eder olmuştu. İkimizde bu ani değişime bir anlam veremesekte, acaba bir gün söyler mi diye konuşup duruyorduk kendi aramızda. Bana onunla görüşecekleri zaman çok heyecanlandığını, ama görüştüklerinde o heyecanı hissedemediğini, ayrıldıklarında ise yeniden özlediğini söylemişti çoğu kez. Hatta kendi duygularından emin olmak için bir kaç kez çaktırmadan yakınlaşmayı denemiş ama adamdan herhangi bir karşılık alamadığı için yanıldığı sonucuna varmıştı. “Bazı şeyler sadece benim kafamın içinde herhalde.” diyordu, yine de yaptığı jestlerin ona kaybettiği sevdiğini hatırlattığını biliyordum ben, çünkü sadece o zamanlarda onu özlüyordu, diğer zamanlarda kolayca unutuyordu. Bir şekilde onunla, adam birbirlerine benziyorlar, bir şekilde de hiç alakaları yoktu. Garip bir durumdu gerçekten. Aslında hayatı boyu aradığı sadece bir kişiydi arakdaşımın ve nihayet ruhuna kavuştuğunda bu defa ona sarılmayı, başını omuzuna yaslamayı, gözlerinin içine bakmayı özlemeye başlamıştı. İşte o adam onun hayalindeki bu boşluğu dolduruyor gibiydi sadece bana göre.

Dedim ya, adam son bir kaç ayda öyle değişik şeyler söylemeye va yapmaya başlamıştı ki, sanki birden bire tüm karakteri değişmiş, yüreği açılmış, konuşmayan dili çözülmüş gibiydi. Üstelik tüm yaprıkları tam da düşlerime giren ellerin sahibinin yapabileceği şeylerdi. Böyle şeylerin olabildiğini, yani bedenlenebilen ruhlar olduğunu duymuştum ama bunun gerçek olabileceğini hiç düşünmemiştim doğrusu. Gerçi yıllardır beraber yaşadığımız hangi şey normaldi ki, çoğu zaman şu yaşadıklarımızı ve konuştuklarımızı birisi duysa delirdiğimizi düşünür diyerek eğlenmiştik beraber ama ikimizde biliyorduk ki tüm bu olanlar gerçekti. İkimizin birden aynı rüyayı görüyor olması imkansızdı. Bu gerçek bir masaldı aslında, sadece üçümüzün arasında yaşanan bir masal. Böyle büyük bir aşkın ortasında olmaktan, böyle büyük bir aşkın varlığına şahit olmaktan öyle mutluydum ki, her ikisinin de kavuşup mutlu olmasını çok istiyordum ama ne yapılacağına dair en ufak bir fikrim yoktu. Yolculuklarımda bu dünyada olmayan kişilerle konuşabiliyordum evet, onları ben bulmuyordum kendiliğinden oluyordu daha çok, ama kollarından tutup da bu dünyaya getirecek halim yoktu hiç birini. Zaten onların bu dünyadan ayrılan kişiler olduğunu anlamam  yıllar sürmüştü, babaannem bana bir çok şeyi öğretirken, bu yolculukları yapabileceğimden bahsetmemiş, kendi keşfetmemi istemişti büyük ihtimalle, bense onların sadece birer rüya olduğunu düşündüm uzun zaman, herkesin gördüğü rüyalar gibi. Ne zaman ki o elleri gelmeye başladı, işte ondan sonra bu yolculukların bir rüya olmadığını farketmeye başladım. O gerçekte rüyama gelmiyordu, bizim ruhlarımız bir şekilde bir yerlerde buluşuyordu, ama bu nasıl oluyordu tam olarak hala bilmiyordum. Gözlerimi kapatıyordum ve oluyordu sadece. Şu hayalet filmindeki gibiydi herşey aslında bir şekilde, sadece benim bedenimi kullanmıyordu filmdeki gibi ve geldiğinde ve elleri dışında bir yerini görmeme izin vermiyordu. Bu beni korkutmuyordu çünkü öyle günün herhangi bir saatinde karşıma birden bire çıkan şeyler değildi bunlar, sadece gözlerimi kapayıp, kendimi rahat hissettiğimde gerçekleşiyordu, bu da çoğu zaman akşam uykuya geçmeden önceki zamanlara denk geliyor ya da o gün olduğu gibi çok sevdiğim bir yerde kendiliğimden gözlerimi kapamam ile oluyordu.

Ona ilk gelişinde arkadaşımın düşüncesinin doğru olup olmadığını soracaktım. Arkadaşımı kendi mutluluğu ve kavuşma umudu ile bırakıp eve geldim yeniden, tam da beklediğim gibi gözlerimi kapatır kapatmaz duydum sesini.

“Geleceğim” dedi.

“Nasıl?”

“Bunu şimdi söylemem ama kitap çıktığında.”

“Yani o zaman yanılmadı.”

“Hayır sana onun anlayacağını söylemiştim, o benim kadınım”

“Peki başka beden konusu, yani sen yapabiliyor musun?”

Hafifçe güldüğünü hissettim sadece, gözlerimi açtım yeniden. Ellerini havaya kaldırıp yağan kara karşı “Bu hikaye burada bitmedi!” diye bağırışını hatırladım yeniden. Yüz yıllardır farklı zamanlarda, farklı ülkelerde bedenlenmişler her defasında bir şekilde birbirlerini bulmuşlardı. Bu defa geri gelebilirse yine kavuşamadan ayrılacaklarından korkuyordum ama arkadaşım düşündüğüm şeyi anlayıp şöyle demişti konuşurken.

“Hayır bu defa değil, çünkü bu ömürde zaten bir kez ayrıldık”

Kitabın henüz tek bir cümlesi bile yazılmamıştı, kendi aramızdaki konuşmalarımızda basit bir kurgusunu yapmıştık, kitapta vermek istediği o kadar çok şey vardı ki, uzun bir araştırma dönemi geçirmesi gerekiyordu, bunun ne kadar süreceğini bilmiyordum, tek bildiğim kitap çıktığında o bir şekilde gelecekti ve ben arkadaşımın bu sonsuza kadar bile sürse onu bekleyeceğini biliyordum.

O gittikten sonra bile beklemiş ve haklı çıkmıştı, bir rüya gördüğünü anlatmıştı bana, onu geri getirmek için bir yere gidiyordu, bir gemiye, buluyordu da, elini tutuyor ve onu geri götürmeye geldiğini söylüyordu, o ise sadece uzaklara bakıyor cevap vermiyordu.

“Uyandığımda sıcaklığı avucumdaydı” demişti ağlayarak. “Artık üzülmeyeceğim, çünkü onu gördüm. O ölmedi,, sadece bir süreliğine uzaklara gitti”

Bunu söylemesinin üzerinden on yıl geçmişti ilk kez ellerini gördüğümde ve ilk kez ellerini görmemin üzerinden bir on yıl daha geçmişti şimdi geri geleceğini söylediği zaman. Tam yirmi yıl boyunca onu konuştuk biz, arkadaşım yirmi yıl boyunca onu bekledi, bir on yıl daha bekleyecekti biliyorum, asla vazgeçmeyecekti. Ne o vazgeçebilmişti, ne de arkadaşım. Ruhları birbirinden ayrılamazdı onların, başlarına ne gelirse gelsin ayrılamazlardı. Kimbilir belki bu defa gerçek bir şansları olurdu ikisinin, bunu yürekten diliyordum gerçekten.

(devam edecek Allegro)

Yorum bırakın