An gelir ! – Bölüm 5

Sınavdan önceki iki üç ay çarçabuk geçti. Asiye aylak gözükse de çalışmıştı sahiden, hiç heyecan yapmadan sakince girdi sınava. Babaannesi ile yengesi okunmuş pirinçler yutturdular sınav sabahı. Günlerdir dua ediyorlardı, zihin açıklığı için. Asiye’de erken kalkmış namaz kılmıştı o sabah. Kartal bey ve Sıdıka hanımın yüzlerindeki, gurur ve heyecan ifadesi unutulmazdı o gün. Kartal bey götürmüştü sınava kızını. Sıdıka hanım daha onlar çıkarken ağlamaya başlamıştı.

“Ne ara büyüdün sen güzel kızım!”

Sadece sınav heyecanı değildi bu göz yaşlarının nedeni, Giresun’a yurda göndereceklerdi onu kazanınca. İlk kez bu kadar uzun yuvadan uçmuş olacaktı Asiye. On gün, on beş gün babasının yanına İstanbul’a gitmesinden farklıydı bu.

“Taşınsak mı?” demişti kocasına bir keresinde.

“Bütün varımız, yoğumuzu bırakıp nasıl gidelim? Bu işler olmadan ne gelecek vereceğiz Asiye’ye!”

Sıdıka hanım da biliyordu, giderlerse işin başına koyacak kimse yoktu.

“El elin eşeğini türkü söyleyerek arar!” diyordu Hediye hanım da haklı olarak, o yaşında ilgilenemezdi işlerle.

Giresun’da ev açacak kadar zengin de değillerdi Asiye’ye, yanına Hediye hanımı yollamak isteseler.

“Çok büyütüyorsunuz, hayatı öğrenecek. Bırakın kendi zaferini kutlasın, başardığını hissetsin biraz!” diyordu Kanat bey.

“Baba olmak uzaktan konuşmak değil öyle!” diyordu Sıdıka hanım içinden ama yüzüne söylemiyordu elbette kayınbiraderinin, hatta Kartal beye bile demiyordu düşüncesini. Çocuğu bırakmış gitmiş olduğu halde bazen böyle çok bilen gibi konuşmasına içeryordu Kanat beyin. Kötü niyet olmadığını biliyordu ama insanın aklını kontrol etmesi mümkün olmuyordu her zaman.

Kanat bey kızına babalık yapamamıştı ama hep okumuştu onun için daha iyi olmak için neler gerektiğini. Baba olma pratiği yoksa da kendince teorisi vardı en azından. Doğan Cüceloğlu’nun bir anısında okumuştu bu zafer kazanma olayını. Baba olmak için uygun duygusal yapıda olmadığını biliyordu aslında. Hem Asiye hem de kendi içindeki yaralı çocuğu ayağa kaldırmak için okuyordu bu kitapları. Yusuf beyin dayakları, onu anlamamakta ısrarlı oluşu iyice yabancılaştırmıştı onu herkese. Ailesini de yaşayamamıştı herkes gibi. Suçu var diye dövmelerine gücenmiyordu da, onun istediği gibi olmadığı için dövmelerine gücenmişti. Üniversite kazanıp, akademisyen olduğunda bile gurur duymadığını biliyordu onunla, Evladını çocuk sahibi oldu diye silmiş bir babaydı. Gençliktir, bir hatadır belki diyemeyecek kadar işlenmişti zihni kuralla, gelenekle. Oysa bir çocuğun ruhunu korumanın tüm değerlerden önde geldiğini öğrenmişti Kanat bey. Öğrenmişti de çok mu iyi babaydı, değildi. Hem de hiç. Kızı onu sevmiyor ve istemiyordu. Yusuf bey gibi affedemiyordu babasını ama Asiye haklıydı, onun hakkı vardı buna.

Sınavdan sonra üzerinden kocaman bir yük kalkmış gibi hissediyordu Asiye. Sanki kolları ve bacaklarına bağlı ağır prangalar çözülmüş gibi hafiflemişti. Sınav sonucu açıklanmadan gelmem demişti babasına. Olur sonuç istediği gibi olmazsa amcası ve yengesinin yüzüne düşecek hayalkırıklığından kaçmak için öyle söylemişti. Kazanamazsa hayalkırıklığı, kazanırsa hasret girecekti aralarına. İkisini de istemiyordu ama yapacağı bir şey yoktu. Lise bitmiş neredeyse yetişkin olmuştu artık. Hep merak ettiği on sekizine az kalmıştı.

Sonuçlar açıklanana kadar bağın, bahçenin tadını çıkardı. Amcası ve yengesinin işlerine yardım etti ve nihayet bir sabah erkenden sonuçların açıklandığına dair haber geldi. Yüreği ağzından çıkacakmış gibi gergin baktı sonuçlara. Sabahın köründe odasında çığlık çığlığa bağırmaya başlayınca yengesi ile amcası yüzleri bembeyaz daldılar odasına.

Asiye bir sıçrayışta ikisini de sardı kollarıyla, “Oldu bu iş!”

“Kız ne oldu söylesene! Kalbim duruyodu!”

“Puanım yetiyor okula, kazandım!”

“A!” dedi gözleri önce kocaman açılıp, elleriyle açık ağzını kapadı yengesi, sonra bir çocuk gibi sıçradı yerinde, sonra da ağlamaya başladı.

“İşte benim kızım!” demişti amcası bir erkek çocuğu gibi kocaman eliyle Asiye’nin ensesini tutup sallamıştı öne arkaya, “İşte bu!”

Ahşap evin duvarları, babaaannesine de ulaştırmıştı çığlığını, kadıncağız, yan yan nasıl indiğini bilememişti basamakları.

Onların sevinci sakinleyince “Babanı ara, senden duysun!” demişti amcası.

“Biletimi alıyorum. Aferin sana!” dedi babası kendince coşku verdiği sesiyle.

“Yok alma! Tercih yapayım sonra” diye kesti önünü Asiye, “Artık sistem böyle!”

“Tamam sen haber ver. Kutluyorum!” dedi Kanat bey kapattılar. Kanat beyin yüzüne yerleşen gururlu gülümsemeyi göremedi Asiye tabi. Derin bir nefes almıştı iyi haberi duyunca.

Tercihler yapıldıktan sonra okulu görmek istiyorum dedi Asiye. Bu defa İstanbul’a gitmek istemiyordu artık. Zaten okul açılınca ayrılacaktı evden, ne kadar kalsa o kadar iyi gözüyle bakıyordu. Zaten üniversite de tatile girdiği için daha uzun kalabileceğini hesap eden Kanat bey “Tamam geleyim götüreyim seni okuluna, oradan geliriz İstanbul’a” dedi bu sefer.

Asiye’nin buna bulacak bahanesi kalmamıştı. Evdekilerin ayrılık hüznüne karışan sevincini bozmamak için de homurdanamadı bu defa. Bağ, bahçe zamanı olduğundan onlar Giresun’a da gelemiyorlardı.

“Madem okulunuz yok, neden İstanbul’a gitmek zorundayız. Siz de burada ailenizin yanında kalsanız olmaz mı?” diye sordu Asiye Kanat beye ilk fırsatta.

“Olmaz, gitmek zorundayız!” diye yanıtladı Kanat bey, “İşlerim var!”

“İyi ya! Siz dönün”

“Asiye babana senede ayırdığın üç dört günü çok görüyorsun biliyorum ama bu kadarına hakkım var değil mi? Seni tamamen terk edip gitmedim. En güvendiğim yere getirdim ve ne ihtiyacın olsa hazır bekledim”

Asiye bir sürü şey söylemek istedi ama sustu. Şimdi bunun kavgasını yapmak istemiyordu. İstanbul’da olsalar yapardı ama bu evde olmazdı.

Giresun’a okulu görmeye, oradan yine İstanbul’a geçtiler. Yine her öğünü dışarıda yiyip, az konuşup geri geldiler.

Evden ayrılış zamanı zor gelse de yengesi ve amcasıyla evden ayrılıp, yurda yerleşmek için yola çıktıklarında çok ağladı Asiye. Sıdıka hanım ondan çok ağladı. Hediye hanım evden çıkarken vedalaşmıştı torununa. Arkalarından su döküp dualar etmişti.

“Benim akıllı kızım. Sana güvenimiz tam. Alo de yengen ile uçar geliriz” dedi amcası gözleri kıpkırmızıydı ama ağlamamaya çalışıyordu.

“Çok şanslıyım” dedi Asiye kucakladı ikisini, gönderdi.

Hep babasından şikayet etmişti ama aslında annesiz, Kanat beyle büyüse her şeyin şimdikinden daha zor olacağını anlayacak yaşa gelmişti artık. Onu çok seven insanların arasında, el bebek, gül bebek büyümüştü. İlk hata bunları düşünerek teselli etti kendini, hasretini bastırmaya çalıştı. İstanbul’da kalmaktan zevkliydi burada yaşıtları ile olmak.

Harcamadığın harçlıkları ile bilet alıp iki hafta sonra sürpriz yapıp eve gitti. Hayatının en cesaret dolu macerasıydı bu. Kanat beyin bahsettiği o zaferi tatmıştı. Kimsenin onu getirip, götürmesine ihtiyaç kalmamıştı artık. Büyümüştü.

Yarı yıl tatilinde evdekileri de göremediğini bahane edip gitmedi İstanbul’a. Kanat bey çok ısrar etti ama Kartal beyin de üzüldüğünü ve kızını görmeye hakkı olduğunu düşününce vazgeçti ısrardan. O geldi bir kaç gün kalıp döndü geri. Ancak yaz geldiğinde kesinlikle gelecekti Asiye onunla söz aldı.

Zaman çok hızlı akıyordu, ünüversite ve yurt yaşamını sevmişti Asiye. Hatta birinden hoşlanmaya da başlamıştı ama platonikti henüz. Sınıf arkadaşıydı, İstanbul’dan gelmişti o da. Asiye’de İstanbul’a babasına gittiğini söyleyince sohbet başlamıştı aralarında.

“Orayı biliyor musun?”, “Burayı gördün mü?”

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s