Kanat beyin tahmin ettiği gibi denizi görünce neşesi yerine geldi Asiye’nin Telefonunu çıkarıp bir sürü fotoğraf çekti. Beton yoldan denizle arasında kalan büyük kayalara atlıyordu ki “Düşersin dikkat et!” dedi Kanat bey.
Kayaların üzerine oturmuş denizi seyreden iki sevgili dönüp baktılar onlara.
“Ben şehir çocuğu değilim, düşmem!” dedi Asiye ve hopladı önündeki kayaya doğru, sonra bir sonrakine, üçüncü de hafif dengesi bozuldu ama toparlandı hemen.
Kanat bey yürüyüş yolundaki banka oturdu gidip. Kızını seyretti o keçi gibi o kayadan o kayaya atlarken.
“Keşke bu kadar inatçı olmasaydın” dedi içinden, yanındaki bankta oturan kadınla göz göze geldi o an, kaçırdı bakışlarını.
Hiç evlenmemişti Kanat bey. Evlenmeyi de düşünmemişti. Bağlanmayı sevmiyordu. O en büyük aşkı kitaplarda bulmuştu. Yalnızlığı, sessizliği, düzeni seviyordu. İki kişilik bir hayatı kalabalık buluyordu bu yüzden. Asiye geldiğinde zorlanıyordu ama şikayet etmiyordu elbette. Yıllar geçmiş ve kocaman bir kız olmuştu Asiye. Onu Kartal beylere götürdüğünde çok ağlamıştı yol boyunca. Çocuk oyalamayı bilemediği için otobüste bir kadın ilgilenmişti Asiye ile, o zaman sakinlemişti ancak. Yolun kalan yarısında da uyumuştu. Kendini en erken altı yedi yaşında hatırlıyordu Kanat bey, kendini ve kardeşini elbette. Babasının çok dayağını yemişti o yaşlarda. Okuldan kaçardı, evden kaçardı durmadan. Kitap okurdu, bakkaldan dergi, kitap çaldığı için dayak yemişti bir keresinde. Kartal bey onun yediği dayaklara üzüldüğünden diğer suçların bazılarını üstlenir kendi dayak yerdi onun yerine. İkizdiler ama ağabeyi gibiydi Kartal bey onun her zaman. Uzakta veya asi olabilirdi ama canını verirdi ikizi için, ikizi dahil kimse bilmezdi bu yanını. Duygusallığı sevmiyordu fazla. Satır aralarında, kitapların içinde yaşıyordu her şeyi sanki. Bu kadar dışa dönük görünüp, içe dönük kalmak onun özelliğiydi. Kadının arada sırada ona bakıp belli belirsiz gülümsediğini görünce, içinden gülümsemek geçse de yapmadı. Tedirgin oldu Asiye’ye doğru yürüdü.
Asiye bir kayanın üzerine tünemişti şimdi de, çenesini dizlerine dayamış, kolları ile bacaklarını çepeçevre sarmış denize bakıyordu öylece, Karadenizin görünen hırçınlığının tersine, içten içe akan kaynatan bir denizdi buradaki.
Havanın ayazı, deniz kenarında iyice keskinleştiği için elleri dondu Kanat beyin “Hasta olacaksın orada! Haydi kalk artık!” diye seslendi kızına. Sevgililer de üşüdükleri için kalkmışlardı az önce. Asiye’de üşümüştü aslında ama oyalanıyordu. Kalksa da ne yapacaklardı sanki. Bacakları uyuştuğundan zor kalktı ayağa, o iğneleyici karıncalanmaya karışan gıdıklanma duygusu ile mücadele etti bir kaç saniye ve sağlam basacağına inanınca, hoplayarak çıktı betona. Caddeye çıkıp taksiye bindiler ve döndüler eve. Kanat beyin dersi vardı öğlen iki saat. Sonra gelecekti.
O evden çıkar çıkmaz yengesi ile amcasını aradı hemen.
“Yine dışarıda yedik! Okula gitti şimdi”
Olanı biteni ses tonuna sıkkınlığını yükleyerek anlattı tek tek. Üniversite bitince gelmeyeceğini tekrarladı. Her İstanbul’a geldiğinde Asiye’nin tekrarladığı repliklerdi bunlar.
“Amcanın mezarına gideceğiz yarın” dedi yengesi.
“Yarın yirmi ikisi mi?”
“Evet, baban da üzgün olur yarın, bunaltma adamı!”
“Keşke ben de orada olsaydım!”
Asiye’nin hiç tanışmadığı, kardeşlerin en büyüğünün ölüm yıldönümüydü ertesi gün. Kartal amcası o gün geldiğinde önce mezarlığa gidip ağabeyine dua eder, sonra eve gelip radyoda hüzünlü şarkılar dinleyerek dalıp giderdi.
Yengesi alışmıştı onun bu hallerine, o gün gelince hiç ellemezdi kocasını. Asiye’nin doğumundan bir yıl önce ölmüştü amcası. Kaza kurşunuydu söylediklerine göre, köy yerinde sıkışan bir tüfek ateş almıştı.
“Kazaydı” diyordu Kartal bey gözleri dolarak, “Kazaydı”
Asiye’de onun acısını hissettiği için sormuyordu fazlasını. Sorsa ne olacaktı? Zamanda geri gidip onu kurtaracak hali yoktu.
Hediye hanım dönerdi en geç mezarlıktan o gün geldiğinde, zaten yakın olduğundan onu bırakıp gelirlerdi oğulcağızı ile baş başa.
“Allah kimseye tattırmasın, evlat acısı çok zor!” derdi yengesi, kayınvalidesini mezarın başında bırakıp dönerlerken. Öyle içli söylerdi ki, Asiye’nin içi titrerdi düşününce, iyice üzülürdü babaannesine.
Bu defa olduğu gibi bir kaç kez de babasının bu acıyı nasıl yaşadığına şahit olacak şekilde İstanbul’da olmuştu. Kanat bey bütün diğer duyguları gibi bunu da içinde yaşıyordu hiç sözünü etmeden. Yengesi ile konuştuğu için biliyordu gününü Asiye ama babası söylemeyince bir şey demiyordu o da. Evin sarp yamacı gibiydi babası, babaannesi, Kartal amcası bir sarmaşık gibi sararak yaşıyorlardı ailelerini, sarp bir yamaç olan babasını bile. O ise üzerinde kimseyi barındırmak isteyen kayalıklar gibi soğuk rüzgarlara açıyor göğsünü, kurutuyor atıyordu tüm sarmaşıkları sanki. Kendinden mi, ailesinden mi daha çok kaçıyor anlamıyordu Asiye. Bir şeylerden kaçtığını biliyordu sadece. Yusuf beyin onu evden kovan gazabından başka bir şeydi o her neyse.
“Annemle ilgili biliyorum” diyordu Asiye ama öğrenecek kimse yoktu ne yazık ki işin gerçeğini.
“Baban iyi mi?” diye sordu yengesi.
“İyi veya kötü halini anlamıyorum ben onun!” diye cevapladı.
Bir kaç saat evde kitaplara bakmakla geçirdi. Kitaplara ilgili değildi konu, aralarında bir not, bir mektup bulur muyum diye bakıyordu. Her defasında farklı kitaplara baktığı halde üzerine alınmış bir not bile bulamıyordu. Babası kitap sayfalarına not düşüp, satır çizmeyi sevmiyordu anlaşılan.
Kalan günler de benzer şekilde tükendi ve nihayet Asiye’nin hasretle beklediği dönüş günü geldi.
“Ben artık tek başıma yolculuk edebilirim” dedi babasına
Kanat bey gülümsedi “Annemi göreceğim”
Onun bu tartışmanın önünü kesen kısa açıklamalarına sinir oluyordu Asiye bir şey demedi.
Eve dönüş yolu yorucu olsa da yengesi ve amcasının yüzünün aldığı o sevinç dalgasını görünce bütün yağları eridi, sonra basamakları üçer beşer atlayarak babaannesine çıktı.
“Hiç kitabı, defteri yoktu yanında” dedi Kanat bey kız yukarı koşturunca, “Çalışıyor mu sahiden? Siz istiyorsunuz diye girecekmiş sınava öyle dedi”
“Okulda kursa kalıyolar” dedi Sıdıka hanım
“Sıkı tutun, tekrar yapmazsa bir işe yaramaz kurs. Gelince tekrar yapsın iki üç ayı kaldı”
“Tamam yaptırırız dert etme” dedi Kartal bey. Bu defa Asiye’nin en sevdiği yemekler yapılmıştı. Hediye hanımla ikisi inince yemeğe geçildi ve çaylardan sonra Kanat bey annesi ile çıktı yukarı.
“Oh şükür evdeyim” diyerek yengesinin boynuna atıldı Asiye babası çıkar çıkmaz
“Gene kök söktürdün değil mi adama? Hiç çalışmadı dedi İstanbul’da!”
“E yarı yıl tatili ama?”
“Olsun kızım, dünyanın bin türlü hali var. Bağa, bahçeye güvenme altın bileziğini tak koluna”
“Ya aynı babam gibi konuştun yengecim ya!”
“Aklın yolu bir kızım! Ne ilgisi var baban gibi konuşmayla? Milletin aklı kıt mı ülkenin her yanında harıl harıl çalışıyor çocuklar bu sınava?”
“Kazanacağım ben sağlık okulunu sen merak etme. O çalışanlar doktor, mühendis çıkacak” dedi gülerek.
“Kartal sana çok güveniyor yüzünü yere indirme” dedi yengesi onun bu konuda ne kadar hassas olduğunu bildiği için.
“Onu babama karşı mahcup edeceğime, kavağa çıkar atlarım ben!” diyerek ciddileşti Asiye hemen.
“Hah! Baban gidince başla tekrarlara”
“Şimdi başlarım!” diyerek odasına koştu Asiye. Yorgunluktan yatağa varır varmaz uyudu.
(devam edecek)