Düşler treni – Bölüm 1

“Bu tren düşlerinize kalkıyor. Kısa bir süre olsa da gerçek olmasını dilediğiniz her şeye tüm gerçekliğiyle ulaşmak istemez misiniz? O halde bu trende bir yeriniz olmalı!”

Kalabalık metronun uğultusunu yararak kulaklarının içinden zihnine doğru giden bu ses işe giderken her sabah duyduğu reklamlardan sadece biriydi. Metronun ışıltılı reklam panolarında her gün yüzlerce reklam geçiyordu. Her sabah ve her akşam zihni dolu ve bedeni yorgun olduğundan bir tanesiyle bile ilgilenmemişti bu güne kadar. Genellikle başını cama yaslayarak akıp giden karanlığa bakıyor ya da gözlerini kapatıp hafif bir uykuya dalıyordu.

O sabah  yine bu sesin duyarak içinin geçtiğini hatırlıyordu. Metronun reklam panosunun tam karşısında duruyordu ve panoda birden bire beliren kardeşinin sağlıklı ve  gülen yüzünü görünce neredeyse heyecandan kalbi duracaktı. Yemşeyiş bir çayırda koşup ona el sallıyordu Spero. Bu ismi ona babası vermişti. Latince umut anlamına geliyordu. Annesi Spero doğmadan önce onun bir kurtuluşun anahtarı olacağını görmüştü rüyasında. Fakir ve sefil hayatlarından onları çekip kurtaracak bir erkek çocuk dünyaya gelince adını Spero koymuşlardı bu yüzden. Latince yüzlerce yıldır hemen hiç bir yerde kullanılmıyordu artık. Unutulmuş bir dilin yeniden canlanması ve bir umuttu Spero bu yüzden.

Geçirdikleri o kazaya kadar her gün dua etmişti adamcağız oğlunun güzel kaderi için. Elbette İniti’yi de çok seviyorlardı. İnitium yani başlangıç kelimesinden geliyordu onun adı da. Ancak Spero’ya hamileylen olduğu gibi bir rüya görmemişti annesi o doğmadan. Bu yüzden onun için güzel bir gelecekten başka dilekleri yoktu. Oysa Spero bir kurtarıcı olacaktı. Hükümet arşivinde görev yapan babasının tek işi şimdi artık kullanılmayan kağıt yazmaların zarar görmeden bir depoda korunmasını sağlamaktı. Kağıdın yok olmaması için gerekli nem, sıcaklık, toz oranı vb şeyleri hesaplıyor ve onların daha nesillerce kalması için bekçilik ediyordu. Neredeyse tamamının içeriği dijital ortamlara aktarıldığından bu yazma ve kitaplara artık kimse dokunmuyordu. Babasından başka. Bütün gün kocaman bir arşivde tek başına dururken eski dillere merak salmış, çocuklarının isimlerini de öyle vermişti. Latince nedense en çok ilgisini çeken dil olmuştu. Dünya tarihi boyunca bilimden, sanata yaşayan ve yaşatan bir dil olduğu içindi belki de. Karısı eşinin bu tuhaf merakından ortaya çıkan isimlere hiç itiraz etmemişti. O da bir kimyasal temizleme şirketinde çalışıyordu.

Eğitim halkın her kesimince ulaşılabilir olmadığından, uzaktan eğitim ile halk kütüphanelerine ayıracak vakti olanlar belirli seviyelere gelebiliyorlardı. İnity’nin babası da böyle eğitmişti kendini. Gündüz çalışıp ailesine destek olmuş, geceleri evlerinin hemen karşısındaki kütüphanede sabahlamıştı yıllarca. Böylece bir diploma edinmiş ve şimdi sahip olduğu işe sahip olabilmişti.

Annesinin böyle bir şansı olmadığı için o eğitimli değildi. Bu nedenle de kocasının sözlerine çok değer verir. Fikirlerini tartışmazdı.

O haftasonu Spero’yu da alıp iyi bir eğitim alması için yatılı verecekleri okul için yola çıkmışlardı. İniti onlarla birlikte gitmemişti, birinin hafta başlamadan evde hazır olması gerekli işleri bitirmesi gerekiyordu. Yola çıkışlarının ardından beş saat sonra geçirdikleri kazanın haberi İniti’ye ulaştı. Sadece Spero hayattaydı ve onunda durumu ağırdı. Omiriliğinde ciddi bir zedelenme olmuşu ve geri kalan hayatında yürüyemeyecekti.

Kazanın üzerinden neredeyse üç yıl geçmişti. İnity on altı yaşında girdiği için kardeşine bakabileceğine ve hükümetin sağladığı sığınaklardan birine geçmelerine gerek olmadığına karar verildi. Zaten engelli bir hayat ile devam edeceklerinden anne ve babalarından kalan borçların silinmesi için özel bir karar çıkarıldı.

Böylece İnity ve Spero daha uygun bir kira ile onlara sunulan tek odalı pansiyon evlerden birine geçtiler. İnity kendine bir iş buldu ve her gün kardeşi Spero’yu tek başına bu evde bırakarak işe gidip gelmeye başladı. Tüm bu yaşanılanların içinde başlamış oldukları eğitimlerine devam etme şansları kalmadığından, İniti de ancak eğitimsizlerin çalışabileceği işlerden birine devam edebiliyordu. Babası gibi geceleri halk evinde uzaktan eğitime dahil olmayı çok düşünmüştü ama Spero zaten bütün gün evde tek başına kalıyordu. Tek başına tuvalete gidemediği için aynı bezle durmaktan her yanı yara bere içinde kalıyordu. Bir de geceleri onu tek başına bırakırsa çocuk yaraların acısına dayanamazdı. Gelir gelmez altını açıyor ve hemen temizliyordu. Merhem almaya paraları yetmediği için komşularından öğrendiği ve tepelerden topladığı otlarla kaynattığı merhemi sürüyor çorbasını içiriyordu. Bütün gün acıkırsa yemesi için ancak kuru şeyler bırakabiliyordu kardeşinin yanına. Zaten hareketi az olduğu için bu  da bağırsaklarını mahvediyordu. Bu nedenle evdeyken bolca sıvı tüketmesini sağlamaya çalışıyordu.

Spero kazadan sonra konuşmayı bırakmıştı. Sadece gözlerini dikip boşluğa bakıyordu. İniti onun söylenen her şeyi anladığını bildiği çin evdeyken sürekli onunla konuşuyordu. İzin günlerinde onu biraz dışarı çıkarmaya çalışsa da odaları üçücü katta ve merdivenler çok dik olduğu için bu çok zor oluyordu. İnmekten çok çıkmak saatler sürüyordu. Bir tekerlekli sandalyeleri olmadığı için onu sürüyerek dışarı çıkarıyor. Merdivenleri kol gücüyle bedenini kaldırarak inip çıkmasına yardım ediyordu. Bir kaç denemeden sonra ikisi de bundan vazgeçmişlerdi zaten. Sadece kapıyı açıp, pansiyonların açıldığı avluya bakıp içeri giriyorlardı artık. Hiç değilse gökyüzü ve açık hava görünüyordu oradan.

Şimdi metronun reklam panosunun karşısında Spero’nun yemyeşil çayırlarda koşup ona el salladığını görünce ne olduğunu anlayamamış mutlulukla gülümsüyordu sadece. Omuzundan onu tutup sertçe sallayan adamın sesi ile gözlerini açtı.

“Haydi kızım otel mi burası! Son durak!”

Adamın kaba saba  sesi kulaklarında çınlamaya devam ederken gözü metronun reklam panosunda yazan telefon ve adrese takıldı. Metrodan inmeden onu iyice ezberledi.

Bu adres ve telefon düşler treni isminde bir firmaya aitti. Paranızın seansa yettiği süre boyunca size gerçek olmasını istediğiniz şeyleri çok boyutlu olarak hissettiriyordu. Tıpkı az önce Spero’yu rüyasında gördüğü gibi yani. Onu istediği yerde koşup oynarken görmesini ve bunu sanki oradaymışçasına hissetmesini sağlıyorlardı. Daha önce bir kez annesini çok özlediği için gitmişti. Anne ve babasıyla evde bir akşam geçirmeyi düşlemişti yeniden. Kazadan önceki hayatları gibi. Parası sadece on dakikasına yettiği için o kadar izleyebilmişti ama o bile o kadar iyi gelmişti ki kendini çok daha iyi hissetmişti.

Elbette bundan Spero’ya hiç bahsetmemişti. Zaten onu oraya götürmesi mümkün değildi. Aslında kardeşinin düşlerinin gerçek olmasına ondan daha çok ihtiyacı olduğunu biliyordu ama elinden bir şey gelmiyordu. Son günlerde hissettiği gerginliği belki yeniden oraya giderek atlatabilirdi. Yine on dakika izleyecek kadar para ayırması mümkündü. Spero’ya da bahsetmezdi olanlardan. Akşam yine metro ile eve dönerken bunları düşündü durdu. Bu defa gözünü reklam panosuna dikip verilen diğer reklamları da izlemeye çalıştı ama zihni bu  tatlı ve kısa molaya odaklandığı için hepsini tam göremedi. Sadece bir tanesinde Spero gibi hastaları tedavi eden  bir merkez olduğunu gördü göz ucuyla. Aslında rüyasında gördüğü şeyin düşler treninin değil de bu merkezin reklamı olabileceğini düşündü sonra. Belki de bütün yolculuk boyunca zihni bir şekilde bu reklam ve sesleri kaydediyordu o farketmeden. Rüyalarında bir şekilde ortaya çıkıyordu sonra bunlar. Sağlık merkezinin tam olarak ne yaptığını anlayamamıştı, sabahki yolculukta da onu dinlemeye karar vererek eve geldi. Yarın işten sonra düşler trenine uğrayıp eve öyle gelecekti.

(devam edecek)

Yorum bırakın