Melike hanım bu güzel haberi alınca, dükkanı kapatıp, heyecanla eve döndü ve eşi, kızıyla birlikte mutluluk dolu bir akşam geçirdiler. Eşine gelen yeni iş teklifi nedeniyle bir süredir yurt dışına taşınmayı planlıyorlardı. Ancak Yasemin’e konulan bu şüpheli teşhisten sonra ikisi de bütün hayatlarının durduğunu düşünmeye başladılar. Kızlarının iyi olması her şeyden önemliydi. Orada yaşayacakları evi bile ayarlamış, bir ay sonra taşınma için gün belirlemişken beklenmedik şekilde ortaya çıkan bu durumla hayatları alt üst olmuştu. Şimdi yeniden kızlarının iyi ve her şeyin yolunda olduğu haberi ile ikisinin de üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. Artık hayat planlarına kaldıkları yerden devam edebilirlerdi.
Melike hanım artık dükkanını toplaması gerektiğinden emin bir şekilde geldi ertesi gün. Kızının sağlıklı olduğu haberi ona dükkana bir gün önce gelen küçük kızı unutturmuştu. Anahtarı kapıya sokup, göz ucuyla vitrine baktığında hatırladı Canan’ı yeniden. Çaydanlık dün bıraktıkları yerde tüm sihri ile duruyordu. İçeri girince, Canan’ın kargacık burgacık yazısı ile yazmış olduğu dilek mektubunu masanın üzerinde bıraktığını gördü. Tahta oyuncak da mektubun hemen yanındaydı.
Hiç düşünmeden kağıdı ve oyuncağı eline alıp, kapıyı kilitledi ve gerisin geri çıktı dükkandan, arabasına binerken özel muayenehanesi olan bir arkadaşını aradı. Canan’ın yazdığı adresi yazıp, doğruca onların evine gitti ve arkadaşına da adresin fotoğrafın çekip yolladı.
Can ve Canan akşam doktorun gelmesini beklerken yine uyuya kalmışlardı. Can’ın da ateşi çıkmaya başladığı için Canan üçüne birden sirkeli suya batırılmış bez sürüyordu. Çocuklarda hasta olmaya başlayınca Mustafa bey kendini zorlayarak kalkmış evde buldukları ile hepsinin yiyebileceği bir çorba yapmıştı. Aliye hanım henüz toparlanamamıştı. Evdeki herkes hasta olunca Canan’ı da okula göndermemişlerdi. Canan evdeki herkese çorba ısıtmış doktorun neden gelmediğini düşünüyordu. Can yanakları pespembe yatakta uzanıyordu. Yatakları annelerininkine yakın olduğu için onunla bu konuyu konuşamamışlardı. Zaten zavallı çocuğun konuşacak hali de yoktu.
“Cin amca neredesin bak kardeşim de hasta oldu?” diye inledi Canan kendi kendine ve tam o sırada kapı çaldı.
Evlerine neredeyse kimse gelmediği için Mustafa bey kapıyı açmak için doğrulmaya çalıştı ama beli ağrıdığı için o kalkana kadar “Doktor geldi!” diyerek Canan kalktı ve kapıya koşup, açtı. Karşısında dün dükkanda tanıştığı kadını görünce şaşırdı. Hemen arkasında da uzun boylu bir adam duruyordu.
“Merhaba yoksa beni unuttun mu?” dedi Melike hanım şaşkın şaşkın yüzüne bakan çocuğa.
“Hayır tabi ki!” dedi Melike, “Cin dün gelmedi mi?”
“Arkamdaki kim biliyor musun?”
“Cin mi yoksa?”
“Hayır doktor!”
“Sahi mi?” diyerek hemen adamın eline yapıştı Canan ve onu içeri sokup, annesinin yanına getirdi. Mustafa bey ve Aliye hanım tanımadıkları bu insanlara bakıyorlardı.
“Ben doktorum” dedi Orhan bey gülümseyerek ve sırayla hepsini muayene etti.
O sırada Melike konuyu anlayamayan aileye Canan’ın dükkana gelip lamba cininden bir doktor istediğini anlattı. Aliye hanım ve Mustafa bey kızlarının yaptıklarını hayretle dinlediler.
“Baba gördün mü bak lamba cini gerçekmiş!” dedi Canan sevinçle el çırparak.
Doktor muayene ettikten sonra Can “Cin bu teyze miymiş?” dedi inleyerek. O zamana kadar bu düşünce hiç aklına gelmeyen Canan dönüp Melike hanıma baktı merakla.
“Evet benim!” dedi Melike hanım, “Lamba benim olduğuna göre, cin de sanırım benim!”
“Gördün mü cin bir kadınmış!” dedi Canan kardeşine bakıp, “Neden dün söylemediniz?”
“Acelen vardı fırsat olmadı!”
Canan da dahil hepsinin hafif bir grip mikrobu aldıkları anlaşıldı. Ancak bağışıklık sistemleri güçlü olmadığından ve hiç bir ilaç almadıklarından ağır geçiriyorlardı. Melike hanım doktorun yazdığı ilaçları alıp getirdi ve sonra markete gidip dolaplarını dolduracak bir sürü şey aldı. Hiç çekinmeden girip harika bir tavuk çorbası pişirdi.
“Sizin hakkınızı nasıl ödeyeceğiz?” dedi Aliye hanım yattığı yerden.
“İyileşerek!” dedi Melike hanım, “Canan bana mucize ve umut getirdi! Ben sadece ona olan borcumu ödedim!”
Akşam eve dönünce eşine ve kızına tüm hikayeyi anlattı. Bir hafta sonra evdeki herkes sağlığına kavuşmuştu. Doktor Mustafa beyin beli için başka bir arkadaşını getirmişti. Aliye hanımın ayakları içinse bir başka doktora gidilecekti.
Onların gribi atlattıkları haberi gelince, Melike hanım bu defa kızı ve kocası ile yine geldi. Yasemin Canan ve Can ile oynarken, onlar da kızlarının başına gelenleri ve Canan’ın dükkana geldiği gün olanları anlattılar. O küçük kızın umudu ve inancı iki aileyi bir araya getirmişti.
Akşam eve döndüklerinde Melike hanımın kocası Turgut bey Canan ve ailesinin yaşadığı yeri görüp, durumlarını öğrenince çok üzüldüğünü söyledi. Onlar bir ay sonra burayla tüm ilişkilerini kesip, yeni bir yaşam kurmak için ülkeden ayrılacaklardı. Her ihtimale karşı evlerini satmayı düşünmemişlerdi. İhtiyaçları olanı alıp, kalanı bırakıp, kapıyı kilitleyeceklerdi.
“Bence evi onlara bırakabiliriz! Evimizde mutlu bir yuva devam eder!” dedi Turgut bey. Melike hanım kocasının hiç tanımadığı insanlara evlerini açma kararına oldukça şaşırdı. O böyle bir şeyi teklif etse bile Turgut bey asla kabul etmeyecek yapıda bir adamdı.
“Kızımız hasta olsaydı veya daha kötüsü olsaydı bu evin ne anlamı kalacaktı ki Melike?” dedi Turgut bey. Orada o iki küçük çocuk bir masal dünyasında olmadıkları halde hayaller içinde büyürlerken, biz bu evi bomboş bırakıp gideceğiz.
“Haklısın!” dedi Melike hanım kocasına sarılarak. Bir kaç gün sonra yeniden Canan’lara gidip kararlarını onlara da açıkladılar.
“Biz bunu kabul edemeyiz!” dedi Mustafa bey.
“Bunu şöyle düşünün!” diye söze girdi Turgut bey, “Evimiz müstakil ve biz kapısına kilit vurup gideceğiz. İçinde eşyalarımız çürüyecek, ellerimizle baktığımız bahçemizdeki her şey ölecek! Evin tapusunu size vermiyoruz. Evimizi ev olarak korumanız için size emanet ediyoruz. Türkiye’ye he r geldiğimizde size misafir olacağız! Hatta evimize sahip çıktığınız için size çok olmasa da bir miktar ödeme yapacağım!”
Aliye hanım ve Mustafa bey ne diyeceklerini bilemeden bakıyorlardı, “İki çocuğunuz bu penceresiz odada hayal ederek değil, o bahçede koşarak, oynayarak, yaşayarak büyüsünler!” diye ekledi Melike hanım. Sonunda evin bakıcıları olarak orada yaşamayı kabul ettiler. Can ve Canan “Yaşasın Lamba Cini” diye hoplayıp duruyorlardı. Yasemin’e de lamba cininin ne kadar iyi biri olduğunu anlatmışlar onu da kendilerine ortak etmişlerdi. Sonuçta lamba cini anne ve babaları gibi Yasemin’i de iyileştirmişti.
Onlar gittikten sonra Can ve Canan ilk kez anne ve babalarını ağlarken gördüler ve önce korktular. Zavallı karı koca başlarına gelen bu mucizenin etkisi ile ağlıyorlardı. Çocuklar da gidip onlara sımsıkı sarıldılar. Aliye hanımın o güne kadar hayal olarak kurduğu evde yaşayacaklarına kulakları ile duydukları halde inanamıyorlardı.
O hafta sonu Turgut bey gelip onları evlerine götürdü. Birlikte yemek yediler ve evi gezdiler. Melike hanım bu arada Canan’ların evine gelen doktor arkadaşı ile konuşmuş, Mustafa beyi muayenehaneye işe aldırmayı başarmıştı. Artık eskiden yaptığı gibi kısa süreli, farklı işlerde çalışması da gerekmeyecekti. Dönem sona erene kadar çocuklar eski okullarına gidecekler, sonra Yasemin’in de devam ettiği yeni ve eve yakın olan okula kayıt olacaklardı. Aliye hanım çocukları her gün otobüse bindirecek, akşam da gelip duraktan alacaktı. Dizleri ağrıyordu ama onun tedavisine de başlayacakları için yakında o da kendini daha iyi hissedecekti.
(devam edecek)