Dükkanın kapısının açık olduğunu fark ettikten sonra koşmaya başladığı için nefes nefese içeri daldı Canan. Kasanın yanındaki sandalyede elindeki kağıtları inceleyen Melike hanım paldır küldür içeri dalan küçük kıza baktı şaşkınlıkla.
“Merhaba teyzeciğim!” dedi Canan
“Merhaba! Ne istiyorsun?”
“Şey ben! Şey ben!” dedi Canan bir an için ne diyeceğini bilemediği için. Lambanın sihirli olduğunu bu kadın biliyor muydu acaba? Sonra bilmese de ona söylemek zorunda olduğuna karar verdi ve “Şurada duran lambaya dilek dilemek istiyorum!” dedi
“Anlamadım?” dedi Melike hanım şaşkın şaşkın.
Canan koşarak vitrinde duran porselen çaydanlığı gösterdi heyecanla, “Siz bilmiyor olabilirsiniz, anlıyorum. Bu bir sır aslında ama şimdi ihtiyacım olduğu için size söylemek zorundayım!”
“Neyi?”
“Bu lamba sihirli ve benim ona dilek dilemem gerek!”
Melike hanım şaşkın şaşkın Canan’ın gösterdiği çaydanlığın yanına gitti “Bu mu?”
“Evet o!”
“Çaydanlık bu?”
“Hayır size öyle demişler muhtemelen ama o bir lamba, sihirli!”
“Sahi mi? Nereden ışık veriyor peki?”
“Hayır öyle lamba değil!” dedi Canan bezgin bir şekilde, “Alaaddin’in sihirli lambası!”
Melike hanım heyecandan yerinde duramayan bu küçük kızdan hoşlanmıştı. Kendisinin de tam olarak bu yaşlarda olan kızı Yasemin için lösemi şüphesi demişlerdi ve sonuçları o gün alacaklardı. Dün kızını doktora götürdüğü için gelmemişti. Bu gün de kafasını dağıtmak için gelmişti. Yasemin babasıylaydı. Eğer şüphe doğrulanırsa ne yapacağını bilmiyordu. Kızının yanında durunca sürekli ağlama hissi geldiğinden, kocası onu dükkana yollamıştı. Böyle sıkıntılı bir günün ortasında kapıdan giren bu küçük kız tuhaf bir şekilde onu mutlu etmişti.
“Demek bu sihirli bir lamba!” dedi gözlerini açarak, aslında onun da şimdi tam olarak böyle bir lambaya ihtiyacı vardı.
“Ne dileyeceksin peki bu kadar acil?”
“Annem ve babamın iyi olmalarını dileyeceğim!” dedi Canan, “Bir doktor dileyeceğim, öğretmenim sirkeli suyla iyileşemeyeceklerini söyledi!”
“Annen ve baban hasta mı?”
“Evet, ateşleri var. Kardeşim onlara bakıyor. Ben de cinden doktor isteyeceğim!”
Melike hanımın az kalsın yine gözleri dolacaktı. Küçük kızın hayallerini yıkmak istemediği için oyuna dahil olmaya karar verdi. Çaydanlığı eline aldı ve salladı, dışını biraz ovuşturdu.
“Sanırım cin şu an içeride değil!”
Canan’ın rengi soldu birden, “Nasıl değil?”
“Merak etme, sonra gelecektir. Biz şimdi şöyle yapalım.” diyerek kasaya yürüdü ve eline bir kağıt kalem alıp, küçük kıza uzattı. Sen bu kağıda dileğini ve evinizin adresini yaz. Ben de cin gelince ona vereyim, o da size bir doktor göndersin, ne dersin?”
“Böyle oluyor mu? Babam hiç böyle anlatmamıştı!” dedi Canan yeniden gülümseyerek.
“Olur tabi niye olmasın ki? Ben artık cini öğrendiğime göre senin kağıdını da gelince ona verebilirim!”
“Tamam ama yazım çok kötü benim, ya cin okuyamazsa!”
“Okur merak etme, ben okurum önce, o okuyamazsa ona da ben söylerim! Senin adın ne?”
“Canan!” dedi Canan ve kadının elinden kağıdı ve kalemi kapıp masaya yürüdü. Dilini dışarı çıkararak bir kaç satır yazdı zorla ve sonra katlayıp onu Melike hanıma getirdi. Tam uzatacakken birden geri çekti ve “Siz çok iyi bir teyzeymişsiniz, cinden sizin için de bir dilek dilemek istiyorum!”
Melike hanım bu sefer gözlerine dolan yaşları kontrole demedi, “Dualarım kabul olsun!” dedi mırıldar gibi. Canan hemen masaya dönüp, kadının söylediği cümleyi de dilek kağıdına ekledi ve katlayıp getirdi.
“Adresini doğru yazdın değil mi?”
“Evet yazdım. Okulda ezberletmişlerdi adreslerimizi!” dedi gülümseyerek, “Unutmazsınız değil mi cine vermeyi. Çok önemli çünkü!”
“Hayır unutmam merak etme!” dedi Melike hanım. Canan bir kez daha teşekkür edip, annesi yine merak etmesin diye koşa koşa çıktı dükkandan ama sonra hemen geri döndü.
“Ne oldu?” dedi Melike hanım merakla.
“Kardeşim için de bir dilek yazmak istiyorum!”
Melike hanım henüz elinde duran kağıdı ona geri uzattı ama kağıdın üzerinde başka dilek yazacak yer kalmamıştı.
“Ne yapacağım şimdi?” diye inledi Canan.
“Şöyle yapalım. Sen bunu git çaydanlığa söyle yüksek sesle, bende duymuş olurum. Cin gelince ona söylerim ne dersin?”
Geç kaldığı için telaş yapan Canan hemen ikna oldu bu sözlere ve çaydanlığa yaklaşıp “Cin amca, Can hep bir topu olsun istiyor ama toplar pahalı olduğu için babam alamıyor. Bize tahtadan oyuncaklar yapıyor ama top tahta olamadığı için kardeşim diğer çocuklar oynarken üzülüyor! Doktorla ona da bir top getirebilir misin acaba?” dedi ve sonra cebinden babasının yaptığı küçük tahta bebeği çıkarıp Melike hanıma uzattı.
“Bu nedir?” dedi Melike hanım.
“Bana çok iyilik yaptığınız için size hediye vermek istiyorum!” dedi Canan ve geç kaldığı için arkasını dönüp çıktı dükkandan ve koşarak eve gitti. Lambayı bulup, cine haber bıraktığı için çok heyecanlıydı bir an önce kardeşine olanları anlatmak istiyordu. Ayrıca cinin gönderdiği doktor gelmeden onun evde olması lazımdı. Ne de olsa bir cindi o her şeyi anında yapabilirdi.
O gün de Aliye hanımın ateşi yükseldiği için bütün gün kocasının yanında yatmıştı. Mustafa beyin ateşi azalmıştı ama beli iyi değildi. İkisi yattıkları yerden Can’a ne yapması gerektiğini söylüyorlar, o da elinden geldiğince yapmaya çalışıyordu. Ablası gelir gelmez hemen yanına koştu ve yatan anne ve babasına duyurmamaya çalışarak “Ne yaptın?” diye sordu.
Canan’da fısır fısır her şeyi bir çırpıda anlattı kardeşine kapının ağzında.
Bir türlü kapanmayan kapıdan esinti yaptığı için “Kızım ne yapıyorsunuz orada, girsene içeri!” diye seslendi Mustafa bey. İki kardeş lambanın sihri ile anne ve babasına sürpriz yapmaya karar verdikleri için bir şey belli etmeden geldiler onların yanına. Aslında daha farkında olmasa da Can’ın da hafif hafif ateşi çıkmaya başlamıştı. Hayatlarında ilk defa böyle bir duruma düştükleri için Mustafa bey kendini çok suçlu hissediyordu. Hem çalışıp para getiremiyor, hem de kalkıp ailesine bakamıyordu. Aliye hanımı yıllardır hiç hasta görmediği için de çok çaresiz hissediyordu. Can’ı bakkaldan veresiye almaya yollamıştı. Bunca zamandır paraları varsa alışveriş ettikleri, yoksa uğramadıkları bakkala ilk defa borçlanıyorlardı. Neyse ki bakkal aileyi tanıdığı için hiç ikiletmeden çocuğa istediklerini vermişti. Zaten herkes veresiye alış veriş ediyordu.
Canan aslında tahta bebeğini Melike hanıma verdiği için biraz üzülmüştü ama Can’a anlatırken, “Hiç üzülmedim, önemli değil benim için! Babam yine yapar!” iyileşince demişti. Can’da babasının onun için yaptığı oyuncak adamlardan birini üzülmesin diye ablasına vermişti. İki çocuk heyecanla doktorun gelmesini bekliyorlardı şimdi.
Melike hanım Canan dükkandan fırlayıp çıktıktan sonra elindeki tahta bebeğe baktı önce, tam ne yapsam acaba diye düşünürken telefonu çalıp, arayanın kocası olduğunu görünce hemen telefona baktı.
“Yasemin Lösemi değilmiş Melike!” diyordu kocasının ağlayan sesi, “Kızımız lösemi değilmiş!”
Hâlâ avucunda tuttuğu tahta bebeğe bakarak Melike hanım da hıçkırarak ağlamaya başladı ve zorla “Tamam! Tamam! Çok Şükür!” diyerek kapattı telefonu ve yeniden bebeğe bakıp “Lamba cini!” dedi göz yaşları içinde gülümseyerek.
(devam edecek)