“İyi haberlerim var!” dedi Duru.
Ozan, Mete beyin evlenmelerine rıza gösterdiğini düşünüp heyecanlandı hemen. Eğer biraz sonra duyacakları evlenmelerine onay vermek ile ilgiliyse, o zaman Nazlı’yı sadece birlikte çalışmaya ikna etmesi yeterliydi. Songül’den haber gelir gelmez harekete geçerdi.
“Sahi mi? Duymak için sabırsızlanıyorum aşkım?” dedi Ozan yüzüne yerleştirdiği kocaman gülümsemesiyle.
“Babam ihale için şirketinize tüm kaynaklarını seferber etmeyi kabul etti!”
“Sen ciddi misin?” diyerek yayıldığı koltuktan doğruldu Ozan.
“Evet, ancak bir şartı var! Şirketi babama satacaksınız. Sen ve Nazlı yine yönetimde olacaksınız elbette ama bizim şirketin alt şirketinde çalışanlar olarak! Böylece bizim şirketin tüm kaynakları sana açık olacak, istediğin gibi kullanabileceksin, çünkü artık iki ayrı şirket olmayacak! Bizden önce şirketler evlenecek! Ne diyorsun?” dedi Duru ellerini çırparak.
Şirketi, Mete beye satmak Ozan’ın duymak istediği çözüm olmadığı için canı sıkıldı, “Hayatım biz şirketi satmak istemiyoruz ki? Bu da nereden çıktı, bu ihale için ortaklık istiyoruz sadece!”
“Ozancığım baban dişi tırnağı ile kurduğu şirketin kaynaklarını sınırsızca sana nasıl açsın! Böyle iş adamlığı olur mu bir düşün istersen! Babam diyor ki, biz yardım kuruluşu değiliz! Başka şirketler büyüsün diye bu noktalara gelmedik! E haklı bence de!”
“İyi ama biz evlendiğimiz zaman zaten o şirkette senin payın var, bu şirkette de benim! Sen kendi adına o kaynakları kullanacaksın, ben de kendi adıma şirketin başarısını ortaya koyacağım! Böyle olması gerekiyor!”
“Babam, ‘Ozan işle, ilişkiyi birbirine karıştırıyor’ dedi. Sana babamı boş ver demiştim ama beni dinlemedin!”
“Şirket sadece benim değil biliyorsun, bu kararı ben tek başıma veremem. Nazlı’yı ikna etmem gerekir ki böyle bir şeye asla ikna olmaz. Biz bu şirketi kurmak için işlerimizden ayrıldık!”
“Evet babam da tam olarak bunu söyledi. Benim şirketimi basamak yapıp, benim şirketim aracılığı ile kazandıkları müşterileri de çekerek kendilerine yol çizdiler. Şimdi kaynakları kullanmak istiyorlarsa, şirketleri ile birlikte geri dönecekler!”
Ozan sıkıntıyla kafasını kaşıdı. Mete bey gerçekten hiç umduğu gibi biri çıkmamıştı. Şirket kendilerini yok etmeden bir fayda sağlamayacaksa o zaman neye yarardı.
“Ya ne var bu kadar! Sat babama, zaten Nazlı ile yapamıyorsunuz artık! Şirketin başına sen geçersin, babam onu bir bahane ile şutlar!”
Ozan şaşkın şaşkın Duru’nun yüzüne baktı, “Daha neler?”
“Ne demek daha neler Ozan? Şirketten mi vazgeçemiyorsun, yoksa Nazlı’dan bir karar ver artık!” dedi Duru sert bir sesle.
“Eh! Yeter ama siz baba kız ne istiyorsunuz bizden?” diyerek ayağa fırladı Ozan.
“İşine gelmeyince, siz-biz mi olduk? Biz mi sizden bir şey istiyoruz, siz mi bizden? Annem de, babam da beri sana karşılar. Beni çıkarın için kullanmak istediğini söyleyip duruyorlar. Annem ‘Kendi ailesine hayrı olmayanın kimseye hayrı olmaz!’ diyor senin için!”
“Ailemi karıştırma, ne ilgisi var? Ailesi ile arası bozuk olan bir tek ben miyim? Annen ne biliyor benim hayatım hakkında! Onlar önce kendilerine baksınlar, sevdiğin adamla bir şeyler paylaşmana bile izin vermiyorlar. Sırf onların hayalindeki damat değilim diye!”
“Çulsuz birinin babamın servetini paylaşmak için benimle evlenmeye çalıştığını söylüyor babam Ozan! Sen de tüm bu yaptıklarınla onu haklı çıkarıyorsun. Teklifini kabul ettiğim için beni pişman etme!”
“Etme o zaman!” dedi Ozan öfkeyle, “Geri alıyorum teklifimi! Nikahı da, şirketinizi de istemiyorum!” dedi ve kalkıp çıktı öfkeyle Duru’ların evinden. Duru arkasından bağırmaya devam ediyordu o arabaya binerken!
Arkasına bile bakmadan kapıyı kapatıp, çalıştırdı arabayı. Evden uzaklaşırken telefonunu kontrol etti Songül’den bir mesaj gelmiş mi diye ama bulamadı.
Baki bey ameliyata gireli üç saat olmuştu. Nazlı o kadar sıkıntılı hissediyordu ki, son bir saattir koridorda bir o yana bir bu yana gidip duruyordu. Doğukan babasından iyi haber almadan sakinleşmeyeceğini bildiği için hiç sesini çıkarmadan oturmuş gözleri ile onu takip ediyordu. Sonunda doktor ameliyathaneden dışarı çıktı, gözleriyle onları aradıktan sonra görünce hızlı adımlarla yanlarına geldi.
Nazlı doktoru fark ettiği andan itibaren dolaşmayı durdurmuş ve gözlerin adama kilitlemişti. Adamın yüzündeki yorgun ifade, iyi şeyler duymayacağını haykırıyor gibi geliyordu ama onun ağzından çıkan sözleri duymadan bu sonuca varmanın anlamlı olmadığını biliyordu.
“Üzgünüm!”
Doğukan da doktoru fark edince kalkıp tam Nazlı’nın arkasında durduğu için yığılırken onu yakalayabilmişti. Nazlı bedeninden canı çekilmiş gibi yığılmıştı bir anda, “Baba! Hayır! Baba!” diye mırıldanıyordu sadece. Doktor, Doğukan’a ona duvara dayalı duran sedyeye taşımasını işaret etti ve koridorun sonundaki hemşireye el işareti yaptı. Bir saat sonra hasta kabul odalarından birindeki sedyede yatıştırıcı iğne yapıldığı için yarı baygın şekilde yatıyordu. Doğukan başından bir dakika olsun ayrılmamıştı. Ameliyatın bu kadar riskli olabileceğini hiç tahmin etmediği için o da şoka girmişti. Ameliyat sırasında bir kriz daha gelmişti. Babasını kaybettikleri gün gelmişti aklına. Ne söylese Nazlı’ya teselli olmayacağını o kadar iyi biliyordu ki. Hiç eksilmeyen koca bir acıydı babanın gidişi. İnsanın yüreğinin ortasında kocaman bir boşluk açılıyor ve zaman da geçse hiç bir zaman dolmuyordu. Sadece o boşlukla yaşamaya alıştığı için gülüp, yaşama devam edebiliyordu insan. Binlerce yıldır her evladın yaşadığı bir acıydı baba kaybı, erken ya da geç ama nedense her insan için şoktu yeniden. Herkesin babası ölüyor diye bir teselli yoktu yeryüzünde ya da bir gün herkes ölecek diye! Baki bey ameliyata girmeden onu son gördüğünde “Kızım sana emanet evladım!” demişti zorlanarak. Yine de onun Nazlı’yı bırakıp gideceğini düşünmemişti hiç. Kendi babasını da kaybettiği halde aklına gelmemişti bu olasılık. Nazlı kıpırdanıp gözlerini açınca, hemen elini tuttu farkında olmadan.
Nazlı gözlerini açar açmaz sanki o anı bekliyormuş gibi göz yaşları kayıp, sedyeye düşmeye başladı hemen.
“Gitti değil mi? Beni bırakıp gitti!” diye iç çekti, öyle bir iç çekişti ki bu, sanki Doğukan’ın göğüs kafesinin içinden canı çekilmiş gibi oldu bir an için.
“Babam!” dedi dudakları titreyerek, “Onu karşılamıştır herhalde!” sonra o da ağlamaya başladı. Güya Nazlı uyanınca ona teselli verecek, güçlü hissetmesini sağlayacaktı ama yapamadı. Nazlı doğrulunca, yanına oturdu. İkisi el ele ağladılar bir süre. Yarım saat kadar öyle durduktan sonra hemşire gelip Nazlı’nın kendine geldiğini görünce gerekli işlemleri yaptılar. Böyle bir şeyde tecrübeli olmayı seçmemiş olsa da Doğukan babası için de benzer şeyler yaptığından haletti her şeyi. Nazlı kendine gelmiş de olsa, söylenilenleri tam olarak algılayamıyordu bazen. İşlemler tamamlanınca “Haydi gidelim!” dedi Doğukan.
“Onu burada mı bırakacağız?” dedi Nazlı çaresizlik içinde.
“Artık burada değil!” diye çıktı ağzından. “Biz onu uğurlamak için gerekli seremoniyi yapacağız ama sadece kalan bedeni için olacak biliyorsun!”
Nazlı kıpırdayamadı yerinden, “Onu göremez miyim?”
“Hayır!” dedi Doğukan hiç düşünmeden, kendisi aynı hataya düşmüş, babasını son bir kez görmek istemişti. Gözlerinin önünden asla gitmeyecek bir haldi o, “Hayır! Göremezsin, buna izin vermiyorlar! Haydi gidelim şimdi!” dedi ve onun koluna girip hastaneden dışarı kadar yürüttü.
Cenaze ertesi gün öğle namazından sonra toprağa verilecekti. O zamana kadar ikisinin de yapacak bir şeyi kalmamıştı. Nazlı’ların evine gittiler. Nazlı bahçeden içeri girip babasının ektiği çiçekleri ve sebzeleri görünce yeniden ağlamaya başladı.
“Yarın için kimlere haber vermek istediğini belirlemen gerek!” dedi Doğukan ve onu içeri soktu.
(devam edecek)