Yetenekleri sayesinde piyasada hızla yer edinmiş genç bir girişimcinin Duru’nun ailesi tarafından böyle ağız eğerek karşılanmasını beklemeyen Ozan ciddi bir hayal kırıklığı yaşıyordu.
“Belki de ben iyi anlatamadım kendimi ve şirketi!” diye düşündü eve geldikten sonra, Nazlı ile arasını düzeltip, Mete beyle onu konuştursa Mete beyin şirkete ve dolayısıyla da Ozan’a iyi bakacağı kesindi. Nazlı da damarı tutacak geceyi bulmuştu. Eğer tatsızlık çıkarıp mekanı terk etmese ve onlarla Duru’lara gelmiş olsa şimdi Ozan’ın böyle gerginlik yaşamasına gerek olmazdı. Ozan’ın ikisi için ne yaptığının farkına niye varmıyordu bu kız acaba? Çalışkanlık, yaratıcılık falan bir yere kadardı. Piyasada kalıcı yer edinmek için para da nam da şimdi lazımdı. İnsan ömrü ortalama yetmiş seksen yılken illa her şeyi dişimizle tırnağımızla kazıyalım mantığını anlayamıyordu. İki farklı yerde çalışmışlardı işte! Haklarını alabilmişler miydi? İkisinde de kullanılmışlar, sömürülmüşler tasarladıkları, düşündükleri her şeyi başkaları çalıp kendilerine mâl etmişlerdi. Bunu yapan insanların hepsi de başarılı olmuş, yükselmiş insanlardı. Aza razı kaç kişi çabucak başarılı olup yükselebilmişti acaba, son çeyrekte hasbelkader bir başarı göstermişse de, hayattan geriye bir şey kalmadığı için meyvesini yiyemeden yitip gitmişlerdi. Ozan onlardan olmak istemiyordu. Kendi babası ya da Baki bey gibi çalışan kalmak, maaşa mecbur kalmak, ayağını yorgana göre uzatmak istemiyordu. Yorganı kendi seçip, ayağını da istediği yere uzatmaktı onun amacı. Ticaret acımasız bir işti. İçinde para olan işlerin hangisi hırslar olmadan başarılabilirdi acaba? Nazlı bir vakıf yönetiyorlarmış gibi davranıyordu. Duru’yu sevmek zorunda bile değildi üstelik. Daha önce sevmedikleri bir sürü insanla çalışmışlardı zaten. Tek yapacağı onu idare etmek olacaktı. Hayır, o ne yapmıştı? Daha ilk günden kıza onu istemediğini, onunla yapamayacağını anlamsız bir hırçınlık içinde ortaya sermişti. İçi dışı bir Nazlı’nın politik olmak ve çıkarlarını gözetmekle ilgili ciddi sıkıntıları vardı. Şimdi bir yolunu bulup onun gönlünü geri kazanmalı, Duru ve babasının şirketi ile kendilerine katacaklarının muhasebesini yaptırmalıydı. Sonra da Mete beyle onu konuşturup, hem işi hem evliliği yoluna koyabilirdi. Saate baktı oldukça geç olmuştu ama Nazlı’nın ondan gelen mesajlardan rahatsız olmayacağını bildiği için ona mesaj attı.
“Özür dilerim! Konuşabilir miyiz?”
Aradan bir saat geçmesine rağmen Nazlı’dan yanıt gelmeyince, uyuduğunu düşünüp sabahı beklemeye karar verdi. Nazlı disiplinli bir kızdı, pazar da olsa erken uyanırdı. Sabah olunca gözlerini zorla açıp, yeniden mesaj attı.
“Günaydın tatlı kız! Pazar kahvesi içer miyiz?”
Nazlı’dan önce Duru’dan cevap geldiği için geri çeviremedi ve günü onunla geçirmek zorunda kaldı. Gün içinde kontrol edip dursa da Nazlı’dan cevap yoktu. Duru gece de eve gitmeyip onda kalmaya karar verince geri dönüş yapamadı. Ertesi sabah Duru’yu eve bırakıp şirkete gitti ama Nazlı o gün şirkete de gelmemişti.
“Şımardı iyice!” dedi kendi kendine, “Tamam, nasılsa döneceksin bana, o zamana kadar ben de seni aramıyorum!”
Tam da o sıralarda Nazlı Doğukan’la sohbet ederek sabahladıkları sandalyede başı önüne düşmüş kabuslar görüyordu. Doğukan’da başını arkaya atıp, duvara dayamış ve öyle uyuyakalmıştı. Neredeyse gün doğana kadar sandalyede muhabbet etmeye gayret etmişler, sonra artık ağrıyan kaba etlerine rağmen ikisi de uykuya yenik düşmüşlerdi. Nazlı duyduğu konuşmaları önce rüyasında gördüğünü sanırken gözlerini açınca hâlâ hastanede olduklarını fark etti. Boynu öne doğru düşük uyumaktan öyle bir ağrıyordu ki, başını düz tutmaya çalıştıkça biri ensesine bıçak sokuyor gibi hissediyordu. Telefonu çıkarıp saatine baktı neredeyse on olacaktı. Ozan’ı o gece engellediği için onun attığı mesajlar telefonuna ulaşmıyordu. Başını çevirip Doğukan’ın da hâlâ orada olduğunu görünce, dürterek onu uyandırdı.
“Ne oldu? Çıktı mı baban?” dedi Doğukan gözlerini açar açmaz.
“Hayır!” dedi Nazlı kapıyı göstererek, “Biz uyurken bu kapıdan çıkıp gitmediyse, hâlâ içeride olmalı!”
“Gidip doktoru bulalım!”
“Senin işe gitmen gerekmiyor mu saat on olmuş!”
“İş mi? Hayır, bir yere gitmem gerekmiyor, burada seninle kalacağım!”
“Buna mecbur değilsin! Lütfen git ve hayatına devam et! Bir şey değişirse ben seni arar haber veririm! En azından ortağını ara haber ver bari!”
“Arman’ı mı diyorsun?” dedi Doğukan gerinerek.
“Evet adı her neyse işte!”
“Ona bir şey söylemek zorunda değilim!”
“Haydi ama Ozan’dan bir farkın olduğunu göster ona!” dedi Nazlı alaycı bir sesle.
“Ozan’dan çok farkım var! Olmasa şimdi bir işim olurdu!” dedi Doğukan gülerek.
“Nasıl yani?” dedi Nazlı, “Şirket devam etmiyor mu?”
“Hayır! Babam ölünce Arman tam olarak bana arkasını döndü! Şirketi daha açamadan feshettik! Bana babam gibi olmadığımı ve asla başaramayacağımızı söyledi!”
“Şaka mı bu? Babanla ortak değildi ki?”
“Öyleymiş meğer!”
“Sen ne yaptın peki?”
“Kabul ettim, ne yapabilirdim ki? Kağıt üzerinde bir şirketi feshetmenin, kurmaktan daha zor olduğunu öğrendim!”
“Ne zaman oldu bu?”
“Altı ay önce!”
“Altı aydır işsiz misin yani?”
“Hayır, pek sayılmaz, ortak kurduğumuz şirketi feshettik ama ben babamın bana verdiği parayla kendim bir şirket kurmaya karar verdim.”
“İnanamıyorum, ikimizin başına da neredeyse aynı şeyler gelmiş!” dedi Nazlı hayretle.
“Boşuna karşılaşmış olamayız değil mi?” dedi Doğukan neşeyle. Tam o sırada kat hemşiresi gelip Baki beyi yoğun bakımdan odaya alacaklarını söyledi. Baki beyin şuuru yerine gelmemişti ama yoğun bakıma ihtiyacı olan hastalar için de yatak boşaltmaları gerekiyordu.
“Odaya çıkmasının bir riski yok mu?” dedi Nazlı yatak boşaltmak için babasını yoğun bakımdan çıkaracaklarını duyunca.
“Hayır merak etmeyin!” dedi hemşire ve Nazlı’ya imzalattığı kağıdı alıp hızla dönüp gitti.
“Merak etme, yoğun bakımda yapabilecekleri bir şey kalsa onu çıkarmazlardı!” dedi Doğukan ama Nazlı çok endişelendiği için onu duymadı bile. Ayağa kalktı ve “Haydi doktoru bulalım!” dedi telaşla. Doğukan hemen kalktı ve doktorun odasına gittiler ama adam odasında değildi.
Onlar doktora ulaşmaya çalışırken Ozan’da Nazlı’yı arıyordu.
“Engellemiş mi beni?” dedi Ozan durmadan çaldırdığı telefon bir türlü açılmayınca, sonra akıllılık ettiğini sanarak Baki beyin telefonunu aradı ama o da açılmayınca “Allah Allah Baki bey olgun bir adamdır, Nazlı söyledi diye bana küsmedi herhalde!” dedi kendi kendine ve iş çıkışı evlerine gidip öyle konuşmaya karar verdi ikisiyle de. Duru, onun Nazlı’ya uğrayacağını, sonra ona geleceğini duyunca bozuldu biraz ama bir şey demedi. Onu yenmek için soğukkanlı olması gerektiğini biliyordu. Bunca zaman onu her gördüğünde arkadaşça davranmasının ardında kıskançlığı olduğunu Semra onu uyarınca fark etmişti.
“Ne saf mışım?” diyordu kendi kendine, “Bizim için sevineceğini sanıyordum!”
Aslında evlenme teklifi aldığı gece Ozan gittikten sonra babasının “Sen bu çocukla yapamazsın, o senin dengin bile değil!” demiş olması canını sıkmıştı Duru’nun ve o gerginlikle ertesi gün gidip Ozan’da kalmıştı. Artık evleneceklerine göre herkesin buna alışması ve kabul etmesi lâzımdı. Sabah şirkete gittiğinde ise Mete bey onu odasına çağırıp, habersiz gidip Ozan’da kaldığı için iyice bir fırça çekti. Ozan’da akşam önce Nazllı’ya gideceğini söyleyince de iyice canı sıkılıp arkadaşını aradı.
Semra “Bunların aralarında bir şeyler var da senden mi saklıyorlar?” deyince iyice tepesi attı.
(devam edecek)