Ardımda bıraktım – Bölüm 6

“İyi de bunu sen söylemiştin neden şimdi böyle söylüyorsun?” ile genellikle Ozan başlatıyordu tartışmaları. Nazlı ona nedenlerini tek tek anlatmaya çalışsa da Ozan zaten öğrendiğini sandığı bir konuyu yeniden öğrenmek istemediği için sanki önceki bilgiyi ondan öğrenmemiş de kendi edinmiş gibi sahip çıkıp, itiraz ediyordu. Ozan’ın anlamadığı şuydu; Zaten insanların neredeyse tamamı bilgiyi hep ödünç alıyordu. Kendi toplayabildiği kadar bilgiyi harmanlayıp bir sonuca varıyordu.

“Bir kek yapmak gibi!” diye anlatıyordu Ozan’a, “Diyelim elinde bir kek tarifi var yumurta, un, süt, kabartma tozu kullanıyorsun. Sonuç o kadar iyi oluyor ki bundan iyisi olamaz sanıyorsun ve asla ölçüyü ve malzemeyi değiştirmiyorsun. Sana göre dünyanın en lezzetli kek tarifi bu. Sonra bir gün birisi sana tarçın eklersen kekin tadının daha güzel olacağını söylüyor. Bu defa kendi tarifini riske atıp biraz tarçın ekliyorsun. Ve diyorsun ki ‘İşte şimdi dünyanın en güzel keki oldu! Eskiden neden öyle sanmışım ki’. Derken bir başkası tarçınlı keke, dövülmüş cevizin de çok yakıştığını söylüyor. Bir başkası tarçın, ceviz ve havucu kullan diyor! Başta dünyanın en güzel tarifi sandığın tarif gelişiyor ve kek giderek daha lezzetli bir hâl alıyor. Zaten baştaki tarifi de sen uydurmamıştın. Annenden almıştın. O da bir komşusundan, o da bir başkasından. Yani sendeki tarifi ilk bulana kadar gidiyor işte. İşte düşüncelerin de böyleler. Eğer ilk vardığın sonuçta kalırsan, hep en iyi sonuç sanabilirsin ama aslında değildir.”

“Tam tersi de olabilir!” diyordu Ozan, “Tarçın, ceviz ve havuç kattığımda ortaya hiç sevmeyeceğim bir şey de çıkabilir”

“Doğru ama bu kakao denemeyeceğin anlamına gelmez öyle değil mi? Sonuç olarak yeni gelen bilgiyi kabul eder zihninde işlersin. Beğenmiyorsan neden kabul edesin. Önemli olan kabul edip etmemen değil, bunu yapmaya açık olman!”

“Ben zaten açığım!”

“Öyleyse neden sürekli seninle benden öğrendiğin eski fikirlerime karşı bir tartışma içine giriyorum!”

“Çünkü onları sen söyledin ve şimdi söylediğin şeyi yalanlıyorsun. Bu seni gelişen mi yapıyor, güvenilmez mi?”

Böylece çıkmaza giren tartışmalar bir yere varmadan farklı konularda tekrarlanıp duruyordu.

Ozan’la arkadaşlıkları sırdaşlık ve birlikte ders çalışmak dışında Nazlı’nın istediği gibi pek gitmiyor olsa da, Baki bey ona Ozan’ı serbest bırakmasını tembihliyordu.

“O kendi ailesi ile olmak istemezken, neden sen onun annesi gibi davranıyorsun. O bunu istemiyor ki?”

“Ama hata yapıyor babacığım, ben ona doğru yolu göstermeye çalışıyorum. Hep öyle yaptım sen de biliyorsun!”

“Evet biliyorum ama artık o bir yetişkin oldu küçük çaresiz bir çocuk değil. Sen de bunu görmüyorsun. Onu korumak için ona yakın olman gerekir ama sen ona istemediği şekilde davranıp onu itiyorsun.”

Nazlı susuyordu babası böyle söylediğinde ve düşününce de ona hak veriyordu. Veriyordu ama bir sonraki olayda yeniden Ozan’a nasihat vermeye, bir şeyler öğretmeye çabalıyordu. Doğukan ile sohbet edebiliyorlardı en azından. Evet sırdaş değillerdi, birbirlerine sahip çıkma, kollama gibi kaygıları yoktu. Birbirlerinin bilgilerini ve zekalarını arttırıyorlardı bir şekilde. Bu bir yarış halinde bile olsa yine de Nazlı’ya iyi geliyordu. Ozan’ın yorduğu ruh ve aklını Doğukan ile yaptıkları projelerde ve sohbetlerde şarj ediyormuş gibi hissediyordu.

Ozan Nazlı’nın olumsuzluk gibi görmeye başladığı tüm o şeylere rağmen dönüp dolaşıp mutlaka onlara geri geliyordu. Nazlı’da zamanla onun her dönüşünde anlattıklarına dinleyici olmayı öğrenmişti. Artık eskisi gibi öyle yapsaydın, böyle deseydin gibi konulara girmiyordu. Ozan’da daha şevkle anlatıyor, ona çok güvendiğini tekrarlayıp duruyordu.

Aslında Ozan, Nazlı’nın Doğukan ile olan diyaloğunun da farkındaydı.

“Zengin çocuk ne yapıyor?” diye sorup arada bir Nazlı’yı kızdırıyordu. Nazlı bu sözdeki “zengin çocuk” ifadesine kızıyordu çünkü Ozan’ın onunla muhabbetinin zenginliğinden pay çıkarma dürtüsüyle olduğunu sanmasına içerliyordu.

“Bunda ters bir şey yok ki!” diyordu Ozan, “Elbette hayat şartlarını en iyi hale getirmek için tüm olasılıkları elinde tutup, doğru değerlendirmen gerekiyor!”

“Benim onu elimde tutmak gibi bir kaygım yok! Biz arkadaşız!”

“Ben de değilsiniz demiyorum ki? Neden bu çocuktan her bahsedişimizde papara yiyorum acaba senden?”

“Ben senin arkadaşlarına karışmadığıma göre, sen de benimkilere karışma!” diye tersliyordu Nazlı onu. Doğukan onu kızdırmaktan zevk aldığı için bir sonraki sohbette yine aynı şeyi yapıyordu.

“Bence sen onu kıskanıyorsun!” demişti Nazlı bir kez.

“Evet o kadar parası olduğu için kıskanıyorum!” diye yanıtlamıştı Ozan’da.

İkisi ile de arkadaş olmasına rağmen okul hayatları boyunca neredeyse hiç bir zaman üçü bir araya gelmemişlerdi. Kalan tüm sınıflar Ozan ve Doğukan ile farklı şekillerde itişerek, tartışarak sona erdi. Tabi ki ikisi dışında pek çok başka arkadaşı da olmuştu Nazlı’nın. Doğukan’la arası iyi diye ona yaklaşanlarla, sahiden Nazlı’yı seven bir kaç kız arkadaşı.

Mezuniyet zamanı gelip çattığında Baki beyin geçirdiği ufak bir kalp spazmı neşelerine gölge düşürmüştü. Mezuniyetten üç gün önce dükkandayken fenalaşıp hastaneye kaldırılan Baki bey, daha kötü olmadan toparlanıp ayağa kalkmıştı ama Nazlı ilk defa babasını kaybetme korkusunu bu kadar yoğun yaşadığı için çok sarsılmıştı. Doktor Baki beyin yaşına rağmen bu badireyi çok iyi atlattığını, kendine dikkat ettiği sürece hayatını olumsuz etkileyecek sorunlarla karşılaşmayacaklarını özellikle belirtmişti. Yine de Nazlı her şeyin yolunda olduğuna ikna olmuyordu. Yerde mi, gökte mi anlamadan geçen törenin ardından artık hayata atılmanın zamanı gelmişti. Ozan hemen askere gitmek istemediği için yüksek lisansa başvurmaya karar vermişti. Hem yüksek lisans yapıp, hem de çalışacaktı. Nazlı Baki beyi bir süre tek başına bırakmaya cesaret edemediği için yüksek lisans istemediğini söyledi sadece iş arayacaktı. Bakin beyin patronu aracılığı ile yeni kurulan bir şirkete iç mimarlar arandığı haberi gelince ikisi birden hemen gidip başvurdular. Kıdemli mimarların yanında pişecekleri için tecrübesizliklerinin bir önemi olmayacağı bu yeni iş Nazlı’nın biraz olsun moralini düzeltse de, aklı babasındayken nasıl her gün işe gideceğini kara kara düşünmeye başlamıştı. Baki bey ayrı, Ozan ayrı diller dökerek onu ikna ettiler ve ilk sabah babasının duaları ile ikisi de işlerine başladılar.

Mezun olunca Ozan’ın yurtta kalma imkanı ortadan kalktığı için Baki bey kirayı ödeyecek kazancı elde edene kadar onlarla kalmasına izin vermişti ama bunun temelli olamayacağı ve çok uzamasını istemediği konusunda ısrarla altını çizmişti. Ozan onlarla çok sık vakit geçirdiği zaman Nazlı elinde olmadan yeniden annecilik oynamaya başlıyor. Bunun farkında olan Ozan’da iyice yayılarak onun gösterdiği ilginin tadını çıkarıyordu. Baki bey bu iki gencin sevgili değil de arkadaş olmuş olmalarına içten içe seviniyordu bu yüzden.

Nazlı işe başlayışının birinci ayı dolmadan Doğukan’la mezuniyet töreninden sonra bir daha hiç haberleşmediklerini fark edebilmişti. Mezuniyet zamanı aklı hep babasında olduğundan sadece onunla değil, bir çok arkadaşı ile doğru dürüst vedalaşmaya bile fırsatı olmamıştı. Oysa Ozan bütün arkadaşları ile bir mezuniyet partisine katılmış, işe girmeden onlarla kısa bir tatil yapıp gelmişti.

“Hayatı çok ciddiye alıyorsun?” demişti laf olsun diye de Nazlı’ya, “Babamı hafife mi almalıyım?” diye paylanınca da bir daha bu konuda fikir beyan etmemişti. Biraz patavatsızdı belki ama Nazlı hâlâ onun iyi bir arkadaş olduğundan emindi. Şahsına münhasır dağınıklıkları dışında bunun aksini gösterecek bir davranışı da olmamıştı Ozan’ın.

(devam edecek)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s