Ertesi gün erkenden kalkıp yeniden bakımevine gittiler. Hediye annesinin sabahları daha iyi olduğunu fark etmişti. Görevli yine ikisini birden görünce gülümsedi. Kerime sanki dün onlar gittikten sonra hiç kıpırdamamış gibi yatıyordu. Sadece geceliği değişmişti ve bu defa perdeler açıktı.
“Merhaba anne! Biz yine geldik!” dedi Hediye neşeli bir sesle, annesine her şey yolundaymış gibi davranmayı adet edinmişti. Kerime dönüp baktı ikisine yeniden daha belirgin gülümsedi bu sefer.
“Merhaba!” dedi Kemal’de yeniden, Kerime onu görünce elini uzatınca o da hemen bir gün önceki gibi elini tutup yatağın kenarına ilişti.
“Rüyamda gördüm!” dedi Kerime, Kemal anlayamadığı için ona doğru eğildi ama Hediye anlamıştı, Kemal için tekrarladı ve sonra “Ne gördün anne?” dedi o da Kemal’in hemen arkasına geçip. Kerime zaten zor hareket ettiği için bir o tarafa, bir diğer tarafa dönmeye çabalasın istemiyordu.
“Sizi” dedi Kerime, “Şimdi değil ama çok oldu! Aynı rüyamdaki gibisin!”
“Ben mi? Sahi mi?” dedi Kemal heyecanlanıp.
“Kimseye söylemedin değil mi?”
“Hayır! Söylemedim!”
“Aferin oğlum, sen benim oğlum sayılırsın! Hediye seni sevmese buraya getirmezdi. Ona zarar gelmesin, sen onu kolla! Kardeşi ol!”
“Tabi ki! Her zaman, siz benim annem, o da kardeşim sayılır!” dedi Kemal sesi titreyerek.
“Hediye’nin bir erkek kardeşi olsun isterdim hep! Birbirlerine yoldaş olsunlar ama olamadı işte!”
Hediye annesini dinlerken dilinin ucuna geldi her şey, tam şimdi söylese miydi acaba?
“Anne doğduğumuz geceyi hatırlıyor musun?” dedi elinde olmadan. Kerime hafifçe başını salladı. “İkiniz de zor doğduğunuz. Kötü bir gündü ama siz güzeldiniz. O çiftlikte sevdiğim tek şey sendin kızımdan sonra. İlk gördüğümde sevmiştim seni!”
“Gerçekten mi?” diyerek ağlamaya başladı Kemal bu defa. Hediye’de ağlıyordu.
“Belki de bebekler karışmıştır o gece değil mi?” dedi Hediye tuhaf bir şekilde güldü. Kerime kızına baktı ama bir şey söylemedi.
“Dün Sibel teyze ile de tanıştım, çok iyi insanlarmış!” dedi Kemal konuyu değiştirmek için. Kerime yine belli belirsiz gülümsedi. Sonra yine kapattı gözlerini. Kerime gözlerini kapatınca Kemal dönüp Hediye’ye baktı, onun az kalsın gerçeği söyleyeceğini anlamıştı.
“Bilmesini istiyorum!” dedi Hediye çok zor duyulan bir sesle. Kemal Kerime’nin kulağına eğildi, “Ben sizin oğlunuzum her zaman! Hediye’nin de kardeşiyim, aynı gün doğan ikiz kardeşi!” dedi. Hediye sesli ağlamamak için elini ağzına götürmüştü.
Kerime gözlerini açtı yeniden, boş olan elini hafifçe kaldırdı ve Kemal’e doğru uzattı, Kemal onun yüzüne dokunabilmesi için eğildi. Hafifçe yanağına dokundu ve “Biliyorum!” diye mırıldandı ve sonra elini indirip yeniden gözlerini kapadı. Kemal artık hıçkırarak ağlıyordu. Hediye onun omuzlarını tuttu, “Söyledin işte!” dedi, onun da sesi titriyordu. İki kardeş annelerinin başında ağlarlarken hasta bakıcı içeri girdi. Onları görünce Kerime’ye bir şey oldu sandığı için hemen gelip nabzını kontrol etti.
“Onu üzmeye mi çalışıyorsunuz?” dedi sonra çocuklara bakıp, “Biraz dinlensin artık!”
Kemal ayağa kalktı tam gidecekken döndü ve Kerime’nin alnından öptü. İnleme gibi hafif bir ses çıktı Kerime’den sonra ikisi birden odadan çıktılar.
“Anladı mı sence?” dedi Kemal çıkar çıkmaz, “‘Biliyorum’ dedi, duydun değil mi? Biliyormuş!”
Hediye gözleri yaşlarla gülümsedi, “Ona söyledin, o da ‘Biliyorum’ dedi, başka sorgulamaya gerek var mı?”
“Yani artık biliyor mu? Yani belki de oğlunuz gibiyim dediğimi sandı, o oğlum sayılırsın dedi çünkü!”
“Kemal ona söyledin, o da ‘Biliyorum’ dedi bence anlam yüklemeye çalışma. Bu şartlarda olabileceklerin en iyisiydi”
“Ama üzülmedi değil mi?”
“Hayır üzülmedi! Aksine çok mutlu görünüyordu.”
“Yarın yine gelebilir miyiz?”
“Senin sınavların yok muydu?”
“Sınav mı, okulu bir yıl daha okuyabilirim ama annemi göremem!” dedi Kemal yine gözleri dolmuştu.
“Her gün geliriz!” dedi sevgiyle gülümseyerek, “Ben ders çalışmak zorundayım ama bilgin olsun!”
“Tamam ben seni hiç rahatsız etmem!”
“Evdekilere ne diyeceksin?”
“Onlar okulda olduğumu sanacak, bir şey dememe gerek yok!”
“Yani sınavları veremezsen ne olacak?”
“Onu da o zaman düşünürüm!”
“Tamam benim için hava hoş! Evde canım sıkılıyor zaten, en azından yeniden yemek yaparım sayende aç kalmayız!”
“Tamam ben de ev işlerine yardım ederim!”
“Harika, hiç sevmiyorum çünkü!”
Eve döndüklerinde Kemal babasını arayıp, babaannesinin durumunu sordu, ona yurda geldiğini söyledi. Gülsüme hanımın durumu aynıydı, Necmi’ye de biraz değişiklik iyi gelmişti, “İsmail ile İbrahim’de görsünler bakalım, işler öyle kolay mıymış!” diyordu.
Sibel Kemal’in daha kalmaya karar verdiğini duyunca çok sevindi. Hediye bakımevinde olanları hemen ona anlattı. Sibel bir süre cevap veremeden katılarak ağladı ve sonra “Sizin için her şeyi kolaylaştırmış yine benim canım arkadaşım!” dedi, “Tamam biliyor işte!”
Aslında Hediye’de, Kemal’in ona sorduklarını sormak istedi ona ama sonra hepsinin annesine söylediklerini ve onun da “Biliyorum” dediğini hafızlarında tutmalarının daha iyi olacağını düşündü. Söylememiş olmayacaklardı böylece, anlayıp, anlamadığını sorgulamak anlamsızdı. Kemal’i zaten başından sevmişti. Ertesi gün yine gittiklerinde artık o konuyu açmadılar. Zaten ancak bir kaç cümle konuşabiliyorlardı.
Hediye, Kemal’in derslerinden tamamen kopmaması gerektiğini düşündüğü için ona arkadaşlarını aratıp, ders notlarını göndermelerini sağladı. Okulda devam zorunlulukları vardı ama zaten sınavlardan önceki dönemde oldukları için derslere ara verilmişti. İki kardeş bir haftayı birlikte ders çalışıp, birbirlerini daha iyi tanımaya çalışarak geçirdiler. Birlikte büyümüş olsalar anneleri hastanedeyken ikisinin yine böyle birlikte kalacağını konuştular. Hediye o gelmeden önceki aylardan çok daha iyi hissettiğini itiraf etti, “İnsan bir can yoldaşı olması iyi gerçekten!” dedi. Kemal’de o da mezun olmak üzereydiler. Kemal eğer sınavları verebilirse sonrasında yüksek lisans yapmayı düşünüyordu. Aslında yurt dışına gitmeyi planlamıştı hep, babası da bu düşüncesini destekliyordu ama şimdi kardeşi ve annesini bulmuşken, gitmenin iyi olmayacağını düşünmeye başlamıştı.
O hafta annesi de iki kere aradı, ona da yurtta olduğunu söyledi ve tabi babaannesinin durumundan da bahsetti. Reyhan eski kayınvalidesinin İzmir sevdasına düşüp oğluna böyle tatsız bir anı yaşattığı için epeyce söylendi.
“Sorun değil anne ben bir gün kaldım, babam yanında şimdi!” diye geçiştirdi Kemal. Annesi ile konuşmalarını duyuyordu Hediye elbette.
“Onu seviyor musun?” dedi telefonu kapatınca, “O benim annem!” dedi Kemal, “Anneler sevilir!”
“Haklısın, özür dilerim!” dedi Hediye’de kardeşi de olsa yaşadığı bütün hayatı çöpe atacak hali yoktu. Reyhan ona kötü davranmamıştı sadece annelik becerileri zayıftı. Sonuçta onu doğurduğunu sanıyordu ve seviyordu.
“Ona da söylemeyeceğim!” dedi Kemal, “Bunu bilmeleri bize bir şey kazandırmaz, aksine benim hayatımı karmakarışık edebilir. Her şeyi yeniden hortlatıp, ikinci bir şokla akan suyu bulandırmaya gerek yok. Sonuç olarak bu benim ve sizin meseleniz. Onları hiç ilgilendirmiyor!”
Hediye sanki onları saklamak istiyormuş gibi algıladı önce içinde biraz içerledi ama belli etmedi, sonra düşününce ona hak verdi. Reyhan onu Kerime’nin oğlu olduğunu bilirse ilişkileri bozulacaktı, onun zor yatışmış hırslarını körüklemenin bir anlamı yoktu. Necmi’de çok üzülecek ve annesinden nefret edecekti. Herkes hayatını bir düzene koymuşken çiftlikteki hayatı karıştırmak Kemal’e bir fayda sağlamayacaktı. Ayrıca bir de miras olayı vardı. Görünen o ki çiftlikte doğup yaşayan tüm çocuklar Suphi’nin çocuklarıydı. Hediye zaten ikizlerle mirası paylaşacaktı. Necmi’nin çocuğu olmadığı için Sema bunu duyunca ikizler de amcalarından pay alsın isteyecekti. Kemal Necmi’nin payının tek sahibi iken, ne diye bundan vazgeçsindi ki! Necmi ona babalık etmişti, Hediye gibi babasız büyümek zorunda kalmamıştı, Kemal onun yasal oğluydu. Kardeşinin bu kadar detaylı düşünmediğinden emindi ama bunları düşününce ona kesinlikle hak verdi ve bir daha bu konuyu hiç açmadı. İkisi bilse yeterdi diğerlerinin bilmesine gerek yoktu. Sonuçta böyle de kuzendiler. İki kardeşin çocukları kardeş sayılırdı.
(devam edecek)