Hediye zorla ulaştığı kapıyı açıp karşısında Kemal’i görünce şaşırdı.
“Neden geldin? Babaannene bir şey mi oldu?”
“Hayır durumunda bir değişiklik yok! Babam geldi, o yanında!”
“Yani?”
“Girebilir miyim?” dedi Kemal mahcup bir şekilde.
“Peki gel!” diyerek geri çekildi Hediye, “Geç otur sen, ben de kendime bir çeki düzen vereyim!”
Kemal dün babaannesi ile oturdukları kanepeye geçip oturdu. Hediye’de açılmak için banyoya gitti önce, beyni henüz ayılamamıştı. O toparlanmaya çalışırken, Kemal etrafı inceliyordu. Büfenin üzerindeki fotoğraflarda Hediye ve annesinin fotoğrafları vardı. Yani onun da annesinin, onu daha önce hiç görmediği için kalktı ve cam büfenin kapağını açıp bir tanesini eline aldı. Hediye annesine sarılmıştı, ikisi de gülümsüyorlardı. Fotoğraf çerçevesizdi bir an için onu cebine atıp, yurda gittiğinde bakmak istedi. Merak ediyordu, dün geceden beri düşünüyordu, onlarla büyüseydi ne olurdu? Kerime görünüşe göre Reyhan’dan çok daha iyi bir anneydi. Kendi annesine kötü demek istemiyordu. Belki de hissetmişti Kemal’in onun gerçek çocuğu olmadığını ve o yüzden içi ısınmamıştı bir türlü. Diğer fotoğrafı aldı. Hediye’nin karne günüydü herhalde. Yine çok mutluydular, yanlarında gülümseyen başka insanlar da vardı. Hediye haklıydı çiftlikten ayrı büyümek, annesi ile mutlu olmasını sağlamıştı. Kurallar, baskılar, mutsuzluk ve kavgalar yoktu onların hayatında.
“Annem!” dedi Hediye onu elinde fotoğraf düşüncelere dalmış görünce.
“Tahmin ettim!” dedi Kemal gülümsemeye çalışarak, “Nereye gitti?”
“Ona senden bahsetmem gerektiğini düşünüyorsun değil mi?” dedi Hediye çaresizce, o da dün gece Kemal’in bir suçu olmadığını düşünmüştü. Öz annesini tanımak hakkıydı ama o da annesinin sağlığını düşünmek zorundaydı. Yine de Kemal’in onu görmeden hayattan ayrılması düşüncesi hiç adil değildi.
“Bilmiyorum, kafam çok karışık! Yani bu resimlere bakınca sevgi duymam mı gerekiyor?”
“Hayır! Elbette hayır!” dedi Hediye üzülmüştü haline, “Beni görünce de bir sevgi duymak zorunda değilsin, bizim bir kan bağımız var evet ama bu kadar! Evimiz, yuvamız aynı değil!”
“Evet değil!”
“Ama yine de onu görmek istiyorsun değil mi?”
“Sence beni görünce anlar mı? Yani onun oğlu olduğumu anlar mı?”
“Sen beni görünce kardeşin olduğumu anladın mı?”
“Hayır ama o anne! Farklıdır belki!”
“Bilmiyorum, hiç anne olmadım ama anlamayacağını bilmen gerekiyor!”
“Benden hiç haberi olmadı çünkü!”
“Hayır ondan değil!”
“Neden peki?” diye sordu Kemal, yüzü öyle ağlamaklı duruyordu ki Hediye kalbinde ona yoğun bir sevgi gösterme ihtiyacı hissediyordu ama kendine bunun sadece andan kaynaklandığını söylüyordu.
“Karnın aç mı? Ben kahvaltı etmedim!”
“Bir şeyler aldım gelirken!” dedi Kemal kanepeye bıraktığı paketi hatırlayarak, sokağın köşesindeki pastaneye uğramıştı.
“Çok iyi yapmışsın çünkü evde pek bir şey yok! Çayı demleyeyim!” diyerek mutfağa gitti Hediye. Ona annesinin hasta ve neredeyse kendinde olmadığını söylemek zorundaydı şimdi de, bu ruh halinin üzerine bir de bu haberi duyunca ne hissedecek bilmiyordu. Çaydanlığa su doldurup, ocağın altını yaktı. Kemal’in getirdiği kutuyu açarken Kemal’de mutfağa geldi.
“Neden ona benden bahsetmek istemiyorsun?” diye sordu Hediye’ye.
“Bunun seninle hiç ilgisi yok!”
“Neyle ilgisi var peki? Beni hayatında istemiyor olmanı anlıyorum ama hayatınızdan ayrılmayı ya da şimdi dahil olmayı ben seçmedim!”
“Ben böyle bir şey söylemedim! Hayatımda istemediğim şey çiftlikteki diğerleri, senin bununla bir ilgin yok, babamız da öldüğüne göre o evde yaşayan hiç kimse beni ilgilendirmiyor. Seninle de ne yapmamız gerektiği konusunda bir fikrim yok. Annemin de senin de yeniden bir araya gelmeye hakkınız olduğunu düşünüyorum inan bana, benim seni istemem ya da istememem değil konu!”
“Ne o zaman?” dedi Kemal sabırsızca ama sonra “Aslında ben de bunu isteyip, istemediğimi bilmiyorum! Belki de zamana bırakmak en iyisi!”
“Ne yazık ki o kadar zamanın olmayacak!”
Kemal Hediye’nin yüzüne baktı dikkatle “Ne demek istiyorsun?”
“Annem, yani senin de annen hasta Kemal, iyileşme şansı da yok doktorlara göre!”
“O hastanede mi yoksa? O yüzden mi bize söylemedin?”
“Bir bakım evinde, şuuru tam yerinde bile değil. Ona senden nasıl bahsedeceğimi bilmiyorum. Söylediklerimi anlarsa buna nasıl tepki verir, acı mı hisseder, sevinir mi bilmiyorum ama yoğun bir şeyler hissedeceği kesin. Bu yoğunluk ona zarar verirse diye korkuyorum!” diyerek ağlamaya başladı Hediye. Artık kendini tutamıyordu.
Kemal bir girdabın içine sürüklenip durduklarını hissediyordu artık, “Daha kötüsü var mı acaba?” diye mırıldandı kendi kendine, şu İzmir seyahatine çıkarken bunların yaşanacağını nereden bilebilirdi.
“Ben çok üzgünüm, gerçekten!” dedi bir kaç adım ona doğru atarak.
“Ben de öyle!” dedi Hediye, “Bir kaç aydır çok çaresiz hissediyorum kendimi, onu iyi edecek hiç bir yol bilmiyorum. Sadece gidip ona her şeyin çok güzel olduğunu ve merak etmemesini anlatıp duruyorum. Oysa hiç iyi değilim ve şimdi tüm bunlar oldu!”
Kemal’in de dinlerken gözlerini dolmuştu, gidip sarıldı kardeşine, “Tamam merak etme ona zarar verecek bir şey olmayacak!” dedi fısıldayarak. Hediye onun bu sarılışında hiç beklemediği o güven duygusunu hissedince bıraktı kendini iyice ağlamaya başladı.
Su kaynayıp, ocağa taşmaya başlayıncaya kadar öyle durdular. Hediye burnunu çekerek ayrıldı, Kemal’in kollarından ve dönüp, çayı demledi.
“Buz dolabında bulduklarını getir de bir şeyler yiyelim, yoksa şimdi bir de ben bayılacağım, uğraşmak zorunda kalacaksın!” dedi gülmeye çalışarak.
Kemal’de gülümsedi elinde olmadan, o tabakları masaya koyarken gidip buzdolabını açtı. Sessizce masayı kurdular.
“Onu ziyaret edebilirim. Kim olduğumu bilmek zorunda değil!” dedi Kemal, “Bu akşam okula döneceğim, hastanede babam kalacak! Bu son şansım olabilir! Onu görmeden gittiğime pişman olmak istemiyorum.”
“Tamam!” dedi Hediye, “Haklısın! Onu görmeye hakkın var. Görünce kendin karar ver olur mu? Bunu tek başıma yapamayacağım!”
“Tamam! Sen okuyor musun?” dedi Kemal biraz konuyu dağıtmak için
“Evet.” diye yanıtladı Hediye’de, gerçekten birbirleri hakkında hiç bir şey bilmiyorlardı. Çaylarını içerlerken biraz kendilerinden, okullarından bahsettiler ve sonra birlikte mutfağı topladılar. Hediye üzerini giyindi ve Kerime’yi ziyaret etmek için evden çıktılar.
“Teşekkür ederim” dedi Kemal yolda, “Bunu yapmam gerekiyordu”
Gülümsedi Hediye “O ikimizin de annesi öyle değil mi?”
“Evet sanırım öyle!”
“Peki sen annen ve babana söyledin mi? Yani babaannen yoğun bakımda ve dün bize ilk defa ikimize söylediğini söyledi.”
“Hayır söylemedim. Annem ve babam ayrıldılar, annem bizimle yaşamıyor. Babam da annesi için hastanede, şimdi bunun sırası mı bilmiyorum. Hem ona babaannem söylemeli belki ben değil!”
“Doğru, umarım babaannen yaşar ve seni bu işten kurtarır”
Sessiz kaldı Kemal. Annesini ziyaret edecekleri bakımevine girdiklerinde görevli onları görür görmez “Hoş geldiniz Hediye hanım! Ne kadar da benziyorsunuz?” dedi Kemal’e bakıp.
“Kuzenim!” dedi Hediye gülümsemeye çalışarak.
“Hoş geldiniz!” dedi görevli yeniden, “Kerime hanım bu gün kendinde sayılır, yeni bir misafire sevinecek!”
Kemal’in kalbi çarpmaya başladı heyecanla. Birlikte Kerime’nin yattığı odaya çıktılar. Yatağın sırtı hafifçe yukarı kaldırılmış, Kerime ellerini göbeğinde kavuşturmuş, aralık gözleri ile tavanı seyrediyordu. Kapı açılınca tepki vermedi.
(devam edecek)