Hediye olanları anlamış olsa da ayakta öylece durmuş, bunu annesine söylemenin sonuçlarının ne olacağını tartarak “Hayır!” diyordu ama asıl büyük şoku Kemal yaşamıştı. Doğduğundan beri yanlış ailede bir yalanın içindeydi. Kendi annesi, kardeşi ile birlikte ondan uzaklaştırılmış, babası olan adamı amcası, amcası olan adamı da babası sanmıştı. Gözlerini halıya dikmiş, dudakları düz bir çizgi olmuş, hiç konuşmuyordu. Gülsüme hanım artık nefes alamadığını hissediyordu. Sözü tamamlayana kadar zor dayanmıştı.
“Kızım bir kolonya var mı?” dedi kendini geriye bırakarak.
Hediye birden onun renginin kağıt gibi beyazladığını fark etti ve içgüdüsel olarak büfede ki kolonyayı çıkarıp, bileklerini ve boynunu ovmaya başladı. Kemal hâlâ kıpırdamadan oturuyordu.
“Bir ambulans çağır!” diye bağırdı Hediye ona ama yine duymadı. Kafasının içinde olanları kendisi bile takip edemiyordu.
Hediye “Kemal!” diye bir kez daha çığlık atınca yerinden sıçradı ve ona döndü, babaannesinin kendini kanepenin arkasına bırakmış beyaz yüzüyle nefes almaya çalışmasına baktı.
“Ambulans çağır dedim!” diye kolundan sarstı onu Hediye ve o zaman kafasının dışında olanlara geri döndü ve telefonunu çıkartıp “112”yi tuşladı.
“Bunu yaptığınıza inanamıyorum!” diye homurdanıyordu Hediye, kadının söylediklerini mi, bayılıp kalmasını mı kastediyordu kendisi de bilmiyordu. Kemal odada bir seyirci gibiydi. Hiç bir şey yapmadan bakıyordu sadece, ambulans on dakika içinde geldiğinde Hediye ile birlikte ambulansa binmedi. Ambulansın kapıları kapanırken fark etti Hediye onun binmediğini. Şimdi onun kardeşi olduğunu düşünecek hali yoktu, ortadan kaybolursa bu sorun onun başına kalacaktı.
“Aileni ara!” diye seslendi kapılar kapanırken, “Karşı komşudan benim telefon numaramı al!”
Kemal bir süre ambulansın arkasından baktı. Kendini hiç bir yere ait değil gibi hissediyordu. Annesini düşündü, onun kadar sevgisiz bir kadının oğlu nasıl olabildiğini sorgulamıştı uzun süre. Onlar Kemal’in gerçek oğulları olmadığını, doğumda ölen bir kızları olduğunu öğrenince ne olacaktı. Nereye gittiğini bilmeden yürümeye başladı.
O sırada Gülsüme hanım ambulansta gözlerini açıp Kemal’i göremeyince “Nerede? Kemal nerede?” diye sordu Hediye’ye.
“Bilmiyorum, gelmedi!” dedi Hediye, o da zihnini nerede tutsa bilemiyordu.
“Çantamda telefon var, şifresi yok, onu bul! O senin kardeşin!” dedi ve yeniden kendinden geçti Gülsüme hanım.
Hediye sağlık ekipleri Gülsüme hanımı sedyeye alırken, evde kalmasın diye sıkı sıkı yapıştığı kadının çantasına baktı. Evet onu bulmalıydı. Tam telefonu bulduğu sırada ambulans hastaneye vardı ve kapılar açılıp Gülsüme hanım hızla içeri götürüldü.
“Hangi hastanedeyiz?” demeyi akıl etti Hediye hasta bakıcının birine, hastanenin adını öğrendikten sonra Gülsüme hanımın telefonunu çıkardı Kemal’in numarasını buldu. Neyse ki telefon çalınca refleks olarak açtı Kemal.
“Hangi cehennemdesin?” dedi gergin bir sesle.
“Gelmek istemiyorum!” dedi Kemal.
“Sen de onlar kadar bencilsin! İşte bu yüzden sizinle büyümediğime seviniyorum. Onu sen getirdin, şimdi de benim başıma bırakıp ortadan kayıp mı olacaksın?”
“Onu ben getirmedim, kendi istedi gelmeyi?”
“Bu sonucu değiştiriyor mu?” diye hırladı Hediye.
“Hayır!”
“O zaman hemen buraya gel! Ben burada durmaya mecbur değilim! Gelmeyeceksen de ailenden birini çağır! Sana konum atacağım!” dedi ve kapattı telefonu Kemal’in suratına. Sinirleri çok gerilmişti. Onun kardeşi olması umurunda değildi, onu tanımıyordu.
Kemal onun haklı olduğunu düşündü, Kemal’den fazlasını yaşamıştı. O da kardeşinden ayrılmıştı, evden ve babasından ayrılmıştı, ailesinden ayrılmıştı.
“Tamam bu onun suçu değil!” dedi kendi kendine ve babasını aradı. Necmi annesinin hastaneye kaldırıldığını duyunca panik oldu birden, “Neler oldu? Hangi hastanede? İyi mi şimdi?” gibi üst üste bir sürü soru sordu. Onun da bir suçu yoktu, her zaman çok iyi babalık yapmıştı Kemal’e, Reyhan’a rağmen ailesinin dağılmasına izin vermemişti. Bunları zaten daha önceden de düşündüğü için neden olduğunu ona anlatmadı. Birden bire olduğunu söyledi. Sonra bir taksi çevirip hastaneye gitti.
Yoğun bakımın önünde bulduğu Hediye’nin yanına oturdu, “Özür dilerim!” dedi utanarak.
“Pardonlar çıkalı eşekler çoğaldı!” dedi Hediye sert sert, “Babaannen ölecek sanırım haberin olsun! Tabi umurundaysa!”
“Babama haber verdim!” dedi Kemal
“Ne yapacak?”
“Bilmiyorum, sormadım!”
“Ah ne soruyorum ki zaten! Doktor bu gece burada kalacağını söyledi! Sen geldiğine göre ben gidiyorum!”
“Tamam!” dedi Kemal ve Hediye sinirle kalkıp çıktı hastaneden, midesi bulanıyor, başı dönüyordu. Saat o kadar geç olmuştu ki gözleri yanıyordu. Konuşacak birine ihtiyacı vardı ama bu saate Sibel teyzesini arayamazdı. Güya bütün akşam oturup ders çalışacaktı ama şimdi maalesef kanından geldiği bu ailenin yeniden ortaya çıkışı ile kafası karmakarışıktı.
Kemal sabah babası gelene kadar o sandalyede tek başına oturdu. Sabah olduğunda babasının, tüm sevgisizliğine rağmen annesinin bu olayda hiç bir suçu olmadığı sonucuna varmıştı. Gerçeği babasına onun mu, düzelebilirse babaannesinin mi söylemesi gerektiğine emin değildi. Necmi gelir gelmez annesinden önce Kemal’in nasıl olduğunu sormuştu. Sonra doktoru bulup onunla konuştu ve annesinin yoğun bakımdan çıkacak durumda olmadığını öğrenince oğlunu alıp aşağı kafeteryaya indirdi, Kemal dünden beri ne bir şey yemiş, ne de içmişti. Necmi onun halinin babaannesinin yaşadığı duruma karşı verdiği tepki ve üzüntü olduğunu sanıyordu. Oğlu hassas bir çocuktu. Babaannesi ile de herkesten çok vakit geçirecek kadar da vefalıydı.
“Bunları yaşamak zorunda kaldığın için üzgünüm evlat!” dedi sırtını sıvazlayarak.
Kemal bu sözlerin dün öğrendiklerine söylendiğini düşündü kendince, babası bilmiyordu ama bilse de yine bunu söyleyeceğinden emindi.
“Bu yaşta İzmir seyahati nereden çıktı anlamıyorum ki? İstersen biraz toparlandıktan sonra bilet alayım sen okuluna dön. Ben nasılsa buradayım, annem çıkınca onu alıp götürürüm!”
“Olur!” dedi düşünmeden Kemal, şimdi her şeyden ve herkesten uzak olmak onun sağlıklı düşünmesi için bir ortam ve zaman sağlardı. Tam o sırada Necmi’nin telefonu çalınca, bu fikrin en iyi çözüm olduğundan iyice emin oldu kendince.
“Çiftlikten arıyorlar, İbrahim ve İsmail’e bıraktım işleri. Biliyorsun işte, onlar henüz hazır değiller! Gitmekte tamamsın değil mi? Bu akşama mı alayım bileti ne dersin?” diyerek telefonundaki uygulamaya baktı, “Dur bakayım var mı bu akşama bilet?”
“İzin verirsen gidip kendim alayım bileti?” dedi Kemal, “Biraz hava almış olurum hem, zor oldu benim için bu yaşanılanlar.”
“Tamam, tabi. Kocaman adamsın, kendi biletini alabilirsin”
“Şey bileti alıp hastaneye geri dönmem herhalde! Senin istediğin bir şey varsa gitmeden halledeyim!”
“Hayır ben yakında bir otelde yer ayarladım merak etme! Sana bilgi veririm babaannenin durumu hakkında!”
“Tamamdır!” dedi Kemal ve Necmi ile vedalaşıp ayrıldı hastaneden. Onun gözlerine bakıp yalan söylüyor gibi hissediyordu. O yüzden uzaklaşmak en iyisiydi. Bileti almadan önce gidip Hediye’yi bulmaya karar vermişti ayrıca, sonuçta olanlar ikisinin de suçu değildi. Madem kardeştiler, bundan sonra ne olacağına da birlikte karar vermeliydiler herhalde. O da bilmiyordu. Hediye’nin telefonunu almamıştı o yüzden yeniden eve gitmesi gerekti. Yine bir taksi çevirdi ve Hediye’nin bir gün önce babaannesinin öğrettiği adresini söyledi.
Hediye bütün gece uyuyamadığı için sabah gün ışıdıktan sonra sızmış, uyuyordu. Karmakarışık rüyalar gördüğü için kan ter içindeydi. Kapının zilini duyunca, başını kaldırıp telefonunun saatine baktı. Neredeyse öğlen olduğunu görünce hemen fırladı. Hırkasını giyip, kapının arkasına saklanarak kapıyı açtı.
(devam edecek)