“Kardeşleri ile görüşmek isterse tabi ben buna engel olamam!” demişti Kerime ama onlarla görüşebilsin diye çiftlikle yeniden bağlantı kurmak ile ilgili bir şey söylememişti uzun süre, sonradan bir konuşma sırasında, o hayattan ayrılınca Hediye’ye kardeşleri olduğundan bahsetmesi ve eğer onları tanıma kararını onun vermesi gerektiğini söyledi. Sonuç olarak ikizler de büyük çocuklardı artık, yıllardır zaten birbirlerinden haberleri yoktu. Gerçi ikizlerin Hediye’yi bilip bilmediklerini bilmiyordu tabi ama şimdi de zaten haklarını yiyorlar, kardeşleri ayrı tutuyorlardı. Hediye şimdi bilse annesi üzülmesin diye kardeşleri ile görüşmek istese bile söyleyemezdi belki ama onun hayattan ayrılışının ardından nasıl istiyorsa öyle yapmakta serbest olacaktı.
“Tamam ben konuşurum!” demişti Sibel arkadaşına, “Hatta gitmek isterse onunla çiftliğe de giderim ve ona zarar vermelerine asla izin vermem sen merak etme!”
Sibel Hediye’nin annesi hayattayken ailesinin geri kalanını tanıması gerektiğine inanırken Kerime onun ailesinin ona sevgi gösteren Dürdane hanımın çocukları olduğunu düşündüğü için gözü arkada değildi. Maddi olarak da Hediye bir sıkıntı yaşayamayacaktı. Suat kardeşine Kerime’nin kararına müdahale etmemesi gerektiğini söylemişti.
Hediye üniversite son sınıfa geldiğinde Kerime’nin hastalığı artık hayatını etkileyecek kadar kötüleşmişti. Artık gerçeği Hediye’den saklayamıyorlardı. Kız annesinin neden böyle birden bire kötüleştiğini anlamakta zorluk çektiği için çok üzgündü. Artık mirasına düşen parayı bankadan çekip kullanabilecek yaştaydı ve gerekirse hepsini annesinin sağlığının geri dönmesi için kullanmak istiyordu. Kerime ısrarla iyi olduğunu söylese de yatağa düşecek noktaya gelmiş olması bunun gerçek olmadığını zaten gösteriyordu. Sibel dayanamayıp Hediye’ye gerçeği söyledi, sadece bunun yıllar önce ortaya çıktığını sakladı. Annesinin ona yalan söylediğini düşünmesini istemiyordu.
“Annem ölecek mi?” dedi Hediye titreyerek
“Hiç bir zaman tek başına olmayacaksın!” diye yanıtlayabildi Sibel, en iyi arkadaşının öleceğini söylemek onun için de çok zordu.
“Annene bunu bildiğini belli etmemeyi başarabilir misin?”
“Annem bilmiyor mu?”
“Biliyor elbette ama senin bilmeni istemiyor, öğrendiğini fark ederse daha çok üzülecek. Sana söylemek zorundaydım çünkü ikinizi de bu durumun sonuçlarından nasıl koruyacağımı bilmiyorum. Bilirsen onu anlayabilirsin diye düşündüm, yani çok zor olsa da buna hazır olmak için vaktin olmalı. Onunla zaman geçirmek için bir şansın olmalı diye düşündüm!” dedi ve sonunda göz yaşların tutamayıp ağlamaya başladı
“Teşekkür ederim Sibel teyze!” diyerek Hediye’de ağlamaya başladı ve birbirlerine sarıldılar.
“Bak Hediye, annen o gittikten sonra bunları söylememiş istemişti ama çiftlikte ikiz kardeşlerin var. Yani anneleri farklı tabi ama onlar senin kardeşlerin. Biz varız, yani Suat ve ben! Biz bir aileyiz biliyoruz. Aile olmak için kan bağına gerek yok.”
“Evet biliyorum teşekkür ederim. Kardeşlerimin beni bildiklerini hiç sanmıyorum!”
“Bilmiyorum ama bunu da bilmeye hakkın var! Ben bu konuşmaları kolay yapamıyorum, senin de bir şeyleri taksit taksit öğrenip kafanın karışmasını istemiyorum. Hepsini birden duy istedim sadece!”
“Annemin böyle erken hastalanmasına o çiftlikte yaşayan insanlar neden oldu!” dedi Hediye hırsla, “Onu o kadar çok üzdüler ki gençliğinden beri ancak bu kadar dayanabildi. Bir kadını tek başına küçük bir çocukla ortada bırakmak kadar büyük bir vicdansızlık olabilir mi?”
“Haklısın ama bunları sen düzeltemezsin biliyorsun. Annen her şeye rağmen tüm yaşadıklarını yendi ve seninle kendisi için harika bir hayat kurdu. Orada kalmış olsa belki şimdi çok daha kötü durumda olacaktınız. Her kötü şey mutlaka hayatı berbat etmiyor, bazen arkasından çok daha iyi şeyler oluyor öyle değil mi? Eski gitmeden yeniye yer açamayız!”
“Evet ama o sırada insandan eksilenler ne oluyor peki?”
“Bak tatlım her insan yaşamı tatmaya gelir. İyisi ve kötüsüyle. Hiç birimiz dünyaya cennet vaadiyle doğmayız. Cennete çevirmeyi seçebiliriz elbette ama yaşamın dinamiği tek düze akmaz. Evren bir denge içinde yaratılmıştır. Her ne kadar karmaşık gibi görünse de bu böyledir!”
“Ne demek istiyorsun anlamıyorum Sibel teyze!”
“Demek istiyorum ki hayatta iyilikler kadar kötülükler vardır. Tamamen iyi bir yaşam söz konusu olamaz. Bu kötülüklere senin verdiğin tepkiler, yaşamı nasıl etkilemesine izin veriyor oluşun kaderini belirler. Annen tüm o kötülüklere karşılık yaşamı bırakmayı seçmedi. Senin için mücadele etmeyi seçti, o evden kurtulmasına neden olan şey o kötülüklerdi.”
“İyi ama o kötülükler olmasaydı o evden kurtulması da gerekmezdi!”
“Doğru o zaman da bir arada ve mutlu olurdunuz. Yine öyle oldunuz. O zaman da annenin hasta olması için başka etkenler ortaya çıkardı belki bunu biliyor musun? Hepimiz öleceğimizi bilerek yaşıyoruz. Buncan kaçışımız yok. Tek yapabildiğimiz tedbir almak, temkinli olmak. Bunları yaptıktan sonra alacağımız nefes sayısını biz belirleyemiyoruz maalesef.”
“Sen bütün bunları nasıl bilebiliyorsun?” dedi Hediye yaşlı gözlerle. Bu sözler annesinden duyduğu sözlerden sonra ki en bilgece sözlerdi ve daha önce Sibel teyzesinin bu yanını hiç fark etmemişti.
“Harika bir adamla evliyim!” dedi Sibel gülümseyerek, “Onun aldığı bazı eğitimler var, bilgece öğretiler bunlar! Bana da anlatıyor elbette ama inan hayata bakışım değişiyor benim de!”
“Anneme de bunları anlatıyor musun peki?”
“Evet elbette, biz annenle çok yakınız!”
“Umarım o da beni kadar teselli bulabiliyordur sözlerinde!”
“Canım gel buraya!” dedi Sibel ve Hediye’yi sıkıca bağrına bastı, “Unutma annene gerçeği bildiğini belli etmeyeceksin tamam mı? Bunu onun için yapacaksın. Seni üzdüğünü düşünmesine izin verme, bu onun için çok acı verici olacaktır!”
“Tamam, söz veriyorum! Elimden geleni yapacağım!” dedi Hediye.
O günden sonra Hediye annesi ne kadar kötü görünürse görünsün farkında değilmiş, günlük yorgunluklarının sonucu sanıyormuş gibi davrandı. Ya da annesinin söylediği gibi yaşı ilerlediği için bunları yaşıyormuş gibi. Oysa elli yaşına bile ulaşmamıştı daha. Hediye’nin mezuniyetine bir kaç ay kala Kerime’yi hastaneye kaldırmak zorunda kaldılar. Doktor o noktadan sonra onun evde bakımının zor olduğunu söylemişti. Artık şuuru da tam olarak yerinde olmadığı için kızının doktoruyla doğrudan konuştuğunun farkında değildi. Uzun süre hastanede tutulması ve Hediye’nin de tek başına ona bakması mümkün olmadığı için bir bakım merkezine yatırdılar. Hediye’nin artık parası olduğundan annesini en rahat ettirecek şekilde yaşatmak istiyordu.
“Seninle yaşayacak onca güzel gün hayal etmiştim! diye ağlıyordu. Hiç bir sıkıntımız olmayacak, her istediğimizi yapacak. Birlikte gezip tozacaktık. Seni hep rahat ettirecektim ama düşündüğüm asla bu değildi. Seni ölüme giden bir yolculukta, bir yatakta rahat ettirmek değildi asla aklımdan geçen. Senden esirgenen tüm mutlulukları vermek istiyordum sadece! Benim için onca şeye katlandıktan sonra ben de senin için bir çok şey yapmak istiyordum. Bunu yapmama neden izin vermedin, neden bana biraz daha zaman vermedin! Seni çok ama çok seviyorum anneciğim! Senin için sadece acılarımı saklayabileceğim şimdi, daha iyisini yapabilecekken elimden gelen sadece bu. Senin için güçlü olacağım. Gitmeden kalbinin biraz daha incinmesine izin vermeyeceğim, söz veriyorum!”
Annesinin şuuru olmasa bile odasının kapısına geldiğinde yüzündeki ifadeyi mutluluğa çeviriyor ve içeri gülümseyerek giriyordu. Her sabah evde yaptıkları sohbetlere benzer sohbetler yapıyor, onun elini tutarak olan biten günlük olayları anlatıyor, ağlayacağını anladığı anda odanın dışına atıyordu kendini. Sibel teyzesinin ısrarına rağmen evde tek başına kalıyor, bunun ona iyi geldiğini söylüyordu.
(devam edecek)