Böylece Hediye ne annesinin ne de babasının ailesine maruz kalmadan annesi ve Dürdane hanımın ailesi ile sevgi dolu bir ortamda büyüdü. Zavallı Kemal ailesinin yanında ve zenginlik içine büyümesine rağmen ne yazık ki ikiz kardeşinin sahip olduğu sevgi dolu ortama hiç sahip olamamıştı. Bu nedenle içindeki sevgiyi kuzenlerine vermeyi seçmiş, onların babaları gibi davranmaya başlamıştı. Tabi aslında kuzenleri sandığı bu güzel çocukların babadan öz kardeşleri olduğunu bilmiyordu. Gülsüme hanım Kemal’in içindeki sevgiyi fark ettikçe onun Reyhan gibi bir anne ile büyümesine neden olmanın hiç de doğru bir karar olmadığını anlıyordu ancak o zaman ki şartlar içinde evdeki herkesi Reyhan’dan korumak için bunun iyi olacağını sanmıştı. Zavallı çocuğu kardeşinden ve öz annesinden ayırmış ve Rehyan gibi evladını sevmekten yoksun bir annenin ellerine bırakmıştı. Reyhan’ın başlarda oğlan doğurdum diye havalarının ardından ikizlerin gelmesi ile Kemal’i ikinci plana itmesinin onunla arasında kan bağı olmamasından dolayı olduğunu düşünmüyordu. Köyde nice örnek görmüştü, bir çok kadın kendi çocukları olmadığı halde, gerçek annelerden daha çok özveri ile kimsesiz kalmış çocuklara sahip çıkıyorlardı. Kaldı ki Reyhan, Kemal’i kendi doğurduğu çocuk sanıyordu. Kemal sima olarak Suphi’yi andırsa da huylarının hiç birini babasından almamıştı. Suphi kötü bir çocuk değildi, Gülsüme hanım Necmi’yi kayırıyor gibi görünse de iki oğlunu da çok sevmişti. Onun kaybından sonra yaşadığı büyük acı zaten bunu gösteriyordu ama maalesef Suphi hayattayken annesinin sevgisini, acısını yaşadığı kadar yoğun hissedememişti. Gülsüme hanım bunun da pişmanlığını yaşıyordu. Sema açık açık yüzüne, “Öldükten sonra çektiğini acıyı gösterme şekliniz gibi oğlunuza sevginizi göstermiş olsaydınız bu evdeki yeriniz çok farklı olabilirdi!” demişti. Kemal’in aksine ikizler maalesef huylarını olduğu gibi anne ve babalarından almışlardı. Büyüdükçe bu huylar açığa çıkıyordu. Kemal orta okuldan sonra bir Anadolu Lisesi kazanınca yatılı okuması gündeme gelmişti. Böylece büyüdükçe çocuk saflıklarını kaybeden ikizlerden biraz uzak kalma şansı doğmuş, onların ağabeylik duygularını kullanmaya başladıklarını fark edememişti. Gülsüme hanım kendini Suphi’lerin eski evine kapadığında onu ziyarete gelen tek kişi Kemal’di. Tabi Necmi’de uğruyordu annesine ama o daha çok öğretilen saygıdan görev gibi yapıyordu. Yeni nesil Ağagil, eskiler gibi gelenek ve göreneklerle büyütülmemişlerdi. Bu yüzden Kemal’in ziyaretleri içten ve kendiliğindendi. Gülsüme hanım çocuğun sevgi dolu kalbini keşfettikçe ona gerçeği söylemeyi çok düşünmüş ancak bunu doğuracağı sonuçları kestiremediği için cesaret edememişti. Suphi’yi zaten kaybetmişti, bu gerçeği duyunca muhtemelen Necmi’yi de kaybedecekti. Reyhan’ın göstereceği tepkiyi düşünmek bile istemiyordu. Gencecik çocuğa annesinin ve babasının aslında Reyhan ve Necmi olmadığını söylediğinde bunu kendi içinde saklamasını bekleyecek hali yoktu. Tabi bu değişimi yapan kişi de kendisi olduğu için muhtemelen torununun sevgisini de kaybedecekti.
Nihayet Hediye ve Kemal liseyi tamamlayıp ikisi de kendi istedikleri üniversiteleri kazandıklarında, Kerime’nin sağlığı bozulmaya başladı. Sibel’in ısrarı ile kocasının arkadaşı bir doktora gittiler ve doktor pek güzel şeyler söylemedi. Sibel bunu Hediye’ye söylemesi gerektiğinde ısrar etse de, Kerime ona yemin ettirdi. İyi bir hastalığı yoktu ama hemen dünyadan ayrılacak değildi. Doktorun demesine göre hastalık iki üç yıl sonra son ve dönülmez evresine girecekti.
“Ne olacak peki, onu hayatta tek başına bırakıp gidecek misin?” dedi Sibel isyan ederek, “Neden bilmesini istemiyorsun?”
“Bildiği zaman kalma şansım olacak mı?” dedi Kerime ağlamaklı bir sesle.
“Hayır! Bilmiyorum, belki bir mucize olur!”
“Hediye beni yaşatacak bir güce sahip değil ama olmak isteyecek, benimle normal ve mutlu yaşayacağı şu son bir kaç yıl ona zehir olacak. İnsan kendi çocuğuna bunu yapmak ister mi? Sen yapar mısın?”
“Hayır sanırım yapmam!” dedi Sibel, iki arkadaş birbirlerine sarılıp ağladılar ve bu konuyu ikisi arasında sır olarak tutmaya karar verdiler. Sibel ve ağabeyi tabi ki Hediye’yi ortada bırakmayacak ona kendi çocukları gibi sahip çıkacaklardı ancak hiç bir şey annesinin yerini tutmazdı. Çok umut vaat etmese de uygulanabilecek oldukça pahalı bir tedavi yöntemi vardı. Doktor altını çizerek bunu henüz test aşamasında bir tedavi olduğunu ve sonuç verme olasılığının çok yüksek olmadığını söylemişti. Kerime kızına kalan parayı işe yaramayacağı baştan belli bir tedaviye verdirmek istemiyordu. Hediye bir kaç ay sonra on sekiz oluyordu. Zaten tedaviye karar vermesi, Hediye’ye hastalıktan bahsetmek anlamına gelirdi ki Sibel’e söylediği nedenden dolayı bunu yapmamayı kafasına koymuştu.
Üniversite dersleri ağır olduğu için Hediye kendini derslerine vermişti. Bir an önce mezun olup annesini gururlandırmak istiyordu. Ne kadar çalışkan olursa olsun bazı derslerden düşük notlar aldığı zaman morali bozuluyor eve gelip surat asıyordu ve küçüklüğünde yaptığı gibi Kerime’nin omzuna başına bırakıp, burnunu annesine dayıyor ve onun saçlarını sevmesini istiyordu. Kerime’de kızının ılık nefesini hissederek huzur buluyor ve hafif hafif saçlarını okşayarak ona teselliler veriyordu.
“Hiç bir zaman karamsar olmamalısın. Allah’a sığın, bizim dinimizde korku ve karamsarlığa yer yok. Sevgi, iyimserlik ve iyilik ile doldur yüreğini. Ne diyor yüce Allah ‘Biz bir şeyi dilediğimiz zaman, ona sözümüz sadece ol, dememizdir. O da hemen oluverir.’ Bu ayetin bize söylediği şeyi anlıyor musun! “Ol!” diyor, “Olma!” değil. Hep olumlu olan öğretilir, olumlu olana meyletmemiz öğütlenir. Biz de davranışlarımızda ve sözlerimizde hep olumlu olanı seçip, söylemeliyiz. Biz güzel söyledikçe, güzelliklerle buluşuruz! “
“Tamam söz veriyorum öyle yapacağım!” dese de Hediye bir süre sonra yeniden annesinin boynuna sokulup benzer şikayetlerini anlatıyordu. Kerime kızından ayrılacağı için çok üzgündü, eğer Ağagil evinde mutlu bir yuva bulmuş olsalar, şimdi Kerime kalabalık bir ailenin mutlu bir üyesi olacak, annesi hayattan ayrıldıktan sonra tek başına kalmayacaktı. Dürdane hanım hep “Ev ile yuva aynı şey değildir kızım! Sen Hediye’yi bir evden çıkardın, ona bir yuva verdin!” derdi. “Bir evi içinde anne, baba ve çocuklar olması yuva yapmaz! İçindekilerin yüreklerindeki sevgi ve birlik yuva yapar! O yüzden bir çok insan evlenince yuva kuramadığı için yıkılır gider!” dedikçe Kerime Suphi ile evliliklerinin asla bir yuva kurmadığını anlardı. Dürdane hanım gibi o da kızına aynı nasihatı veriyordu. Yarın bir gün eş seçeceği zaman onunla ve ailesi ile bir yuva kurabilecek mi ona bakması gerekiyordu. Evlenip, ev açmayı zaten herkes yapıyordu. Evlenmek bir evde fiziken bir arada olmaktan çok ötesiydi.
Hediye ve çocuklar okuldayken Sibel ile dertleştiklerinde Sibel çiftliktekilere hastalığından bahsetmeyi düşünüp düşünmediğini soruyordu bazen. Kerime sevmese de onlar da Hediye’nin ailesiydi. Belki de Kerime hayattayken onlarla tanışması iyi olurdu ama Kerime bunun olmasından yana değildi. Sibel’e annesinin yuva olmakla ilgili sözlerini hatırlatıp, Hediye’nin de kendisi gibi zarar görmesini istemediğini söylüyordu. Babası hayatta değildi, o evde ona aile olabilecek kimse kalmamıştı.
“Kardeşleri var ama!” diyordu Sibel, “Anneleri başka da olsa onlar Hediye’nin kardeşleri!”
Avukattan gelen ve Suphi’nin ölümünü açıklayan mektupta Sema’da doğan ikizlerden de bahsediyordu. Bu yüzden Kerime ve Sibel’in onlardan haberi vardı.
(devam edecek)