İstemeden – Bölüm 16

Necmi artık karısı ile eskisi gibi ilgilenmiyordu. Reyhan sanki olanları bilmezmiş gibi çocuk doğduktan sonra kocasının kendisinden uzaklaştığına karar vermişti. Haliyle kilo almıştı, emzirdiği içinde göğüslerinde ona göre sarkma vardı. Karnında da doğum çatlakları vardı. Dışarıdan kimseye belli etmiyor, oğlan doğurduğu için havasından geçilmiyordu ama içten içe Necmi’nin uzaklaşmasına takmıştı. Kemal’i evdeki kızlara bırakıp, her akşam ve her sabah yürüyüşlere başladı. Evde oldukları halde bir sürü makyaj yapıyor, parfümler ve makyaj malzemeleri sipariş veriyordu. Elindeki telefonlarda bakım ve makyaj videoları izliyor sonra da internetten alışveriş yapıyordu. Gülsüme hanım makyaja karşı değildi, kadınların bakımlı olup, kocalarını elinde tutmalarını fikrini de destekliyordu ama Reyhan artık abartmıştı. En son kendisini ilçeye götürtüp saçlarını da sarıya boyatınca artık tepesi attı.

“Kızım genceciksin, gonca gibi güzelsin, bu boyama merakı sağlığına, cildine zarar verecek! Saçlarında beyaz da yokken niye sürdürdün o kimyasalları?” dedi kendini tutamayıp yine de elinden geldiğince uygun bir tonlama ile söylemeye çalıştı.

“Gülsüme anne, çürüyoruz bu çiftlikte farkında değil misiniz? Kocamı memnun etmek için yapıyorum. İyice salayım da başka kadınlara mı baksın! Biliyorsunuz yaşadıklarımızı zaten!” dedi Reyhan aksi aksi, “Ona bir oğlan verdim ben! Biraz kendimi mutlu etmeyi de hakkediyorum herhalde!”

Gülsüme hanım bir şey diyecek oldu tuttu kendini, “Ben senin iyiliğin için söylüyorum kızım! Zaten genç güzelsin! Bak emziriyorsun daha yazık değil mi o çocuğa!”

“Gülsüme anne bitkisel ürün kullanıyorum ben bir şey olmuyor sen merak etme! Ben kendi çocuğumu düşünemeyecek bir kadın mıyım?”

“Tamam kızım, tamam!” dedi Gülsüme hanım, “Sen nasıl mutluysan öyle yap!”

Oğlunun karısı ile artık hiç ilgilenmediğini, iki oğlunun da karılarından yana şanslı olmadıklarını artık kabul etmişti. Onca kısmetin içinde bu ikisi denk gelmişti şanslarına. Ağanın evi şöyle hayal ettiği gibi olamamıştı bir türlü. Herkes Sarıağa’nın evindeki düzen ve uyumdan bahsedip duruyordu. Sarıağa’nın karısını da tanırdı. Yüz yüze bir sıkıntıları olmadığı halde bu duydukları yüzünden kadına sinir olmaya başlamıştı. Onlar gelene kadar tek ağa evi onlarınkiydi, gelip buradaki düzeni de, kültürü de alt üst etmişlerdi. Bu arada henüz bilmediği Suphi’nin bir kızla yakında imam nikahı kıyma peşinde olduğuydu. Madem karısını bulup resmen boşanamıyordu o da imam nikahı ile evlenirdi. Kız da razı olduktan sonra bir sorun yoktu, ağanın evine gelin olmak için herkes sıradaydı zaten. Hüseyin ağa oğlunun niyetini onaylamıştı. Erkek adam bekar duracak değildi, karısı kaçmıştı, resmi nikah olmayacağı için herkese duyurmaya da gerek yoktu. Bir kez düğün yapmışlardı zaten, bu defa kendi aralarında hallederdi iki aile. Kızın ailesinin durumu zaten olmadığından kızları kurtulsun diye her şeye razıydılar. Ağa onlar istemediği halde üç inekle, beş koyun da verecekti ekstradan, takıları da olacaktı kızın, çeyiz de isteyen yoktu. Bir de torun olunca kız iyice değerlenirdi. Sema esmer güzeli bir kızdı, bukleli saçları yemenisinin kenarlarından pembe gerdanına düşüyordu. Öyle salınarak yürüyordu ki Suphi onu hemen fark etmişti. Boylu, posluydu, uzun kirpikleri, simsiyah büyük gözleri vardı. Köy yeri için fazla beyazdı teni. Hele o incecik beli Suphi’nin başını döndürüyordu. Kerime gibi sessiz de değildi, Suphi’yi iltifatlara boğuyor, cilveler yapıyordu durmadan. Kızı öyle kafaya takmıştı ki Suphi, Kerime’yi bulup, resmen boşanmayı bekleyecek hali yoktu. Babası da onay verdikten sonra kızın ailesine haber gönderdi. Kızı başkasına verecekler diye korkmuştu. O cilve ve güzellikle kızın peşinde bir sürü aday vardı.

Gülsüme hanım Suphi’nin yine bir gelin getireceğini duyunca ne diyeceğini bilemedi. O da oğlu bir kez daha evlensin mutlu olsun istiyordu ama Suphi’nin kendi bulduğundan hayır gelmediği için kendisi bakmayı planlıyordu. Bir kere ağzı yanınca ince eleyip sık dokuyordu tabi. Suphi’nin yine bir kız bulduğunu ve ailesine haber bile gönderdiğini duyunca beyninden vurulmuşa döndü. Evde ipleri iyice kaçırmıştı elinden. Asıl şoku Kerime’den kurtulduğu için sevinen Reyhan yaşayacaktı. Kızın güzelliği, namlı cilvesini duyunca sinirden küplere bindi. Kız daha eve girmeden iki düşman edinmişti. Zaten hamilelik sonrası depresyona girip kendini çirkin bulan Reyhan şimdi bir de kocasını baştan çıkaracak yeni bir gelin adayı ile uğraşmak zorunda kalacaktı.

Kerime çiftlikte olanları zerre kadar merak etmiyordu, ne kadar zorlukla karşılaşırsa karşılaşsın, kızıyla birlikte o evden kurtulduğu güne şükrediyordu. Sibel ile iyi arkadaş olmuşlardı. Dürdane hanım da Sibel’in Kerime ile arkadaşlık etmesine iyi bakıyordu, böylece hem kiracısını kontrol altında tutuyor, hem de kızının en azından güvendiği bir eve girip çıktığını biliyordu. Onlar şehirde hem de İzmir gibi bir şehirde yaşıyorlardı ama mahalle baskısı maalesef Kerime’nin köyde yaşadığından farksızdı. İnsanların ne çeneleri duruyordu, ne kıskançlıkları bitiyordu. Herkes kendini bırakıp ötekinin açığını kollama peşindeydi. Dürdane hanım çok olaylara şahit olduğundan Kerime’nin hikayesini dinleyince şaşırmamış, kıza acımıştı. Tabi baştan pek güvenememişti destek olsa da, sonra sonra emin olmuştu kızın masumiyetinden ve iyi niyetinden. Hiç bir yer bu saflıkta çocuklu dul bir kadın için uygun değildi. Ona kalsa aklı başında bir adam bulup evlense güvende olurdu, çocuğuna da baba lazımdı. Kız çocuk çok zordu çok, mahallenin esnafı bildiğin adamlar bile göz dikiyordu, hiç belli olmuyordu. Kız çocuklarını gösterişli olmasınlar, aman kimsenin nefsini cezbetmesinler diye nasıl çirkinleştirip, saklayacaklarını şaşırıyorlardı aslında. Neyse ki kızı da Kerime gibi uysal bir kızdı, ağabeyi de başında olduğu için Dürdane hanımın içi rahattı. Ya Kerime! Hem kendi, hem kızı için buralar kurtlar sofrasıydı. O otelde başkalarının ağına düşse neler olurdu bilse acaba girer de kalır mıydı? Hemen inanıp Suat’la bomboş bir eve gelivermişti işte! Ya Suat değil de başkası ile ücra bir köşede başına kötü şeyler gelseydi. Aklına geldikçe tahtaya vuruyordu, “Allah korusun! Ya Rabbim, sen herkesin evladını koru!”

Çiftlikten kaçmayıp kalsa bir türlü, kaçsa kurtulduğunu sansa bir türlüydü işte. Kerime’yi korumuştu Allah’ta onlara denk gelmişti ama herkese güvenmemesi gerektiğini bir an önce öğrenmesi gerekiyordu. Bu analar kızlarını verip, nasıl peşini bırakıyorlardı anlamak zordu. Tamam oğlan evine “veriliyordu” bu kızlar. Veriliyordu da annelik babalık bitiyor muydu? Bitiyordu işte bu memlekette. İnsan evladını bebekken başkasına vermeye asla razı olmaz, vereni de anlayamazken, gelin edince, verip, vazgeçiyordu. Kadınları anlamak gerçekten zordu. Gelin edilen yaşlarda zaten çocuktu hepsi, on sekizinde yetişkin sayılıyorlar diye sanki kafalar öyle mi çalışıyordu. İşte kendi kızı da aşağı yukarı Kerime ile yaşıttı. Dürdane hanım baskın bir kadındı, kocası da olmayınca iki çocuğunu kartal gibi tepelerinden eksilmeyerek korumuş, büyütmüştü. Öyle bir kadının kızı olduğu halde Sibel, Kerime gibi saftı işte. Yapısında da yoktu uyanıklık. Şimdi kocaya verse, Allah korusun iyi evlere de düşmezse ne olacaktı? Korkusundan isteyenlerine “Yok!” deyip, bahsetmiyordu bile Sibel’e ama eninde sonunda gelin edecekti, eskilerin deyimi ile turşusunu kuracak hali yoktu.

(devam edecek)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s