Kerime’den beklenmeyecek bu cesur kaçısın ardından çiftlikte herkes şaşkındı. Gülsüme hanım bir yere kaçacağına inanmıyordu, ailesinin yanındadır diye düşünüyordu ama karışmama kararı aldığı için sesini çıkarmadı. Reyhan “İnşallah temelli gitmiştir!” diyordu. Suphi karısı yüzünden bir kez daha zor durumda kalıp, herkesin diline düştüğü için kızgındı. Tam babasının güvenini kazanırken bir şey oluyordu. “İyi yapmış!” diye düşünmüştü Necmi’de ama kimseye bir şey söylememişti, zaten herkes onun Kerime ile arasında bir şey olduğundan şüphe duyduğu için annesi gibi sessiz kalıyordu onunla ilgili her konuda artık. Karısının imalarına da cevap vermiyor sadece oğlu ve işi ile ilgileniyordu.
Pazartesi sabahı geldiğinde, Kerime, kucağında kızı, yanında Sibel ile birlikte çalışacağı eve gitti. Otobüsle gidiliyordu ama çok uzak değildi, iki duraktı sadece. Havalar güzelken kızına basit bir puset alıp yürüyebileceğini düşündü giderken. Bu ilk tecrübesiydi. Evlenmeden önce evde nenesi ile de ilgilendiği için zorlanacağını sanmıyordu. Nenesi onu hemşire sanıyordu. Zavallı kadının aklı uçup gitmişti.
Kapıyı Muradiye hanımın kızı Semanur açtı, sabah Kerime’yi karşılamak için işten izin almıştı. Ona yapılacakları anlatıp, hemen çıkacaktı.
“Gelir gelmez annemin kahvaltısını yaptırırsın” diye söze girdi hemen Semanur, sonra sırayla yapılacak işleri anlattı. Bütün ilaç kutularının üzerine ne zaman içileceğini yazmıştı. Muradiye hanım sanki evde kimse yokmuş gibi camın kenarındaki koltuğundan dışarıyı seyrediyordu.
“Her şey tamam mı?” diye sordu Semanur, olumlu cevap alınca da hemen çıktı, Sibel’de evde annesine yardım edeceğinden oyalanmadan onun arkasından gitti.
“Kim geldi Semanur?” dedi Muradiye hanım yeni aklına gelmiş gibi, sonra karşısında kucağında bebeği ile Kerime’yi görünce “Neriman? Ne zaman geldin sen? Yusuf mu o?” dedi Hediye’yi göstererek. Kerime kadıncağızın onları birine benzettiğini anladığı için hiç bozuntuya vermedi. Yere serdiği battaniyenin üzerine kızını bırakıp mutfağa gitti hemen ve hızlıca bir kahvaltı tabağı hazırlayıp geri geldi. Muradiye hanım yine başını camdan çevirip dışarıyı seyretmeye koyuldu. Kerime bir lokma uzatınca ağzını açıp alıyordu sadece. Semanur’un geri gelme vakti beş olana kadar söylenilen her işi yaptı, kız gelince aç kalmasın diye dolapta buldukları ile bir çorba ve sebze yemeği de pişirdi. Semanur gelip üzerini değişir değişmez de kızını alıp çıktı.
“Allah’ım çok şükür utandırmadın!” diyerek otobüse binip eve geldi. İşte ilk gün geçmişti bile üstelik umduğundan kolay bir iş olmuştu. Tıpkı nenesi ile evde oturmak gibiydi. Ancak ertesi gün pek kolay olmadı. Muradiye hanım onu tanımadığı için bütün gün bağırıp, eşyalarını çaldığını iddia etti. Semanur onun böyle şeyler yapacağı konusunda uyarmıştı ama Kerime bu kadar şiddetli bir kriz beklemiyordu. Onu sakinleştiremediği gibi, kadının bağırmasından korkan Hediye’yi de bir türlü susturamamıştı. Semanur gelip kendini dışarı attığında üzerinden kamyon geçmiş gibi hissediyordu. Hediye’de ağlamaktan yorulduğu için anne kız karınlarını doyurduktan sonra yığılıp uyudular. Pazar gününe kadar her gün böyle geçti. Neyse ki pazar günleri çalışmayacaktı. Hafta içi yorgunluktan yığıldığı için pazar günü dinlenemeden ev işlerini yapmak zorunda kaldı ve hafta başı yeniden Muradiye hanıma gitti. Neyse ki o son beş günün ardından Muradiye hanım haftaya sakin başlamıştı. Doktor kontrolü geldiğinden ertesi gün öğleden sonra Semanur gelecek ve onu birlikte kontrole götüreceklerdi. Dürdane hanım Semanur’u arayıp Kerime’de memnun olduğunu duyunca sevindi.
“Dürdane teyze, eve geliyorum her yer tertemiz, sofraya koyacak yemek var! Vallahi çok rahat ettim, Allah senden razı olsun!” diyordu kız.
Ve ilk maaş günü geldiğinde, Semanur akşam çıkarken eline bir sürü para sayınca heyecandan kalbi duracaktı neredeyse. Öyle çok para değildi tabi aslında ama Kerime’nin kendi kazandığı ilk paraydı. İçinden bir tane kağıt parayı ayırıp, cüzdanına uğur parası diye koydu. Yeni altın bozdurmak zorunda kalmamış olsa da kalan parayla o ayın taksidini ödeyip, kendi kazandığı ile de evin masrafı ile kirayı karşılayacaktı. İlk kirayı ödemek için bir pazar günü Dürdane hanımların kapısına gitti. Dürdane hanım pazar günleri misafirden hiç hoşlanmadığı için kapıda onu görünce yüzü düştü ama kirayı vermeye geldiğini duyunca, yüzü değişti.
“Alıştın mı?” dedi parayı sayarken ama bunu laf olsun diye söylediği belliydi.
“Evet alıştım” dedi Kerime ve para tam çıkınca iyi günler dileyip dönüp gitti.
“Aferin kızım, böyle devam et! Hayat kolay değil!” dedi Dürdane hanım onun arkasından ve kapıyı kapattı.
Suphi babasının söylediği gibi hemen avukata başvurmuş, boşanma dilekçesini imzalamıştı. Kerime’nin nerede olduğu henüz belli olmadığından boşanma kağıtlarının gideceği adresi bulmayı bekliyorlardı. Necmi kardeşinin kızını mirastan mahrum edecek bu girişimine kızmıştı, ona bir şey söylemek istemediği için babasına söyledi.
“Zaten senin yüzünden oldu bunlar!” dedi babası ters ters, “Bakacak kızına sen karışma!”
Her zaman babasının gözdesi olmaya alışık Necmi babasından böyle ters tavır görünce bir daha da ne sordu, ne de ilgilendi onlarla. Ağanın gelinin evden kaçtığı çabucak duyulmuştu yine, her şey çok hızlı geliştiği için kızı evden çıkarıp, ilçede ev tuttukları değil de doğrudan kaçıp gittiği duyulmuştu. Gülsüme hanım milletin boş konuşmalarını duymak istemediği için ne evden çıkıyor, ne de misafir kabul ediyordu. Reyhan “Soysuz, böyle yapacağı belliydi zaten!” diye anlatıyordu herkese. Evin o birlik içindeki mutlu havasından eser kalmamıştı. Ailenin başına gelenler oğlanlar evlendiğinden beri herkesin dilindeydi.
İki ay geçtiğinde Kerime artık, Muradiye hanımı ve işe giderken kendi evini idare etmeyi iyice öğrenmişti. Hediye’de her geçen gün büyüyor ve gelişiyordu. Onun gözleri ile annesini takip etmesi, şaşkın ve tatlı gülümsemesi o kadar hoşuna gidiyordu ki, bütün yorgunluğunu alıp gidiyordu. Çocuk bakmak konusunda da çok acemiydi ama yine de elinden geleni yapıyordu. İlk zamanlar Hediye’nin poposunu sürekli pişik etmişti örneğin. Hediye büyüdükçe eski tulumları olmadığı için yenilerini alması gerekmişti. Pazar günleri evden kaçabildikçe Hediye’yi sevmeye gelen Sibel yakınlarda uygun fiyata çocuk kıyafeti satan bir mağazayı öğretmişti ona. Üstelik isteyince hesap açıp, parça parça da ödenebiliyordu. Yine Dürdane hanımın etrafa haber salmasıyla bir bastın puset, bir mama sandalyesi bir kaçta battaniye gelmişti eve.
Avukat İzmir’deki otelde Kerime’nin izini bulmuştu. İzmir’den bir arkadaşı aracılığı ile de otelden sonra nereye gittiğini bulmaya çalışacaktı.
“Ne otele mi gitmiş?” dedi Reyhan gözlerini kocaman açmış, eliyle ayıplar gibi ağzını kapatmıştı “Yanında kim varmış?”
Suphi’nin anlattıklarını dinleyen Gülsüme hanım ters ters bakınca Kemal ile ilgilenmeyi bahane edip, sessizce dinlemeye devam etmişti. Kemal’de tıpkı Hediye gibi yavaş yavaş büyüyordu. Reyhan oğluyla gurur duyuyor, onu öve öve bitiremiyordu. Evde çalışanlar kendi aralarında konuşurlarken “buldumcuk” diye bahsediyorlardı Reyhan’dan.
Suden otele birilerinin gelip Kerime’yi sorduklarını Suat’a bahsedince, Suat’ta hemen annesini arayıp ona anlattı. Dürdane hanım o akşam kızını da alıp, Kerime’nin evine geldi ve otelden onu sorduklarını haber verdi. Arayan avukat, Suphi’nin arkadaşlarından biriydi ve boşanma işlemleri için aradığını söylemişti. O geldiğinde resepsiyonda Suden olduğu için her şeyi öğrenmişti ama Kerime’nin yerini bildiğine dair de hiç renk vermemişti.
“Bana sorarsan boşanma!” dedi Dürdane hanım, “Bırak seni arasın dursunlar, bulsalar da boşanmayı kabul etmek zorunda değilsin!”
“Beni bulabilirler mi?” dedi Kerime korkuyla.
“Bulabilirler belki ama zor! Kimseyi tanımıyorsun, bir yerde kaydın yok. Hem bu çocuğun o aileden alacakları olacak ileride, boşanırsan hakkından vazgeçmiş olursun! Yazık değil mi? İyi ki zamanında resmi nikah yapılmış!”
“Bulamazlar inşallah!” dedi Kerime, tedirgin olmuştu.
(devam edecek)