Sabah Dürdane hanım, hem Kerime ile Suat’ı kendi başlarına göndermek istemediği için, hem de Kerime bebekle rahat hareket edemeyeceği için Sibel’i de kattı yanlarına. Kerime kuyumcuya girince Sibel dışarıda bekledi Hediye’yle. İşlerini halledip hızlıca döndüler eve. Kerime altınların yetip de bir süre daha yaşayacakları kadar artmasına çok sevinmişti. Onlar sayesinde kimseye muhtaç olmayacaktı. Eve geldiklerinde Dürdane hanım Kerime’nin ön ödeme olarak verdiği kapora ve iki aylık kirayı aldı ve dikkatlice saydı. Doğrusu kızdan bu kadar para çıkacağını hiç tahmin etmemişti. Neyse ki onca parayla başlarına bir iş gelmeden eve gelebilmişlerdi. Kızın bu kadar para getirebileceğini tahmin etmediği için Suat’a yanlarında durmasını tembihlememişti. Kerime’ye bir şey belli etmeden teşekkür edip, parayı içeride bir yerlere saklayıp geri geldi.
“Eşyacının parasını da getirdin mi?”
“Evet!”
“İyi hadi o zaman gidip şu beyaz eşyaları halledelim, sonra sen de markete gidersin! Temizlik işin bu gün zor! Sibel evde duracak, diğer aldıkların gelirse o evi açar!” dedi ve pardösüsünü giyip, eşarbını bağladı, çıktı kapının önüne. Kerime daha soluklanmaya fırsat bulamadan, yeniden toparlanıp, onun peşine düştü bu sefer. Geri geldiklerinde iki saati geçmişti. Eşyalar geldiğinden Sibel diğer eve geçmişti. Onlarda eve uğramadan doğrudan oraya geçtiler. Onlar gelene kadar Sibel kendince bir yerlere itmiş, yerleştirmişti hepsini.
“Sen sonra nasıl istiyorsan oraya çekersin!” demişti çekinerek Kerime’ye.
“Haydi bir çay koy!” dedi annesi sözünü keserek, “Kızım sen de çocuğu doyur, bezini değiştir, bırak bize, git şu market işini hallet gel!” dedi.
Kerime hemen söylenileni yapıp, soluklanmadan yeniden dışarı çıktı. Geldiğinde çay hazırdı. O da çayın yanına yemek için bir şeyler almıştı.
“Haydi hayırlı olsun, ilk çayını içiyoruz evinde!” dedi Dürdane hanım gülerek. Beyaz eşyalar ertesi sabah gelecekti. Sibel gelirken tabak çanağın bir kısmını torbalayıp getirmişti. Hepsi mutfakta duruyordu. Yerleştirmeden kendi yıkamak ister diye elini sürmemişti.
Çaylar bitince Kerime artık evinde kalabileceğini söyleyince, Dürdane hanım ikiletmeden kızını da alıp çıkıp gitti. Akşam olunca perde almayı akıl etmedikleri ortaya çıkmıştı ama şimdilik uyuyacakları odaya astıkları gazete kağıtları ile idare edeceklerdi. İki gün sonra kurulacak semt pazarına, parça perdeler satan bir adam geliyordu. Dürdane hanımlar gittikten sonra evi şöyle bir dolandı Kerime. Oradan oraya gitmekten o kadar yorulmuştu ki, marketten aldığı temizlik malzemelerini banyoya dizip, sabah yemek için aldıklarını da mutfağa koyduktan sonra gidip kanepeye uzandı. Hediye bir saattir uyuduğu için işlerini halletmişti ama tabanları zonkluyordu. Sabah kalkar kalmaz ilk iş temizliğe başlayacaktı. Yarın bir de beyaz eşyalar geleceğinden yorucu bir gün olacaktı. Kanepede tam biraz içi geçecek gibi oldu ki kapı çaldı. Daha yeni geldiği bu evde kimin gelmiş olabileceğini merak edip kapıyı açtı. Suat ve Sibel, evde kalan mutfak eşyaları ile birlikte Dürdane hanımın kıyamayıp gönderdiği yorgan, yastık ve nevresim takımını antreye bırakıp gittiler. Anneleri içeri girmemelerini sıkı sıkı tembihlemişti. Kerime yastık ve yorganı görünce sevindi. Bir evi sıfırdan kurmak gerçekten çok meşakkatli bir işti. Yine de her şeyin yolunda gitmesi onu çok memnun ediyordu. İşte iki günde başlarını sokacak bir evleri olmuştu bile. Ertesi gün de temizlik ve yerleşme ile geçti. Yatak otel odasında hayal ettiği gibi değildi ama sonra mutlaka öyle bir yatak yapacaktı kendine, kızı ile içinde yuvarlanıp duracaklardı. Dürdane hanım biraz başının çaresine baksın diye hiç uğramadı ertesi gün, sadece akşam kızı ile bir kap yemek yolladı. O sert görünüşünün altında pırlanta gibi kalbi olduğunu anlamıştı Kerime. Ona rastladığı için Allah’a şükretmişti. İki gün sonra erkenden gelmişti Kerime’nin evine.
“Bir yaşlı kadın var, kızıyla yaşıyorlar ama kızı çalıştığı için hem annesine bakıp, hem ev işlerini halledemiyor!”
“Ben yaparım!” dedi Kerime hemen.
“Aslında Sibel’i sordular da ben seni düşündüm, söyledim de! Bebeği de söyledim, onu da götürebileceksin!”
“Allah sizden razı olsun, nasıl ödeyeceğim hakkınızı!” dedi Kerime kadının ellerine atılarak ama Dürdane hanım ellerini arkasına saklayarak “Kiramı öde diye yapıyorum kızım! Çalış kazan, sen de rahat et, ben de!” dedi ters ters. Kerime başını eğip geri çekildi öyle söyleyince. Marketten gördüğü salamura yapraktan alıp, onlara götürmek için zeytinyağlı sarmıştı. Dürdane hanım kalkacakken koşup mutfakta getirdi.
“Sen mi sardın?” dedi Dürdane hanım.
“Evet, inşallah beğenirsiniz! Yaprak pek bizim oradaki gibi değildi ama” dedi çekinerek
“Eline sağlık! Pazartesi başlayacaksın işe, ilk gün Sibel seni götürür.” diyerek kabı aldı ve gitti evine.
Pazartesiye kadar Kerime evinin düzenini oturttu kendince, daha önce hiç kendi yönettiği bir evi olmamıştı. Annesine yardım ederdi evlenmeden, evlenince de ağa evinde söz sahibi değildi, Gülsüme hanım ne derse onları yapıyordu sadece. Şimdi kendine ait bir evi, hepsinden önemlisi kendine ait bir hayatı olduğunu düşününce çok heyecanlanıyordu. Kızı ile birlikte çok güzel bir hayatları olacaktı bu şehirde, daha gelir gelmez anlamıştı burayı seveceklerini.
Kerime’yi ilçeye taşıdıktan bir hafta sonra Suphi karısını görmeye gitti. Aslında pek niyeti yoktu hemen gelmeye ama babası “Git bir kontrol et! Başına iş alma sonra!” demişti. Öyle ya, “Ağanın oğlu karısı ile oğlunu ilçeye atmış, bakmıyor!” demeye başlardı millet duyarsa. Daha boşanma işlemlerine başlanmamıştı. Laf çok yayılmadan halletsin istiyordu Hüseyin ağa. Madem boşanacaktı beklemeye bir gerek yoktu.
Suphi kapıyı çalıp açılmayınca cebindeki yedek anahtarı çıkarıp içeri girdi. Ev tuhaf bir şekilde havasızdı. Kerime ile Hediye evde değillerdi. Belki markete falan gitmişlerdir diye beklemeye karar verdi. Beklerken de mutfağa gidip bir şeyler yemek istedi. Dolabı açtığında aldıklarının öylece durduğunu fark etti. Tek başına yiyemiyordu belli ki hepsini. Bir elma alıp yıkadı. Isıra ısıra içeri geçti, kapalı kapıları açıp odalara bakmaya başladı. Ortalıkta Kerime ve kızına ait hiç bir şey görmeyince biraz huylanmaya başlamıştı. Gidip gardırobun kapısını açtı, bomboştu. Tekrar dönüp odaya baktı valizler de ortada yoktu, evi yeniden dolandıktan sonra Kerime’nin bu evde olmadığını anladı nihayet ve üst kata ev sahibine çıktık hemen.
“Valla bilmiyorum!” dedi kadın, “Bir haftadır ne gördüm, ne bir ses işittim!”
“İnip hiç bakmadınız mı?” dedi Suphi şaşırarak.
“Hayır, neden bakayım?”
Suphi bir şey diyecek gibi oldu, vazgeçti sonra “Nerede bu kadın peki?”
“Kardeşim ben sizin karınızın bekçisi miyim? Allah Allah!” diyerek kapattı kadın kapıyı. Suphi öylece kalakaldı kapının önünde, yeniden aşağı inip, bir ip ucu var mı diye evi araştırdı yeniden, çekmeceleri açtı, çöpe baktı. Hepsi boştu. Şaşkın şaşkın dolandıktan sonra babasını aramayı düşündü ama zılgıt yiyeceğini düşünerek vazgeçti. Evden çıkıp sokaktaki bakkala girdi. Adam kimden bahsettiğini anlamadı bile.
“Kerime nereye kayboldun!” diye homurdanarak arabasının yanına gitti ve ne yapacağına karar vermeye çalıştı. Aklına bir şey gelmeyince de mecburen çiftliğe döndü.
“Ne demek evde yoktu?” dedi Hüseyin ağa
“Yoktu işte baba!”
“Nereye gitmiş kadın başına?”
“Ne bileyim!”
“Arkadaşı falan mı vardı orada?”
“Yoktu! Yani bilmiyorum!”
“Avukatı ara! Anlat olanları, boşanma işlemlerine başlasın! Nasıl bulacağını bilir o!” dedi sinirli sinirli, “Bacak kadar kızla baş edemediniz ana-oğul!”
(devam edecek)