Hayatında gördüğü en kabarık yataktı bu Kerime’nin. Yumuşacıktı. Oda gayet güzel döşenmişti. Şevki ve özgüveni yeniden yükselmeye başladı. Şimdilik güvende ve iyi bir yerdeydiler. Buraya kadar gayet iyi bir şekilde ulaşmışlardı ve bunun tadını çıkarmak istiyordu. Hediye uyuyana kadar onunla oyalandı, sonra otelin penceresinden baktı ama oda arka tarafa baktığı için denizi göremedi. Yarın sabah ilk iş kalkıp denize bakacaktı. Kendini yumuşacık yatağa bıraktı ve derin bir uykuya daldı. Gözlerini açtığında nerede olduğunu algılayamadı ilkin, sonra yumuşacık ve kabarık yorgana doladı bedenini ve içini çekti, bir evleri olunca o da böyle bir yorgan istiyordu. Yün yorganın ağırlığına alıştıktan sonra bu yorgan ona çok daha keyifli gelmişti. Hemen doğrulup gözlerini açıp etrafa bakmakla meşgul Hediye’yi doyurdu. Kendi karnı da acıkmıştı. Otel görevlisi sabah otelde kahvaltı edilebildiğini söylediği için kalkıp kızının ve kendisinin üzerini değiştirdi. Odada bırakmaya cesaret edemediği için altınları da yine koynuna sokup, kahvaltı salonunu bulmaya çıktı. Yedikleri çok leziz olmasa da karnını doyurmuştu. Kahvaltı salonundaki diğer insanları izleyince, onlardan farklı olduğunu düşündü ama kimse dönüp bakmadığına göre umursamıyorlardı. Hatta gelip geçenler Hediye’ye gülümsüyor ya da bir şeyler söylüyorlardı.
Kahvaltıdan sonra diğer insanların tabaklarını masalarında bırakıp kalkıp gittiklerini gözlemleyince, o da öyle yaptı. Hayatında ilk defa evinden ayrı bir yerde tek başına kalıyordu ki burası bir ev de değil, oteldi. Köydekiler bu yaptıklarını duysalar kim bilir hakkında neler söylerlerdi. Artık hepsi geride kalmıştı. Yeniden odaya çıkmanın bir anlamı olmadığı için gidip bir kuyumcu bulmaya karar verdi, otel görevlisi ona yakındaki bir kuyumcuyu tarif etti. Tuvalete girip altınları koynundan kızının battaniyesinin içine geçirdi. Vitrininde ışıl ışıl altınların olduğu dükkana girince merakla bakınmaya başladı. Kuyumcu ona ne istediğini sorunca battaniyenin içinden çıkardığı uzun bir zinciri tezgaha koydu.
“Bozduracak mısınız?” dedi kuyumcu nazik bir sesle.
“Evet!”
Adamın zinciri kontrol edişi, tartışını merakla izledi. Sonra yine büyük bir dikkatle sayıp ona verdiği paralara baktı, görünüşe göre zincir epeyce para etmişti.
“Bir emlakçı arıyorum!” dedi paraları arkasını dönüp, koynuna sokarken. Bu kadar parayı altınların yanına koysa giderken hepsini birden dökebilirdi. Adamın bakmadığına emin olduğundan o arada altınları da çıkarıp paraların yanına soktu. Adam yakınlarda bir emlakçı bilmediğini söyleyince çıktı dükkandan ve otele geri döndü, hemen odaya çıktı ve paraları yatağın üzerine koyup bir kez de kendisi sardı. Otele girerken ücreti sormuştu, şimdilik para sıkıntıları yoktu ama elbette parayı bu şekilde harcayıp duramazdı, bir an önce kalacak bir yer ve çalışacak bir iş gerekiyordu. Paraları saydı ve yine odada bırakmaya cesaret edemediği için kızının bezlerini koyduğu çantayı boşaltıp, hem altınları hem de paraları onun içine koydu, Hediye’nin bezini kontrol edip, yeniden doyurdu ve aşağı indi. Bu sabah resepsiyon denilen yerde duran otel görevlisi akşamki genç adam değildi, güler yüzlü bir kız gelmişti. O da Hediye ile ilgilendiğinden Kerime onu samimi bulmuştu. Kızın yanına gidip bir emlakçı aradığını söyledi. Kızı ile yaşamak için bir yer tutmak istiyordu. “
Sadece ikiniz misiniz?” diye sordu yaka kartında adının Suden olduğu yazan kız.
Başını salladı Kerime.
“Çok lüks bir yer aramıyorsanız bizim bir tanıdığımızın bir evi var ama dediğim gibi eski bir ev ama temiz, boyası falan yapıldı.”
“Tamam!” dedi Kerime, “Ne zaman bakabilirim?”
Kız “Bir dakika!” dedikten sonra cep telefonunu aldı ve biraz geriye gidip arkasını döndü ve birisi ile konuştu.
“Beklerseniz nişanlım gelip sizi oraya götürecek birazdan!”
“Şey! Siz gelmeyecek misiniz?”
“Ben çalışıyorum!” dedi kız gözlerini açarak.
“Tamam!” dedi Kerime yine ve otelin girişindeki koltuklara oturdu gidip. Kalbi hızlı hızlı atmaya başlamıştı yine, içi para dolu çanta ile kızına sıkı sıkı sarıldı. “İnşallah bu insanlara inanmakla bir hata etmiyorumdur” dedi kendi kendine.
Yarım saat sonra Suden’nin nişanlısı Suat geldi, yanında bir genç kız daha vardı. Suden, Kerime’nin tedirgin olduğunu anlayınca Suat’a kız kardeşi ile gelmesini söylemişti. Düşündüğü gibi Kerime bir genç kız daha olacağını görünce biraz rahatladı. Birlikte çıktılar. Yaklaşık yarım saat gittikten sonra otelin olduğu semtten oldukça farklı görünen daha ağaçlıklı ve iki katlı, tek katlı bahçeli evlerin olduğu bir yere geldiler. İki katlı eski görünümlü bir evin önünde durdular ve diğerleri inince Kerime’de indi.
“Ev burası!” dedi Suat ve kardeşi ile birlikte bahçe kapısını açıp bina girişine yürüdü. Kerime’de kucağında kızıyla onları takip etti. Burası iki oda bir salon bir evdi. Kerime’lerin köydeki evlerine benziyordu biraz. Çiftlik evi ile kıyaslanamazdı tabi, ağanın evi şehirdeki evlerden bile güzeldi görünüşe göre.
“Tamam!” dedi Kerime, “Ne kadar acaba?”
Suat ve kardeşi Sibel birbirlerine baktılar, “Beğendiyseniz annemle konuşturalım sizi! O işlere o bakıyor.” Yeniden evden çıkıp biraz ilerideki başka bir eve yürüdüler, kapıyı açan orta yaşlı kadın onları görünce gülümseyerek içeri aldı.
Hemen bir çay doldurup, Kerime’nin kucağındaki Hediye’yi sevdi biraz ve buralara ait olmadığı belli olan Kerime’yi merakla süzdü biraz, “Kızım sen evden mi kaçtın?” dedi önce.
“Hayır!” dedi Kerime.
“Kaç yaşındasın, on sekizini geçtin mi?”
“Evet ben yirmi yaşındayım!” dedi, bir yandan da ev tutulurken böyle sorular soruluyor demek ki diye düşünüyordu.
“Bu çocuğun babası nerede?”
“Şey! Bizi bıraktı!”
“Nikahlı kocan mıydı peki?”
“Evet!” dedi Kerime ve parmağındaki alyansı gösterdi.
Sonra nereden geldiğini, nasıl yaşayacağını, kirayı nasıl ödeyeceğini bir sürü soru sordu Dürdane hanım. Sibel annesinin yanına oturmuş merakla Kerime’yi dinliyordu. Suat onlar rahatsız olmasın diye araya geçmişti ama konuşulanları o da duyuyordu. Annesinin kolay kolay herkese güvenmediğini bilirdi. Daha önceki kiracıları çok belalı çıkmıştı, kira borcunu da ödemeden kaçıp gitmişti. Dürdane hanım konuştukça Kerime’nin saflığını anlamıştı, kızın tek başına nasıl idare edeceğini anlamamıştı. Yine de geri çevirmeye gönlü razı olmadı, Suat ve Suden sonbaharda evleneceklerdi, bu evi kiraya verirlerse masrafların birazını kira ile karşılayacaklarını düşünüyorlardı. Suden daha Kerime sorar sormaz bu evi düşünmüştü o yüzden. Hediye ağlamaya başlayınca Sibel kalkıp aldı kucağından ve onu evin içinde gezdirmeye başladı.
“Eşyan var mı?” dedi Dürdane hanım.
“İki çantam var!”
“Hepsi o mu?”
“Evet”
“Ev eşyan var mı?”
“Yok!”
Dürdane hanım derin bir iç çekti, neyine güvenip gelmişti bu kız acaba kuş kadar bebeğiyle?
“Tamam komşulara da soralım, kullanmadıkları var mı? Suden nereden bulmuş seni ?”
“Otelden!” dedi Kerime gülümseyerek.
“Oteli ödeyecek paran var mı senin?”
“Ben altın bozdurdum var param biraz!”
“İyi o paranı kapora için sakla, Suat gidip alsın eşyalarını otelden, boşu boşuna dünyanın parasını ödeme oraya!”
“Ama hiç eşyam yok henüz nerede yatacağız?” dedi Kerime korkuyla.
“Kızım burada kalacaksınız, bebekle boş eve sokacak halimiz yok seni?”
Sibel annesinin kızın hikayesine üzüldüğünü anlamıştı, daha önce konuştukları kiracı modeli hiç de Kerime gibi biri değildi.
“Allah razı olsun!” dedi Kerime gülümseyerek, şansının böyle rast gitmesine ve iyi insanlara denk gelmesine sevinmişti. Suat, Suden’in çıkış saatinde gidecek, Kerime’nin eşyalarıyla nişanlısını alıp gelecekti. O zamana kadar Suden odayı boşalttıracaktı, Kerime Suat ile odanın parasını yollayınca da hesabı kapatacaklardı.
(devam edecek)