Kerime gerçek olduklarından emin olmak ister gibi sürekli biletlere bakıyordu. Kızı doğduğundan beri ilk kez şarkı söylemeye başlamıştı. Neredeyse hayatında ilk defa bir özgüven patlaması yaşıyordu. Arada sırada aklına kocaman bir şehre tek başına gittiği ve orada onu bekleyecek tehlikeler geliyordu ama öteliyordu. Bu duyguya ihtiyacı vardı, onun yanında destekleyecek, moral verecek kimsesi olmadığı için bunu ancak kendisi yapabilirdi ve öyle de yapacaktı. Verecekti coşkuyu. O lise bitirmişti, zır cahil bir kız değildi. Aptal da değildi, kızını kucağına alıp etrafında çevirdi ve “Hediyem! Sen benim tek gerçek hediyemsin! Babana sadece sana sahip olmak için ihtiyacımız vardı! Bundan sonra kimseye ihtiyacımız olmayacak Allah’ın izniyle!” dedi neşeyle. Sonra bir an durup “Acaba deliriyor muyum?” diye düşündü. Bulunduğu koşullarda bu neşeyi ancak delirmiş biri ortaya koyabilirdi.
“Aman olsun delilik mutlu olmaksa deliyim!” dedi ve uzun zaman sonra ilk defa huzurlu bir uyku uyudu. Hediye’de annesinin huzurunu hissetmiş gibi gece sadece bir kez uyandı. Ertesi sabah gülümseyerek kalktı, zaten hiç açmadığı çantalarını aldı, altınlarını kontrol edip onları çantadan çıkarıp koynuna soktu. Gidecekleri yerde tek hayat garantileri onlardı, Allah’tan ağa geliniydi ve gerçekten yüklüce altını vardı. Çantaları ve kızını aldığı gibi arkasına bile bakmadan çıktı evden. Eve girdiği ilk andan beri başkalarının kullandığı eşyaların içinde olmaktan huzursuz olmuştu zaten.
Evdekiler Kerime’nin gittiğini ve bir daha eve dönmeyeceğini ancak ertesi sabah öğrenebildiler, kahvaltı için büyük eve geçen Suphi, babasının zaten bildiği gerçeği diğer aile fertlerine kendisi söyledi. Gülsüme hanım ağzını açtı ama bir şey söylemeden sustu. Reyhan’ın gözlerinden geçen ışıltıyı da fark etmişti. İki gelini arasındaki güç savaşı, şimdilik Reyhan lehine sonuçlanmıştı. Reyhan’ı pek sevdiğini söyleyemezdi ama yine de Kerime’den kurtulduklarına seviniyordu. Son zamanlarda evde çalışanlardan da Kerime’nin Necmi’ye duyduğu hayranlığı belli eden söz ve davranışları ile ilgili bir şeyler duymuştu. Bilmediği bu sözlerin kaynağının Kerime değil, Reyhan olduğuydu ama bu sorun yüzünden o kadar bunalmıştı ki işin aslına ulaşmak yerine sorunun çözüldüğüne sevinmekle yetiniyordu. El kızları yüzünden oğulları ile arasının açılmasına razı değildi. Kerime bu eve iyi gelmemişti.
Necmi kardeşinin karısından boşanacağını duyunca çok şaşırmıştı. Evde Kerime’nin gerçekten masum olduğunu bilen tek kişi oydu. Karısının yapıp, söylediklerini hamilelik bunalımına bağlayan annesi ve kardeşinin ve hatta babasının bu tavırlarına ne bahane bulduklarını sormak bile istemiyordu. Annesinin aksine Kerime’nin gidişi ile karısı ile arasındaki gerginliklerin azalacağına inancı sıfırdı. Hatta Kemal doğmamış olsa o da boşanmayı rahatlıkla düşünebilirdi ama oğlu vardı. Onu kendi duygu ve düşünceleri yüzünden babasız bırakmaya gönlü razı değildi. Ağa torunu olarak sahip olacağı imkanlardan mahrum etmeye de. Ne yazık ki Suphi öz kızına karşı Necmi’nin hissettiği sorumluluğun yarısını bile hissetmemişti. Odaklandığı tek şey karısından kurtulmak olmuştu. Onlar kahvaltıda konuşup, kendi düşüncelerine dalmışken, Kerime kızıyla otobüse binmek üzere otogara varmıştı bile.
Yol boyunca gider gitmez yapması gerekenleri aklında sıraladı duru Kerime. Hediye otobüsün sallantısından olsa gerek normalde uyuduğundan daha çok uyudu otobüste. Yanındaki koltuk boş olduğu için kızını yanına yatırıp rahat rahat düşündü o da. İki gündür kendini daha iyi hissettiği için kafası da daha iyi çalışmaya başlamıştı. O evin içinde olmanın üzerinde yarattığı olumsuz etkiyi ve gönlünün yorgunluğunu daha yeni yeni anlıyordu. Otobüsten iner inmez gidip bir emlakçı bulacaktı. Suphi ilçede tanıdığı emlakçı olduğu için o evi hızlıca bulabilmişti. Yabancı bir şehirse sokak sokak gezip ev bulacak hali yoktu. Sonra bir kuyumcuya gidecekti, bulduğu eve göre neyse yeteri, o kadar altını bozduracaktı. Şimdilik ev alacak hali yoktu elbette, ancak kiralayabilirdi. Düşündükçe heyecanlanıyordu. Düşünüp, hayal kurmaktan yolun nasıl geçtiğini anlamadı bile. İzmir’in ışıltılı ve ılık akşamına inince sanki eskiden bildiği bir yere gelmiş gibi havayı içine çekti. İşte kızı ve onun bundan sonra soluyacakları havaydı bu. Hediye otobüste uyusa bile alışık olmadığı bu yolculuktan bunalmış ve son bir saattir sürekli ağlamıştı. Kerime yol boyunca şehre indiği saatte dükkanların çoktan kapanmış olacağı gerçeğini akıl edemeyişinin şokunu yaşıyordu. Özgüven yerini yavaş yavaş stres ve korkuya bırakmaya başlayınca, kendini toparlamaya karar verdi. Karnı çok acıkmıştı ilk iş olarak önüne gelen ilk lokantaya girip bir çorba içti. Kızının altını değiştirip, karnını doyurdu. Akşam olmasına rağmen herkesin dışarda olması ve şehrin kalabalığı onu iyice afallattı. En azından ıssızın ortasında kalmamasının iyi bir şey olduğunu düşündü yine de. Lokantadan çıktıktan bir bebek arabasını iterek yürüyen bir karı kocaya doğru yaklaştı. Birilerine bu geceyi geçireceği bir yer sormak zorundaydı.
Şehre bir akrabasını görmeye geldiğini ancak sabah oraya geçeceği için bu gece bebeği ile güvenle nerede kalabileceğini sordu.
“Otel mi demek istiyorsunuz?” dedi adam biraz şüpheyle bakarak.
“Evet!” dedi başını sallayarak, öyle ya akşamın bu saatinde başka nerede kalacaktı?
“Şuradan dümdüz yürüyün bir taksiye binin, sahil yolunda bir kaç iyi otel var! Orada kalabilirsiniz!”
“Güvenilir yerler midir?” dedi çekinerek.
“Sanırım! Turistik otel hepsi!” dedi adam ve karısını çekiştirip yürümeye devam etti.
Kadın Kerime’nin kucağındaki Hediye’ye gülümsüyordu. Kerime iyi giyimli ve eli yüzü düzgün olduğu için kocası gibi şüphe hissetmemişti. Kendisi de bir kaç ay önce anne olduğu için de Hediye ilgisini çekmişti. Kerime teşekkür edip adamın dediği yöne doğru yürümeye başladı.
“Sahil ha?” dedi heyecanla, denizin kokusu şehre indiğinden beri burnuna geliyordu zaten. Hayatında daha önce taksiye binmediği için caddeye vardığında hızla geçip giden arabalara bakakaldı bir süre. Sonra başını çevirince biraz ilerideki küçük binanın üzerinde kocaman Manolya Taksi yazdığını gördü ve hızlı adımlarla oraya yürüdü. Sakin kalmaya çalışsa da kalabalık onu ürkütüyordu. Küçük binanın önünde sarı renge boyanmış bir kaç araba duruyordu. Bir kaç adam binanın önüne çıkardıkları sandalyelerde sohbet ediyorlardı. Kerime’nin elinde çantalarla yaklaştığını görünce birisi ayağa kalktı ve önde duran arabanın bagajını açıp, elindeki valizleri bir şey söylemeden alıp bagaja koydu. Kızın öyle kendine baktığını görünce de arka kapılardan birini açıp binmesi için başıyla işaret etti. Kerime nasıl davranacağını bilmediği için adamın işaret ettiği kapıdan arka koltuğa geçti. Şoför yerine geçince, “Nereye?” dedi ona dönüp.
“Sahil yolundaki otellere gitmek istiyorum!” diye geveledi Kerime.
“Yabancı mısınız?” dedi adam.
“Yeni geldim!”
“Tamam!” diyerek arabayı çalıştırdı şoför başka bir şey demeden ve araba hareket etti. Şehrin ışıltısı ve havasındaki farklılık Kerime’yi çok etkilemişti. Uzun yolun sersemliği ve içtiği çorbanın da etkisi ile üzerine de bir ağırlık çökmüştü. Hediye arabanın camından kayıp giden ışıltılara dikkatle bakıyordu. Anne kız daha ilk andan bu şehirden etkilenmişlerdi. Taksici onları bir otelin önünde indirdi. Kerime Suphi’nin verdiği parayla taksicinin ücretini ödeyip, otele girdi. Elindeki eşyalar ve çocukla döner kapıdan geçmeyi başaramayınca içeriden üniformalı bir genç adam çıkıp ona yardım etti ve resepsiyona kadar getirdi. Onun otel görevlisi olduğunu ancak bir kaç dakika sonra anladı Kerime ve nihayet ona verdikleri küçük ama sevimli odaya kızı ile birlikte çıktı ve bol yastıklı kabarık yatağın üzerine kendini bıraktı.
(devam edecek)