Bir kaç hafta sonra annesinin de etkisi ile Necmi’de nihayet evleneceği kızı seçmişti. Gülsüme hanım sonunda büyük oğlunu da dünya evine sokacak olmanın heyecanı ile yeniden düğün hazırlıklarına başladı. Necmi’nin müstakbel eşi Reyhan’da onlarla Ağagil’in çiftliğinde yaşayacaktı. Reyhan onların yakın köylerden bir çiftçinin kızıydı. Şehirde teyzesinin yanında iki yıllık bir okul okumuştu. Amacı öğretmen olmaktı ama ağanın evine gelin geleceği için ailesi bundan sonrasını kocasının ailesi ile konuşması gerektiğini söylemişti. Hem ağa evine gelin gitmek hem de ailesinden ayrılacak olmak Reyhan’ı üzmüştü ama Necmi’den de görür görmez etkilenmişti. Böylece kısa zamanda Ağagil’in evinde ikinci düğünde yapıldı. Kerime kendisi de yeni gelin olduğu için elinden geldiğince Reyhan’ı yalnız bırakmamaya çalıştı. Ağanın ikinci oğlu da evlenince çeşme başındaki bekar kızlar için ağa oğullarıyla evlenme şansı sona ermiş oldu ama sohbeti öyle kolay kolay kesilmedi. Necmi Kerime’yi istetecekken, erkek kardeşi istetip, evlenmişti. Şimdi Necmi’de evlenmiş karısını da babasının evine getirmişti. Üstelik yeni gelin de çok güzel bir kızdı. Okumuş olduğu da söyleniyordu. E tabi Kerime lise mezunu olup, çirkin oğula, yeni gelin okumuş yakışıklı oğula layık görülmüştü.
Ağanın evindeki kimsenin çeşme başına dallanıp budaklanan bu sözlerden ne haberi vardı, ne de evdeki hayat çeşmenin başında yazıldığı gibiydi. Kerime sessizliğini koruyordu, Reyhan ile ilgili de herhangi bir art niyeti veya kıskançlığı olmadığı gibi yanına bir yoldaş geldiği için sevinmişti. Reyhan Kerime’ye nazaran daha dışa dönük bir kızdı. Heyecanlı ve duygularını saklayamayan bir yapısı vardı. Necmi onun bu pır pır hallerini seviyordu. Gülsüme hanım da gelinlerinden memnundu, ikisi de insan evladı, saygılı kızlardı. Oğulları da mutluydu. Artık torun görmek için beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Suphi karısına çok düşkün olduğu için hemen çocuk olsun istememişti. Gülsüme hanım dört gözle müjdeyi beklerken o korunmayı tercih ediyordu. Evleneli neredeyse altı ay olmasına rağmen Kerime’nin hâlâ gebe kalmayışını merak etmeye başlamıştı ve sonunda oğlunu sıkıştırınca Suphi’nin hemen çocuk istemediğini öğrendi.
“Oğlum çocuk olmadan olur mu? Çocuk evin bereketi, neşesidir, sana kim diyor sıra sıra çocukları diz diye ama bir tane olsun, gör bak nasıl bir duygu babalık duygusu. Sonra kendin bir tane daha istersin zaten!”
“Anne ben Kerime’yi bir çocuk ile paylaşmaya hazır değilim!”
“Tövbe estağfurullah! Nereden aklınıza geliyor böyle şeyler, insan karısını çocuğu ile paylaşır mı? Onun yeri ayrı, onun yeri ayrı. Çok televizyon izliyorsun sen! Yapın bir çocuk artık, önüne geçerseniz sonra bir daha hiç olmaz!”
Suphi annesinin tepkisine rağmen sahiden de karısını herkesten kıskanıyordu. Kerime’nin yanında o olmadan çiftliğin içinde çok ortalarda dolanması bile onu rahatsız ediyordu. Neyse ki karısı sessiz, evcimen bir kızdı, evlendiğinden beri kayınvalidesi ne derse onu yapıyor, etliye sütlüye karışmıyordu. Yine de annesinin daha fazla tepkisini çekmemek için korunmayı bıraktı. Bir daha çocukları olmaz diye o da endişelenmişti.
Reyhan ile Kerime’nin hamile oldukları haberi peş peşe gelince çiftlikte herkesin neşesi çoğaldı. İki bebek birden gelecekti. Gülsüme hanım bebekler için hazırlık yapmaya zaten dünden gönüllü olduğu için hemen gelinlerini yanına alıp alışverişe çıktı. Ağanın iki gelininin birden hamile olduğu haberi, çiftlikte çalışanlar sayesinde köye kadar da ulaştı. Ancak ayaklı gazeteler tek taraflı yayın yapmıyorlardı, çiftlikten köye taşıdıkları haberlere karşılık, köyden de aldıklarını doğru çiftliğe ulaştırıp, ilgili kişilerin kulağına fısıldayıveriyorlardı.
Hamileliklerin üçüncü ayı dolmadan Reyhan’ın kulağına, Necmi’nin onlar evlenmeden önce çeşme başında Kerime’ye söyledikleri fısıldanıverdi. Reyhan duyduklarını sindirmeden harekete geçecek bir kız olmadığı için gerilen yüz hatlarından başka tepki vermedi fısıltıyı getirene ama beyninden vurulmuşa döndü. Lafı getiren Necmi’nin aslında Kerime’ye aşık olduğunu ama o şehre geri gidince, Suphi’nin ağabeyinin sevdiği kızı aldığını, bunun üzerine de Necmi’ye Reyhan’ı aldıklarını söylemişti. O güne kadar kocasının kendisine aşık olduğundan ve Kerime’nin de ona kardeş gibi davrandığından adı kadar emindi. O ikisi gözünün önünde ona oyun mu oynuyorlardı? Kimseye bir şey söylemeden ikisini takibe almaya karar verdi. O neşeli kızın, renginin solup, yüzünün asık olmasını da hamileliğin zor geçmesine bağladı herkes. Reyhan artık eskisi gibi konuşmuyor, yüzünü asıp durmadan etrafını izliyordu.
Gülsüme hanım kızdaki bu ani değişime bir anlam veremediği için “Kızım bir doktora gidelim? Sen iyi görünmüyorsun?” dese de Reyhan zorla gülümseyerek ret ediyordu bu teklifi. Bir ara kayınvalidesinin de bu işin içinde olabileceğini düşünmüş olsa da sonradan onun bir şeyden haberi olmadığı sonucuna varmıştı. Necmi ile Kerime yan yana geldiklerinde, Kerime her zaman ki gibi sessiz duruyor, Necmi’de karısından başkası ile zaten ilgilenmiyordu. Ancak sürekli düşünüp duyduklarını hazmedemediği için gözüyle gördüğü halde Reyhan bunların hepsini başarılı birer rol olarak değerlendiriyordu ve giderek sinirleri daha da çok bozuluyordu. Hamileliğin verdiği duygu karmaşası ile birlikte sağlıklı düşünme yetisini iyice kaybetmeye başlamıştı. Durup dururken kocasını ve çalışanları azarlıyordu. Herkes ondaki bu değişikliğin farkındaydı ama hassas bir dönem geçiriyor diye ses çıkarmıyordu. Gülsüme hanım kendi ablasının da hamileliğinde çok depresif olduğunu hatırlıyordu ama yine de bu gerginliğin bebeğe zarar vereceğinden korktuğu için endişeleniyordu.
“Necmi oğlum aranızda bir sorun mu var? Nedir bu kızın hali? Ailesini mi özlüyor yoksa? Al götür biraz rahatlasın istersen” dedi sonunda.
Necmi’ye de annesinin söyledikleri mantıklı gelince hemen karısına gidip isterse onu ailesinin yanına bırakabileceğini söyledi. Ne zaman isterse de gelip alacaktı. Evlendikleri geceden hamile kalmış, sonrasında da ailesini bir daha görememişti.
Necmi’nin bütün iyi niyeti ve munisliği ile söylediği bu sözler, Reyhan’da öyle ters bir tepkiye yol açtı ki, Necmi neye uğradığını anlamadan karısı eline geçeni fırlatarak onu odadan dışarı attı. Bağırış çağırış evin her tarafından duyulunca Gülsüme hanım, arkasından da Kerime koşarak geldiler. İkisi de Reyhan’a bir şey oldu sanmışlardı. Kapının önünde Necmi’yi yüzü kıpkırmızı olmuş görünce Kerime geri çekildi.
“Kavga mı ediyorsunuz?” dedi Gülsüme hanım, “Bu ne gürültü oğlum ne oluyor?”
“Anne ben artık bir şey demiyorum, gir sen konuş!” dedi Necmi ve homurdana homurdana çıkıp gitti. Gülsüme hanım Kerime ile birlikte kapının önüne toplaşan diğerlerine bakıp dağılmalarını işaret ettikten sonra kapıyı açıp içeri girdi.
Reyhan saçı başı dağılmış, gözlerinden yaşlar fışkırarak bir yandan ağlıyor, bir yandan her şeyi sağa sola fırlatıyordu.
“Kızım yavaş karnındaki çocuğa zarar vereceksin!” dedi Gülsüme hanım telaşla ve yatağa oturup, feryat figan eden kızı kollarından yakaladı.
“O kadını kocamın yanında görmek istemiyorum!” dedi Reyhan hırlayarak
“Hangi kadını?” dedi Gülsüme hanım şaşkınlıkla, yoksa oğlu çiftlikte bir başkası ile mi görüşüyordu
“Hangi kadın kızım? Necmi’nin bir görüştüğü mü var?” dedi gergin bir sesle, bir yandan da odanın dışından duyulmasın diye sesini yükseltmemeye çalışıyordu.
“Kerime! Kerime!” diye bağırmaya başladı Reyhan bu kez.
Gülsüme hanım neye uğradığını şaşırmıştı, “Kızım dur bağırma öyle! Kerime mi? Bizim Kerime mi?”
“Evet ta kendisi! Hem kocasını hem benimkini idare ediyor o!”
“Tövbe, tövbe, kızım kendine gel, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? Ne diyorsun sen?” dedi öfkeyle bu kez Gülsüme hanım, “Kesin bir yanlış anlaşılma var!” diyordu içinden.
“Necmi’nin başından beri ona aşık olduğunu biliyor musunuz peki? Ya onun Necmi’ye çeşme başında cilvelendiğini!”
(devam edecek)