Ertesi gün sabah ne giyeceğine biraz zor karar verdi ve nefes nefese koşturdu yeni işine. Nurten hanım ile Hakan bey ona bir kaç gün işi anlattılar, gelen müşterilerle birlikte onu da dairelere götürdüler. Defne için bir macera başlamıştı adeta, uzun zamandır dört duvar arasında, kendini aptal ve beceriksiz hissederken birden bire önüne yeni bir dünya açılmıştı. Emlak sektörünü bu kadar heyecan verici bulan başka bir çalışan da yoktu herhalde. Önce telefonlara bakmaya ve ilanlar için arayanlarla görüşmeye başladı. Yabancı da olsalar, başka insanlarla konuşmak, onların istek ve ihtiyaçlarını dinleyerek daireler önermek kendini çok iyi hissetmesine neden oluyordu. Evini satmak veya kiraya vermek isteyenlerin hikayelerini dinliyor, böylece kendi hikayesinden giderek uzaklaşıyordu.
Eve döner dönmez de, bir şeyler atıştırıp, hemen defterinin başına geçiyordu. Mithat sürekli geç gelmeye başladığından akşam yemeği hazırlama gibi bir zorunluluğu kalmamıştı. Günler haftalar birbirini kovaladı ve Defne gerçekten de artık kendisi ile gurur duyacak kadar iyi hissetmeye başladı. Ancak kocası ne işiyle ilgili herhangi bir şey soruyor, ne de ondaki olumlu değişiklikleri fark ediyordu. Artık neredeyse birbirleri ile konuşmaz olmuşlardı.
“Böylesi daha iyi değil mi?” diyordu Çağla, “Ağzını her açtığında senin canını sıkacak bir şey söylüyor, bak aynı evin içinde ondan uzaklaşmak bile sana ne kadar iyi geliyor. Söylediklerimi düşünüyorsun değil mi?”
“Evet, elbette düşünüyorum.”
Bütün bunlar olurken emlakçı karı koca ile de aralarında giderek daha iyi bir arkadaşlık oluşmaya başlamıştı. Onlara bir şeyler yazdığından söz ettiğinde, ikisi de çok heyecanlanıp, başarılı olacağına inandıklarını dile getirmişlerdi. Defne’nin başına gelenleri az da olsa biliyorlardı. Zaten aynı mahallede bilmeyen çok az insan vardı. Onun bir zamanlar cinnet geçirip, intihara yeltenen kadın olduğunu kimse unutmuyordu nedense. Ona söylememiş olsalar da artık hanım ve bey demeyi bıraktığı Nurten ve İhsan’da başlangıçta çekinmiş ve tedirgin olmuşlardı ama sonra onu tanıyıp, günleri birlikte geçirdikçe bu talihsiz olay ve durumun geride kalmış olduğunu anlamışlardı. Onun yeni başladığındaki ürkekliğini aylar içinde üzerinden attığına da şahit olunca yeni bir dost ve çalışan kazandıklarında memnun olmuşlardı. Aslında bir kaç kez ailecek de görüşebilecekleri imasında bulunsalar da Defne bundan Mithat’a bahsetmiyordu. Uzun zamandır ilk kez özgüvenini yeniden kazanmış ve yeni arkadaşlar edinmişti. Mithat’ın bu insanların yanında onu küçük düşürme gayretine girmesini ruhu kaldırmazdı. Yavaş yavaş onu ruhundaki ve hayatındaki güzellikleri öldüren kişi olarak görmeye başlamıştı artık. Tabi bu düşüncelerinde ve hayatının buralara gelmesinde kız kardeşinin etkisi çok büyüktü.
Defne romanının taslağını nihayet tamamladığında çalışmaya başlayalı neredeyse bir yıl oluyordu. Emlakçı mesaisi, ev işleri derken çok zaman ayıramamış olsa da artık tamamlamıştı. Hiç değer vermeyeceğini bile bile yine edemedi ve Mithat’a romanın taslağını tamamladığını söyledi. Mithat onun yüzüne dikkatle baktıktan sonra, “İstersen onu yayıncı bir müvekkilime verebilirim!” deyiverdi.
Hiç beklemediği bu söz karşısında Defne’nin neredeyse kalbi yerinden çıkacaktı, hem yazdıklarının kocasının tanıdığı bir yayıncıya ulaşabilme ihtimali, hem de Mithat’ın çok ama çok uzun süre sonra ilk kez ona normal davranması içinde kontrol edemediği bir yaşam sevinci dalgalanmasına neden oldu.
“Ah Mithat!” dedi sevgiyle, “Beni ne kadar mutlu ettin bilemezsin. Elbette isterim!”
“Tamam sen çantamın yanına koy o defteri ben yarın giderken yanıma alırım”
“Belki sen de okumak istersin ha?” dedi çekinerek.
“Yayıncı okusun önce, sonra ben de okurum tabi neden olmasın?”
“Seni seviyorum!” diye çıkıverdi Defne’nin ağzından elinde olmadan, Mithat sözle bir karşılık vermese de gülümsedi karısına yine uzun süre sonra.
“Emin misin bunları söylediğine?” diyordu Çağla telefonda, “Bunları Mithat mı söyledi?”
“Evet sana yemin ederim. Yarın götürecekmiş, şimdi daha fazla konuşamıyorum. Çok heyecanlandığım için hemen sana haber vermek istedim”
“Bence kocanı takip etsen iyi olur!” dedi Çağla hiç beklemediği bir şekilde.
“Ne?” dedi Defne şaşkınlıkla ama o sırada Mithat ona seslendiği için zaten fısıldayarak konuştuğu telefonu kapatıp hemen kocasının yanına döndü. Hazır araları düzelmeye başlamışken yeni bir gerginlik çıksın istemiyordu. Mithat’ın istediği kahveyi yaptıktan sonra bu defa mesaj attı kardeşine.
“Neden öyle söyledin?”
“Bilmiyorum” dedi Çağla ama içinde tuhaf bir his vardı nedense, “Bir hafta takip et ne kaybedersin ki?”
“Sence beni aldatıyor mu?”
“Bilmiyorum dedim ya? Takip et sadece!”
“Tamam”
Neredeyse üç yılı geçmişti Defne’nin başına gelenlerden sonra ve o zamandan beridir Mithat bir kez bile yaklaşmamıştı karısına. Öyle delirdiğini gördüğü bir kadını eski gibi sevemiyordu belki de, zaten bu da bütün o duygusuzluk ve aşağılamaları açıklıyordu. Gerçi Çağla onda duygusuzluktan fazlası olduğunu düşünüyordu, merhametsizdi Mithat. Karısından korkabilir, soğuyabilir, bir travma yaşayabilirdi, bunu kimse yadırgayamazdı ama yardım etme isteğini, ona iyi gelme arzusunu da mı kaybetmişti. Hiç bir şey yapamıyorsa bile onu olduğundan daha kötü hissettiren o sözlerine ne demeliydi? Çağla bu süreçte onun başkasına meyletmiş olabileceğinden mi şüpheleniyordu. İyi ama tam da ona iyi davranmaya başladığında mı gelmişti aklına bu düşünce. Bunca zaman değil, neden şimdi?
“Çünkü erkekler eşlerini aldatmaya başladıklarında onlara karşı daha hoş görülü olmaya başlarlar!” dedi zihnindeki Çağla, “Dikkati üzerlerine çekmemenin, onu sevdiklerine ikna etmenin bir yoludur bu kendilerince”
Göz ucuyla Mithat’a baktı. Garip ama onu aldatıyorsa bile bunu düşünmek niyeyse onu hiç üzmemişti. Korkutmamıştı da, bu emlakçı işi ona gerçekten iyi gelmişti. Çok olmasa da artık kendi kazancı, kendi hayatı vardı. En azından ortada kalma korkusu azalmıştı. Ondan ayrılsa bile kendi ayakları üzerinde durabilmek için yeniden umut ediyordu. Kitabı da bitirmişti, eğer Çağla’nın dediği gibi kitabı birileri tarafından fark edilirse her şey ne harika olurdu.
“Sanırım sevmiyorum!” dedi zihninden gecikmiş cevabını vererek Çağla’ya ama bunları söyler söylemez pişmanlık hissetti, “Acele etmemeliyim” dedi kendi kendine, Mithat onu aldatıyorsa bile bu süreçte onu suçlamamalıydı belki ama yeniden kazanabilirdi belki. Kazanamasa da, aldatıldığını bilmek istemiyordu. Takip etmeyecekti.
Ertesi sabah birlikte çıktılar evden, Mithat çantasını alırken defteri de almıştı. Arabayla gideceği için Defne’yi de emlakçının önüne kadar bıraktı. Kocası tarafından işe bırakılmak hoşuna gitmişti. Elinde olmadan arabanın arkasından bakmaya başladı, içinde güzel duygular kıpırdıyordu sanki. Ta ki araba ileride durup, Mithat’ın kolu camdan çıkıp, defteri çöp bidonuna fırlatana kadar. Sonra camı kapatıp, yoluna devam etti.
İçinde filizlendiğini sandığı bütün o güzel duygular bir anda alaşağı olmuştu. Çöpe doğru bir adım attı ama o sırada Nurten ile İhsan geldiği için bocaladı. Onlara kocasının aylardır yazdığı romanını şu ilerideki çöpe attığını nasıl söyleyecekti. Mecburen onlarla içeri girdi, bir yolunu bulup defterini o çöpten almalıydı. Nasıl yapardı bunu Mithat? Nasıl?
“Tatlım rengin çok solgun bu gün iyi misin?” dedi Nurten, dalgın dalgın boşluğa bakan Defne’nin hali onu hem şaşırtmış hem endişelendirmişti. İnsanlar duydukları kötü şeyleri asla unutmuyorlardı.
“İyiyim” dedi Defne, onun yüzüne bakınca o bildik endişeyi hemen gördü, “Merak etme, bir şey yok!” dedi sesini de toparlayarak.
(devam edecek)