Hikaye biraz daha ilerledikten sonra kendini daha da iyi hisseden Defne, kocasından hikayesinin yazdığı kadarını okumasını rica etti. Yine hiç bir şey söylemeden defteri alan Mithat, günlerce elini sürmeden onu çalışma masasının üzerinde bekletti. Yoğun olduğu için unuttuğunu düşünen Defne ona hatırlatmak istediğinde ise hiç beklemediği bir alaycı tavırla karşılaştı.
“Senin sulanmış beyninden çıkan saçmalıkları okuyacak vaktim var mı sence?”
“Bu bir hikaye, saçmalık değil, bir kez okusan anlayacaksın!” dedi Defne yalvarır gibi, eğer bu hikayeyi okursa onun iyi olduğunu anlayacağını düşünüyordu kocasının ama Mithat’ın alayları ve umursamazlığı devam etti.
Çağla, kardeşinin kocasının bu kaba ve düşüncesiz hareketleri yüzünden her geçen gün daha umutsuz bir duruma sürüklendiğini fark ediyordu. Bu yüzden Mithat ne derse desin o hikayeyi hatta artık hikaye olmaktan çıkıp bir romana doğru giden anlatıyı tamamlaması gerektiği konusunda onu iknaya uğraşıyordu. Mithat’tan önce bunu başarabileceğini kendine ispatlamak zorundaydı ve Çağla kardeşine inanıyordu. O romanı tamamlayıp bir yayın evine götüreceklerdi. O zaman anlayacaktı herkes Defne’nin sandıkları gibi olmadığını. Kitabı basılacak ve bir çok insan tarafından beğenilerek okunacaktı.
“Sahi mi diyorsun?” diyordu Defne göz yaşları içinde kardeşine.
“Evet sahi diyorum Defne, lütfen yazmayı bırakma. Orada olsam ben hepsini okurdum!”
“Bitirince sana gönderirim okursun!”
“Tamam kardeşim, seni seviyorum.”
Böylece Defne kocasının küçümsemelerine aldırmadan kardeşini dinledi ve yazmaya devam etti. Aynı evin içinde paylaşılan bir yaşamda kocasını ve onun sözlerini umursamadan yaşaması söz konusu değildi. Bu yüzden bir yandan yazmaya devam ederken bir yandan ona artık iyi olduğunu hissettirmenin yollarını arıyordu. Hissettirmek istiyordu çünkü Mithat kelimenin tam anlamıyla laftan anlamıyordu. İnternetten yapılması en zor yemekleri bulup seçiyor, kocasına harika sofralar hazırlıyor ancak Mithat çoğunlukla haber bile vermeden geç kaldığı için yemekler masada buz gibi bekliyordu. Tadına bile bakmadan gözünün ucuyla şöyle bir bakıyordu sadece yemeklere. Yüzündeki ifade bu görüntünün arkasında bir lezzet olduğunu sanmıyorum diyordu Defne’ye her zaman olduğu gibi. Bir erkeğin kalbine giden yoldan başarı elde edemeyince başka şeyler denemeye karar verdi. Bir kuaföre gitti saçlarını boyattı ve kestirdi. Kocasının en sevdiği aktris saçlarını böyle yaptırıyordu. Uzun süredir kullanılmamaktan kuruyan makyaj malzemelerini yeniledi ve geç de gelse onu giyinmiş bakımlı bir şekilde beklemeye başladı. İlk gece Mithat yüzüne bile bakmadan çok yorgunum diyerek yatağa gitti. İkinci gece yüzüne tuhaf tuhaf bakıp “Gene ne yaşıyorsun sen? Bu saatte ne bu halin? Dışarı mı çıkacaksın yoksa?” dedi.
“Beğenmedin mi?” dedi Defne gözleri dolarak, “Senin için giyindim!”
“Benim için mi?” diye alaycı bir şekilde güldü Mithat, “Kadın olduğunu yeni mi hatırladın?”
Üçüncü gece makyaj yapıp giyinmeyi bıraktı. Ne yaparsa yapsın kocası onu hastalıklı, beceriksiz ve asalak bir varlık olarak görüyordu. Kadın bile değildi artık onun gözünde. Belki ona biraz yaklaşsa, bir çocukları olsa her şey daha güzel olurdu ama maalesef yatakları uzun süredir buz gibiydi.
Sonunda kocasından umudu kesti, Çağla ona kocası için değil, kendisi için iyi yaşaması gerektiğini öğütlüyordu sürekli. Mithat’ın iki dudağından çıkan sözler onu tanımlayamazdı. Onun psikolojisinin düzgün olduğunu kim iddia edebilirdi ki, zor dönemler atlatan bir insana hele ki bu karısıysa bu şekilde davranan bir adamın sağlıklı bir ruh halinde düşünülebilir miydi?
“Boş ver sen onu? O kendi deliliğini ört bas etmek için senin geçirdiğin rahatsızlığı kullanıyor”
“Boş veremiyordum Çağla, her gün birlikte uyandığın, aynı evi paylaştığın, tüm hizmetini yaptığın ve parmağında yüzüğünü, kimliğinde soyadını taşıdığın bir adamı nasıl boş verebilirsin?”
“Onu hâlâ seviyor musun?”
“Sevmek mi?”
“Evet sevmek!” dedi Çağla, “Onu hâlâ seviyor musun? Kendine bu soruyu hiç sormadın mı?”
“Ben bilmiyorum, sormadım sanırım!”
“Bence sen kendini onu sevmeye mecbur hissediyorsun, tüm o saydığın gerekçelerden ötürü. Üstelik pek çok kadın gibi o kapıdan çıktığında gidecek yerin yok değil, babalarından ayıracağın çocukların da yok!”
“Ne demek istiyorsun?”
“Ne demek istediğimi düşün Defne lütfen! Bu adam sana iyi gelmiyor!”
Defne kardeşinin söylediklerini düşünüyordu, Mithat’la çok severek evlenmişti. Başına bir tatsızlık geldiği için bu neden değişsindi? Mithat onu sevmese tüm bunlar yaşanırken önce o gitmez miydi? Neden gitmiyordu?
“Beni seviyor” dedi kendi kendine. Zihni Çağla’nın sesiyle konuştu bu kez “Sen onu seviyor musun?”
“Seviyor olmalıyım!” diye mırıldandı ama bu cevap kendini de hiç mutlu etmedi. Peki Çağla’nın ima ettiği şeye cesaret edebilir miydi? Kendi başına ne yapacaktı? Sonuçta Çağla’nın bir ailesi vardı, ilgilenmesi gereken iki çocuğu ve eşi. Hiç çalışmamıştı, ruhsal sorunları olduğunu duyduklarında ona iş bile vereceklerini sanmıyordu. Duymak zorunda değillerdi elbette ama bir yerden duyulur ortaya çıkarsa bu onu zor bir duruma düşürebilirdi. Ayrıca onun mesleği gazetecilikti, mezun olduktan sonra hiç bir çalışması yoktu, araştırmacı gazetecilik için kendini geliştirmeyi ummuştu ama Muğla, evlilik ve peşine başına gelenler buna pek imkan tanımamıştı. Yine yapabileceği yegane şey buydu ama bağımsız bir araştırmacı gazeteci nasıl para kazanabilirdi ki? Mesleği dışında bir işe girmek zorundaydı. Krizleri yaşama korkusu yüzünden insanlardan uzak durmayı tercih ediyordu. Mithat bile onu kendi arkadaş gruplarından soyutlamıştı. Bir yerde işe girse ve orada olmadık bir şeyler yaparsa ne olurdu? Mithat’tan ayrılıp tek başına evdeyken yine o atak tekrarlanırsa bu defa onu kim durdururdu. Ayrıca Mithat’ın haklı olduğu bir nokta vardı, eğer yeğenlerinin yanında bir atak yaşarsa çocukların ruhlarında silinmez izler bırakabilirdi. Onlara zarar bile verebilirdi belki. Kısaca korkuyordu, Çağla haklı bile olsa, kendi başına bir hayat için hazır değildi. Bütün bunları düşündüğü günün akşam üzeri marketten dönerken mahallelerindeki emlakçının camında eleman arandığına dair bir ilan gördü. Eve gelip torbaları boşaltmaya başlayana kadar o ilan üzerinde hiç düşünmemişti ama sanki bir anda aklına üflemişler gibi “Neden olmasın?” dedi kendi kendine. Emlakçı ve karısını uzaktan da olsa tanıyordu. Mithat’ta tanıyordu çünkü bir kez Mithat’ın bir arkadaşına ev aramak için gidip konuşmuşlardı. O zamanlar Defne’nin başına tüm bu saçmalıklar gelmemişti. O günden sonra her karşılaştıklarında selamlaşırlardı. İyi insanlardı, Mithat’ın da buna bir itirazı olamazdı. Kendini kötü hissederse devam etmezdi zaten. Gece heyecandan uyuyamadı ve ertesi sabah Mithat evden çıkar çıkmaz giyinip emlakçıya gitti. Saat biraz erken olduğu için emlakçı henüz açılmamıştı. Emlakçı karı koca dükkana geldiklerinde onu kapıda beklerken görünce şaşırdılar. İlan için geldiğini duyunca daha da şaşırdılar ve memnun oldular. İlanı camdan kaldırdılar ve ücret bile konuşmadan işi kabul eden Defne’ye yarın başlayabileceğini söylediler.
Mithat’ın ilk tepkisi “Kendini rezil edeceksin!” oldu, “Yine de dene!”
Bu cevap özgüvenini sarssa da Çağla’nın söyledikleri aklına geldi, “Bunu kendim için yapıyorum!” dedi içinden, “Ben inanırsam, herkes bana inanır!”
Böylece Mithat’a kulaklarını tıklayıp, bütün gece kendini başarılı olacağına ikna etmeye uğraştı. Mithat’ta önce kendine ispatlaması gerekenler vardı. Kardeşi bu konuda kesinlikle haklıydı.
(devam edecek)