Defne beş yıl önce evlenmişti kocası Mithat’la. Üniversitede okurken arkadaş ortamında tanışmışlar, okulları biter bitmez de evlenmişlerdi. Defne’nin Kocaeli’nde yaşayan Çağla isminde bir kız kardeşinden başka kimsesi yoktu. İki kız kardeş anne ve babaları Almanya’ya çalışmaya gittikten sonra babaanneleri tarafından büyütülmüştü. Çocuklar henüz lisedeyken Almanya’dan kötü haber gelmiş, zaten uzakta oldukları anne ve babaları ile bir daha bir arada olma şansları hiç olmamıştı. Babaanneleri dört yıl önce vefat etmiş, ölmeden önce de hep istediği gibi ikisini de evlendirmişti. Çağla Kocaeli’ne, Defne ise Muğla’ya gelin gitmişti.
Defne’nin kocası Mithat avukattı, okul bittikten sonra Muğla’ya ailesinin yanına dönüp babasının bürosunda çalışmak istediğinden Defne’de mecburen onunla gelmişti. Pek sevememişti Muğla’yı ama yine de Mithat’ı sevdiği için katlanmış, artık da alışmıştı zaten. Beş yıllık evli olmalarına rağmen henüz bir çocukları olmamıştı. İlk iki yıl kendileri istememişlerdi çocuk olmasını, Mithat kariyerinde yükselmek istediği ve geceleri de evde dosyaları getirip çalıştığı için çocuk sesi ile bunu yapamayacağını düşünüyordu. Defne gazetecilik bölümünden mezun olmuştu ama okul biter bitmez evlenip hiç bilmediği bu şehre gelince mesleğine bir türlü başlayamamıştı. Mithat’ta onun çok çalışmasından yana değildi zaten.
“Biraz dinlen, evliliğe ve bu şehre alış, sonra karar verirsin” demişti ilk geldiklerinde. Defne’de hiç itiraz etmemişti. Mithat’ın ailesinin durumu da iyi olduğundan herhangi bir sıkıntıları yoktu. Defne hep araştırmacı gazeteci olmak ve bir kitap yazmak istiyordu. O yüzden evde olduğu zaman boyunca bir türlü karar veremediği konularda daha fazla araştırma yapmak ve çalışmak için de fırsatı olacağını düşünmüştü. Ta ki evliliklerinin ikinci yılında geçirdiği o tuhaf sinir krizine kadar.
Mithat onun bir sabah çığlıklar atarak uyandığını ve kendini yerden yere vurarak, pencereden atlamaya çalıştığını söylüyordu. Bir gece önce geç saate kadar çalışmış, karısı da o çalışırken ses olmasın diye her zaman yaptığı gibi kitabını alıp yatağa uzanmıştı. Mithat yatağa gittiğinde çoktan uyuduğu için, elinden düşen kitabını alıp, komodinin üzerine koymuş. O da uyumuştu, sabahın erken saatinde karısının çığlıkları ile gözlerini açtığında bir an için rüya gördüğünü sanmış, sonra Defne’yi üzerini başını parçalamış halde yerde dövünürken bulduğunu söylemişti. O ne olduğunu anlayıp yataktan çıkana kadar Defne yatak odasının penceresine koşmuş, Mithat yetişmese kendini aşağı bırakmak istemişti. Karısını sakinleştiremediği için tokat atarak bayıltmış, üzerini giydirip bağlamış sonrada ambulansı aramıştı. Defne’nin çığlıklarına ve pencereden atlamaya çalışma anına şahit komşuları vardı. Ancak bunu neden yaptığına dair ortada bir neden yoktu. İşin garip tarafı hemen bir rehabilitasyon merkezine yatırılan Defne’de o sabahın üzerinden üç yıl geçmiş olmasına rağmen neler olduğuna dair hiç bir şey hatırlamıyordu. Altı ay rehabilitasyon merkezinde gördüğü tedaviden sonra eve yeniden dönmüş, altı ay da oldukça ağır nörolojik ilaçlar kullanmıştı. Sonunda doktorlar onun artık iyi olduğunu söylemiş olsa da bir sabah yine öyle uyanmaktan korkuyordu. Bir şey söylemese de Mithat’ın da bundan korktuğunu ve artık eskisi gibi ona yakın olmadığını da biliyordu. O krizden sonra bir daha ona elini hiç sürmemişti. Evet onu hâlâ çok sevdiğini söylüyordu, bu şartlar altında bir çocuk yapmalarının doğru olmadığına ikisi birden karar vermişlerdi. Yaşananların görünen bir nedeni olmadığı için bunun genetik bir rahatsızlık olabileceğine karar vermişlerdi. Bunu söyleyen doktorlar değildi ama aksini de iddia etmiyorlardı. Çağla kız kardeşini her gün arıyordu. Artık ondan başka konuşacak kimsesi olmadığı için, Defne her şeyi ona anlatıyordu. Kayınvalidesi olaydan sonra Defne’yi hocalara da götürmüştü. Nedensiz yaşanan bu olayın tek nedeni üç harfliler olabilirdi ona göre. Gelinine musallat olmuşlardı ve bir an önce uzaklaştırılmaları gerekiyordu. Mithat tüm bunları saçmalık bulsa da annesinin karısını hoca hoca gezdirmesine ses çıkarmıyordu. Zaten ilaçlarla sayesinde tepkileri iyice yavaşlayan Defne, Nazan hanımla birlikte civarda bilinen tüm hocaları dolaşmış, tuhaf ve bazıları korkutucu ritüellere maruz kalmış, onları yaşadıkça ruh hali iyice sarsılmıştı.
“Defne saçmalama!” diyordu kardeşi, “Sen böyle şeylere inanacak biri değilsin!”
“Kendime açıklayamıyorum Çağla, hiç bir şey hatırlamıyorum! Doktorlar da bir şey bulamıyor, ya kayınvalidem haklıysa, ya bana görünmeyen o şeyler musallat oldularsa!”
“Musallat olmuş olsalar bile şimdi neredeler?”
“Bir kere daha mı olsun istiyorsun!” diyordu Defne dehşete kapılarak.
“Hayır, sana bunun hiç mantıklı olmadığını anlatmaya çalışıyorum!”
Çağla’nın kocasının durumu Mithat kadar iyi olmadığı ve iki tane okula giden çocuğu olduğu için gelip kardeşinin yanında kalamıyordu ama Defne’yi sürekli Kocaeli’ne onun yanına davet ediyordu. Kocasının ailesinden kalan iki katlı evin, alt katındaki bir oda bir salon daire boş duruyordu. Biraz oradan uzaklaşıp, kendi başına kalırsa, kardeşinin daha rahat toparlanabileceğini düşünüyordu ama Mithat karısını kesinlikle gözünün önünden ayırmak istemediği için gitmesine izin vermiyordu.
“Düşünsene ya orada da tekrarlanırsa ne olacak?” diyordu karısına.
“İyi ama bu sadece bir kez oldu Mithat! Bir kez daha olacağını bilmiyoruz bile!”
“Ama ya olursa Defne, orada iki tane yeğenin var, senin o halde görüp, hayatları boyu senden korkmalarını mı istiyorsun!”
Bu düşünce durduruyordu Defne’yi ve kardeşine nedenini söylemeden ret ediyordu gelmeyi.
“Çok istediğin şeyleri yapmaya geri dön!” dedi Çağla bir gün, “Kitaplarına dön, yazmaya başla!”
“Ne yazayım?”
“Bilmiyorum neden bir hikaye yazmayı denemiyorsun. Evet bir hikaye yaz! Sana iyi gelecek eminim. Çocukluğumuzdan beri en sevdiğin şey değil mi senin araştırmak ve yazmak. Bunca zaman okuduğun şeylerle ilgili ya da canın ne istiyorsa!”
“Tamam deneyeyim!” dedi Defne, Çağla doğru söylüyordu, yazmak onu kendine getirebilirdi. En azından sakinleştirir veya günlerin sevdiği bir şeyler yaparak tükenmesini sağlardı. Mithat hâlâ eve iş getiriyor ve çok yoğun çalışıyordu. Artık eskiden ilgi duyduğu hiç bir şeye devam etmediği için Defne sadece, ev işleri yapan bir kadına dönüşmüştü. Üstelik kocasına göre bu konulardaki becerisi de giderek azalıyordu. Yemekleri lezzetsizdi, gömlekleri kötü ütülüyordu ve evi gerektiği gibi temiz tutamıyordu. Herhangi birinin yanında tuhaf davranır ya da kriz geçirir diye onu gittiği toplantılara da götürmüyor, eve de kimseyi davet etmiyordu. Hatta sırf bu yüzden bir yardımcı bile tutmasına izin vermiyordu. Eve gelen o gündelikçi kadınların ağzında laf tutamayıp, gittikleri diğer evlerde de anlattıklarına inanıyordu. defne kocasının artık ondan utandığını, onu değersiz bulduğunu biliyordu ama kendini o kadar güçsüz ve çaresiz hissediyordu ki ne yapacağını bilemiyordu. Bu yüzden kardeşinin tavsiyesine uyup, kendine bir defter edindi ve bir kaç gün düşündükten sonra bir hikaye yazmaya başladı. Bu yazma serüveni ona hiç ummadığı kadar iyi gelmeye başlamıştı. Başlangıçta hikayeyi nasıl ilerleteceğine tam karar veremediği için üç dört kere yazdığı sayfaları yırtıp yeniden başlamıştı ama şimdi sanki hikaye kendiliğinden akıyor gibiydi.
Mithat’ta o çalışırken, Defne’nin elindeki deftere bir şeylere karaladığını fark etmişti.
“Bir hikaye yazıyorum!” demişti Defne heyecanla, kocasının onun eskiye dönüyor olmasından mutlu olacağını düşünmüştü ama Mithat hiç tepki vermedi.
(devam edecek)
Günlük başlıklı hikayenin devamı nerede acaba
BeğenLiked by 1 kişi
Arkası yarın 🙏
BeğenBeğen