Film gibi – Bölüm 6

Şadiye hanım şaşkınlıktan eliyle ağzını kapatmış sürekli “A?” deyip duruyordu Melike’yi dinlerken. Zaten konuşmaya bayılan Melike’de onun yüzü şekilden şekle girdikçe gaza gelip iyice ballandırıyordu hikayeyi. Hatta birazda ekliyordu aslında.

“Biz evlensin diye uğraşırken, bizim ki bir de kızı hamile bırakmış öyle mi?” dedi Şadiye hanım en sonunda, “Bak sen şunun yaptığına, başımıza iş açacak bir de!”

“Belki gönül eğlendirmiştir” dedi Melike kıkırdayarak.

“Sus kız!” dedi Şadiye hanım kızgın kızgın, “Ortada bir çocuk varken eğlence mi olurmuş! Hep böyle heba oluyor o zavallılar zaten!”

Melike hiç bu açıdan düşünmediği için sustu hemen. Teyzesinin kızının başına da gelmişti böyle bir durum geçen yıl. Evleneceğiz diye kandıran adama güvenmiş kendini teslim etmişti Derya, sonra adamın evli olduğu ortaya çıkmıştı. Üstelik iki de çocuğu vardı. Bunlar ortaya çıktığında Derya beş aylık hamile olduğundan aldıramamıştı çocuğu. Karnı geç büyüdüğü için evdekiler de anlamamışlardı o zamana kadar, ‘Nasılsa evleneceğiz o zaman söylerim!’ diye düşünmüştü akılsız kuzeni ama adam evli çıkıp, karısından da ayrılmayacağı kesinlik kazanınca mecburen söyledi ailesine olanları. Eniştesi parçalayacaktı kızı teyzesi elinden almasa, o da “Karnındaki bebeğe acıyıp aldım!” diyordu. Yoksa karı koca delirmişlerdi duyunca. Hızlıca bu hikayeyi de anlatıverdi Şadiye hanıma.

“Bebek ne oldu sonra?” dedi Şadiye hanım merakla.

“Ne olacak? Gizlice doğurtup evlatlık verdiler!”

“Ya gördün mü bak zavallının başına geleni!”

“Niye öyle diyorsunuz, belki de çok iyi bir aileye gitmiştir evlat!”

“Ya gitmediyse?”

“Doğru o da var ama zaten Derya ile büyüse de çok şanslı sayılmazdı bence!” dedi Melike yine de omuz silkelerek.

Şadiye hanım başını salladı “Tövbe, tövbe” diyerek, o da biliyordu her annenin, her babanın baba olmadığını ama yine de bir çocuğun en doğal hakkıydı öz anne, babasıyla büyümek.

“Kaç aylıkmış çocuk peki Kudret bir şey söyledi mi sana?”

“Yok söylemedi, ben kızın karnı büyük müydü diye sordum, görmedim dedi. Cüneyt bey bir hışımla kapıdan çıkınca o da şaşkınlıkla bakmayı akıl edememiş tabi ne bilsin. Ben olsam vallahi her şeye bakar, olmadı gider kıza sorardım her şeyi. Şimdi hepsini biliyor olurduk!”

“Bilmem mi?” dedi Şadiye hanım, severdi Melike’yi, lafa merakını da bilirdi. Onun da hoşuna gidiyordu böyle şeyler konuşmak, kimseye bir zararları yoktu, kendi aralarında konuşup duruyorlardı. Çıkmasını istemediği laf zaten söylemiyordu kıza. Bu laf ondan gelmese, bunu da söylemezdi.

“Bana bak! Ağzını sıkı tut bu konu sen ben Kudret’in arasında sır kalacak tamam mı? Birinden duyarsam kırarım bacaklarınızı!”

“Şadiye hanım teyze kime diyeceğiz aşk olsun!”

“Cüneyt’e de söylemek yok!”

“Yok ağzıma fermuarı çektim” dedi Melike eliyle ağzının fermuarını kapatıyormuş gibi yaparak.

Şadiye hanım başıyla onayladı onu sonra cep telefonundan torununu arattırdı Melike’ye, “Cüneyt oğlum nasılsın?”

“İyiyim anneanne sen nasılsın?”

“İyiyim ben de, eski bir arkadaşımın eşi vefat etmiş oğlum, Kudret’i yollasan da beni oraya götürüverse!”

“Olur o da zaten kendi arabasıyla gelmişti, Melike’yi de alır sonra dönerler!”

“Tamam evladım. İyisin değil mi canını sıkan bir şey yok!”

“Yok anneanne ne olacak canımı sıkan?”

“Ne bileyim işte, öyle beklenmedik şeyler falan olmuştur son zamanlarda belki?”

“Yo!” dedi Cüneyt şaşkın şaşkın, yaşlanıyordu Şadiye hanım, pimpirikli olmuştu iyice.

Telefonu kapatınca Melike’ye baktı gülerek, “Kocan gelince gider buluruz o kızı!”

“Ay Şadiye hanım teyze!” dedi Melike hayranlıkla, “Ben gideyim işe girişeyim bari Kudret gelmeden!”

“Seni götürmeyeceğim kız işine bak sen!” dedi Şadiye hanım ciddileşerek, yüz verse vallahi iş yapmayıp peşinde gezecekti kadının bu Melike.

“Ha tamam, iş çok ben ondan dedim!” diyerek kalkıp gitti içeriye. Evde yirmi dört saat kalan bir kadın vardı zaten, Melike yemekleri yapıyor, öz bakımına yardım ediyordu Şadiye hanımın. Banyosunu yaptırıyor, ellerine ayaklarına bakım yapıyor, saçını kesiyordu. En önemli de arkadaşlık ediyordu. Evin kalan bütün işleri diğer kadındaydı. Neyse ki sessiz bir kadındı o. Melike gidince ortaya çıkıyor, Şadiye hanım yatana kadar bir şey isterse yerine getiriyor, yatmasına yardım ediyordu.

“Adam gerçekten çok yakışıklıymış abla!” demişti Hüseyin o gün yemekten eve döndüklerinde, “Filmlerdekilerden bile yakışıklı!”

Panikten adamın yüzüne bile dikkat etmeyen Ayşe, “Oyuncu ya ondan!” diye yanıtlamıştı.

“İyi oyuncu ama değil mi? Nasıl bir şaşkınlık ifadesi vardı yüzünde!”

“Ya değil mi?”

“Keşke biraz sohbet etseydik öyle gitseydi”

“Evet ama dedim ya başka işleri var, çok meşgul!”

“Sen de öyle mi olacaksın ünlü olunca”

“Nasıl?”

“Yoğun böyle işte!”

Ayşe kardeşinin ünlü olursa onu az göreceğinden endişe ettiğini anlamıştı söyleyişinden. Yutkundu acıyla, bir kaç ay sonra asıl o kaybedecekti Hüseyin’i. Elindeki işi bırakıp gidip sarıldı zayıf çocuğa, “Delirdin mi sen? Yoğun bile olsam, seni de götüreceğim gittiğim her yere. Biz hiç ayrılmayacağız!”

“Ayrılmayacağız!” dedi Hüseyin de sevgiyle ve sımsıkı sarıldı ablasına. Ayşe gözlerinden inen yaşlara hakim olamadığı için bir süre bırakmadı çocuğu. Sonra “Haydi yoruldun sen de bu gün dinlen!” diyerek kalkıp işine döndü.

“Hayatımın en güzel günüydü!” diyerek uzanıp gözlerini kapadı Hüseyin. Gerçekten de yorulmuştu sonra başını kaldırıp, “Bana da bir rol verirsin değil mi filmlerinde!” dedi heyecanla.

“Tabi veririm! Sen benim menajerliğimi de yaparsın hem!”

“Yaparım değil mi?”

“Tabi yaparsın, önce biraz büyü ondan sonra!”

“Tamam!” diyerek yeniden uzandı Hüseyin ve arkasını dönüp hayallere daldı. Ayşe’de sessizce ağladı yatana kadar. Nasıl yaşayacaktı Hüseyin olmadan. Neden bu minicik can bedeninden ayrılmak zorundaydı. Bir mucize olması için dua etti uyumadan, doktorların bir mucize olmasının mümkün olmadığını söylediğini bilse bile yine de etti duasını. Ailesi yanlarında olmayan diğer çocuklar da heyecanla anlatmışlardı olanları eve gidince. Salih bey sonra karşılaştıklarına söyledi gelen adamın planlanmış bir şey olmadığını. Çünkü çocukların hepsinin en çok anlattığı kısım o sahneydi. Hepsi gerçek bir film sahnesi izlediklerini düşündükleri için heyecanlanmışlardı. Bir tek Demir sormuştu sonradan akıl edip yine “Peki kameralar neredeydi?”

“Her şey doğal olsun diye gizlenmişti!” demişti dedesi. İnanmıştı çocuk, cin gibi de olsa çocuktu sonuçta.

“Keşke kendimizi de böyle kandırabilsek” demişti Salih bey dönerken karısına, kadıncağız da çok duygulanmıştı o gün yaşanılanlara, hem Hüseyin’in hem de diğer çocukların alışık olmadıkları o heyecan ve sevinci tatmaları duygusallaştırmıştı herkesi. Mutlu da olmuşlardı. Bu çocuklar kim bilir ne zaman bir daha böyle anlar yaşayacaklardı. İleride yetişkin olduklarında yaşasalar bile hiç bir şey çocukken yaşananların tadında olmazdı. Hepsi deneyimlemiş öğrenmişlerdi bu gerçeği. Bu yüzden özlüyorlardı çocukluklarındaki her şeyi, bu yüzden ölüyorlardı yeniden çocuk olup her şeyi çabucak unutup, ufacık şeylerden mutlu olmayı. Örselenmeden, küstürülmeden, hırpalanmadan önceki halleri gibi olmak istiyorlardı hepsi ama maalesef mümkün değildi. O yüzden bu çocukların hafızalarında böyle bir iz bıraktıkları için mutlulardı. İleride gülümseyerek sığınacak bir anıları olacaktı. Hüseyin hariçti tabi. Onu da bu güzel günle birlikte hiç unutmayacaklardı işte. Bu anı hatırlandıkça o zavallı çocuk da hep hatırlanacaktı.

(devam edecek)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s