Cüneyt kapıyı açıp içeri girdiğinde çocuklar büyük bir iştahla ısırdıkları köfte ekmeklerini yarılamışlardı bile. Son zamanlarda iyice az ve yavaş yiyen Hüseyin bile arkadaşlarının yanında heyecanlanmış onlar gibi çabuk çabuk ısırıp yutmuştu ekmeğini. Büyükler kendi masalarında bir yandan keyifle ekmeklerini yiyor, bir yandan da çocuklara bakıp gülümsüyorlardı. Bir çocuğu gülümsetmek kadar mutluluk verici bir şey olmadığını düşünüyorlardı kendi kendilerine.
Salih beyin cin torunu Demir gördü içeri giren genç, iyi giyimli ve yakışıklı adamı ilk önce. Hemen Hüseyin’in kolunu dürttü önce ama Hüseyin anlamadı onun ne için bunu yaptığını.
“Ayşe abla işte geldi!” diye bağırdı sonra Cüneyt’i göstererek. Herkes dönüp önce Demir’e sonra kapıdan giren adama baktı.
“Abla bu gün çekim mi var yoksa?” dedi Hüseyin heyecanla ve neredeyse sevinçten ağlamalı bir sesle.
“Var ya!” diye ayağa kalktı Salih bey hemen, çocukların hayalleri bozulsun istemiyordu. Hüseyin o cümleyi kurduğunda Ayşe’nin yüzünden gelip geçen o duyguyu görmüştü. ‘Ele verdik kendimizi!’ diyordu içinden büyük ihtimalle ve Hüseyin’in hissedeceği hayal kırıklığının acısı bir anda yüzüne yerleşmişti, “Ayşe haydi kızım başla sen de!” diyerek kızı kaldırdı yerinden ve Cüneyt’e doğru itti.
Cüneyt önce çocukların haykırışı niye diye bakarken kendine doğru hülyalı ve şaşkın bakışlarla gelen genç kızı görünce onu garson sandı.
“Çayınız var mı?” dedi nazikçe
“Öpecek mi?” diye sordu Demir aniden.
Salih amca “Hani sessiz olacaktınız?” dedi fısıldayarak, az önce verdikleri sözü hatırlayan çocuklar susup heyecanla baktılar Ayşe ve karşısında şaşkın şaşkın duran yakışıklı jöne.
“Oyunumuza katılın ne olur!” diye fısıldadı Ayşe, Salih amca çocukları uyarırken Cüneyt’e.
“Anlamadım? Sadece çay istiyorum!”
“Lütfen” diye fısıldadı Ayşe yeniden ve dönüp, Hüseyin’in gözlerindeki ifadeyi görünce adama dönüp, “Ben de seni bekliyordum. Bir yabancı gibi davranmana gerek yok!” dedi abartılı bir tonlamayla.
Kızın ne yapmaya çalıştığını anlamayan Cüneyt onun deli olduğuna karar verdi ve konuşabileceği kim var diye diğerlerine baktı.
“Buraya kim bakıyor?”
“Haydi ama!” dedi Ayşe korkarak onun yanağını tutup yüzünü kendine çevirdi, “Benimle konuşmaya gelmedin mi? Haydi gel şu masaya oturalım! Senin bebeğini taşıyorum!”
Tam bu son cümleyi söylediği sırada Kudret bey girdi kapıdan ve az önce içeri yolladığı Cüneyt’in gözlerinin içine bakıp, bir eli yanağında ve “Senin bebeğini taşıyorum!” derken ki sahneyi gördü.
“Ne bebeği? Ne saçmalıyorsun sen?” dedi Cüneyt sinirli sinirli. O sırada Kudret’in girdiğini de görmüştü kapıdan ama Kudret o girdiği için bir anda kızgın gibi yapıp durumdan kurtulmaya çalıştığını sandı. Çocuklar hayranlıkla izliyorlardı olanları.
“Bizim bebeğimiz!” diye mırıldandı Ayşe tedirgin bir sesle.
Ayşe adamın sert tepkileri yüzünden iyice gerilmiş ve onun daha ters tepkiler vermesinden korkmuştu. Bu gerginliği de sesine yansıdığı için rolü daha gerçekçi duruyordu. Cüneyt diğerlerinin de hiç tepki vermeden onları seyrettiğini görünce içerideki herkesin delirdiğini düşünüp Kudret’in içeri girmesine izin vermeden “Gidelim buradan! Bu kadın ne söylediğini bilmiyor” dedi ve kapıdan çıkıp gitti. Kudret bir içeridekilere, bir çıkıp giden patronuna bakıyordu. Sonra o da ne olduğunu tam anlayamadan mecburen kapıyı kapatıp Cüneyt’in peşine arabanın yanına gitti.
“Bu insanlar delirmiş olmalı!” dedi Cüneyt hâlâ çok şaşkındı “Neyin içine düştük az önce öyle!”
Böyle kenar bir mahallede bir genç kızın Cüneyt’e sokulup ne diye hamilelikten bahsettiğine akıl sır erdiremedi Kudret, üstelik içerideki herkes konuyu biliyormuş gibi sus pus olmuş onları dinliyordu Cüneyt’in buraya ilk gelişi değil miydi acaba? O da ne olduğunu anlayamadığı için bir şey soramadı Yol yardımı geç gelecekti ama yakında bir araçları olduğundan onları aldıracaklar ve gidecekleri yere bıraktıracaklardı. Yemek yiyecek zamanları olmayacağından ve Şadiye hanımın evindeki yemeğe de zamanında yetişebileceklerinden Kudret hemen lokantaya girip Cüneyt’e sipariş vermemesini söylemeye gelmişti. Cüneyt içinden kendi kendine konuştuğunu belli edercesine kafasını sallayıp dururken, Kudret’te sessizce yanında dikilip yola bakmaya başladı. Yedi sekiz dakika sonra bir araba gelip önlerinde durdu ve onları aldı. Çekici gelip diğer arabayı götürecekti. Şadiye hanımın evine kadar hiç konuşmadan gittiler. Cüneyt anneannesini arayıp geldiklerini haber vermişti. Onlar geldiğinde her şey sıcacık ve tabaklara servis edilmeye hazırdı. Hiç oyalanmadan ellerini yıkayıp masaya geçtiler. Kudret bey çok acıktığı için hemen yemeğe başladı. Cüneyt hâlâ o restoranda ne yaşadığını anlamaya çalışıyordu. Kafası dağınıktı ama yine de anneannesinin söylediklerin yakalayıp cevaplamaya çalıştı ve tabi bu olaydan hiç bahsetmedi.
Cüneyt ve Kudret köfteciden çıkıp gittikten sonra çocuklar elleri patlarcasına alkışlamaya başladılar.
“Vay canına harikaydı!” dedi Hüseyin, “Gitti mi peki?”
“Gitti!” dedi Ayşe, adam çıkıp gidince rahatlamıştı, sinirleri bozulduğu için yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. Salih amca da derin bir oh çekmişti adamlar çıkınca, köfteci ne olduğunu anlayamadığı için bunun de düzenlenen günün bir parçası sanmış, Cüneyt’in sorularına o yüzden hiç yanıt vermemişti. Ayşe gidip masaya oturunca “Çok iyi idare ettin!” dedi Salih amca gülümseyerek, masadaki diğerleri de o zaman anladılar bunun planlanmış bir şey olmadığını. Herkes gülmeye başlayınca, Ayşe’de güldü onlarla. Hüseyin ve çocuklar çok mutlu olmuşlardı önemli olan da buydu zaten. Köfteler yendikten sonra köfteci onlara ikram olarak irmik helvası dağıttı, köftenin tadı ağızlarından silinmeyen çocuklar arkadan gelen tatlıyı görünce iyice mutlu oldular. Tatlılar yenilip çaylar da içildikten sonra herkes işine gücüne veya evine dönmek zorunda olduğu için kalktılar. Çocukların hayatlarındaki en güzel günlerden biri, Ayşe içinse hayatının en tuhaf günü olmuştu.
Arabadan inerken, “Böyle bir şeyi planlasak yapamazdık! Hüseyin mutlu olsun diye kısmet oldu, güzel kalplerinize karşılık!” dedi Salih bey çocuğa duyurmadan.
“Siz olmasanız ben ne yapardım Salih amca!” dedi Ayşe duygulanarak ve kardeşini indirdi arabadan, el sallayıp gönderdi taksiyi.
Şadiye hanım da yemek boyu torununda bir tuhaflık sezinlemişti ama ulu orta sormak istemediği için sessiz kalmıştı. Yemekten sonra Kudret bey karısını da alıp gidince, o da eve gitmeye üşendiği için kaldı anneannesinin evinde ama sohbet etmeye gönüllü olmadığı için hemen onun için hazırlanan odaya gidip yattı. Sabah Kudret erkenden gelip alacaktı onu, zaten evleri bu yakadaydı onların, “Benim arabayla hanımı bırakıp, sizi alırım!” demişti.
Ertesi gün Melike’yi Şadiye hanımın yanındaki işine bırakıp, Cüneyt’i aldı ve işe doğru yeniden yola koyuldular. Onlar aralarında dünkü mevzunun lokanta kısmını hiç konuşmadılar ama Şadiye hanım hemen Melike’yi sorguya çekti.
“Dün Cüneyt’in kafası biraz dolu gibiydi, kocan bir şey anlattı mı?” dedi hemen kıza işe başlamadan önce.
“Aslında bir şey anlattı ama ben de size söylesem mi söylemesem mi bilemedim!” dedi Melike mahcup bir sesle. Oysa ona söylemeye can atıyordu bu haberi.
“Neyi söylesen mi? Kötü bir şey mi olmuş yoksa?”
“Kötü mü?” dedi Melike eliyle ağzını kapatıp kıkırdayarak
Şadiye hanım “Kızım ne geveliyorsun anlatsana!” diye çıkışında toparlandı hemen ve oturdu kadıncağızın yanına, kocasının gece ona anlattığı her şeyi anlattı ballandıra ballandıra.
(devam edecek)