Ayşe bir yandan Hüseyin’e böyle bir yalan söylemiş olmanın iyi mi kötü mü olduğuna karar vermeye çalışırken, bazen o da kendini kaptırıyor, zengin olduklarında yapacaklarının hayalini kuruyordu kardeşiyle. Bütün mahalle içli içli ağlıyordu oysa hallerine, onları görünce yüzlerinde kocaman bir gülümseme ile Ayşe’nin oynayacağı filmden söz ediyorlardı.
“Abla, ilk çok paranı alınca bana kocaman bir televizyon ile oyun konsolu alır mısın?” dedi bir gün Hüseyin, bu ikisini almaya asla güçlerinin yetmeyeceğini bilen Ayşe neredeyse bir ağlama krizine girecekti yeniden ama tuttu kendini.
“Alırım tabi ablacığım, sen istersin de ben almaz mıyım?”
“Peki ne zaman sana para verecekler, daha vermediler değil mi? Beni de götüreceksin değil mi çekimlere?”
“Yakında verecekler canım, çok yakında! Götüreceğim tabi “
“Hem yeni televizyonumuzda izleriz senin filmini, sinemada da izleriz. Bütün mahalle gideriz sinemaya! Keşke bizim mahallemizde de bir sinema olsaydı.”
“Başka yerde olsun ne fark eder gideriz yine de!” dedi Ayşe burnunu çekerek, ikisi de daha önce hiç sinemaya gitmemişlerdi.
Son günlerde kardeşine köfte, tavuk gibi parası yettiğince lezzetli şeyler yedirmeye çalışıyordu. Hüseyin onları o kadar seviyordu ki, son zamanlarda sürekli yiyebiliyor olmasını ablasının filmden kazandığı paraya bağladığı için sorgulamıyordu.
Henüz çok paralar kazanmadığını biliyordu sadece, şimdilik rolüne çalışıyordu zaten, daha çekimler başlamamıştı. Ona oynayacağı rolü anlatmışlardı, o yüzden neye çalışacağını biliyordu. Karnında bebeği ile terkedilmiş bir kadın olacaktı. Bir şeyler almak için evden tek başına çıktığında, mahalleli hemen Hüseyin’in nasıl olduğunu soruyordu Ayşe’ye, herkes elinden geldiğince onun sevdiği şeylerden yapıp yolluyordu ara ara. Fakir bir mahalleydi burası, kimsenin kimseden çok parası yoktu ama yine de bu iki çocuğun başına gelenler onları o kadar üzüyordu ki, ellerinden ne gelirse yapmak için hepsi yarışıyordu.
“Salih amca, Hüseyin bir televizyon ile konsol istiyor. Benim bunları almam mümkün değil biliyorsun” dedi bir gün yolda karşılaştığı taksiciye Ayşe.
“Ne planlıyorsun?” dedi Salih bey onun söyleyişinden bir planı olduğunu anlamıştı.
“Gecekonduyu satacağım!”
“Ne?” dedi adam şaşkın şaşkın, “Kızım delirdin mi nerede yaşayacaksın sonra?”
“Bir şeyler bulurum. Alacak kişiye Hüseyin’in durumunu söylerim, yani satarım ama hemen çıkamam bana biraz müsaade eder herhalde”
“Kızım bir televizyon için ev satılır mı?”
“Ne yapayım Salih amca, kardeşimin görecek günü yok ki?”
“Hay Allah!” dedi adamcağız, onun da çok canı sıkıldı, “Münire hanımın oğlu ile kızı yurt dışına gitmişti, o ev boş duruyor hâlâ! Olmadı oraya geçersin. Ben konuşurum Münire hanımla”
“Harika fikir, ben başımı sokacak bir yer bulana kadar kalırım Münire teyze sever bizi!”
“Sizi hepimiz seviyoruz güzel kızım! Ben bizim durağın yanındaki emlakçıya sorarım gece kondu satış işini”
“Tamam Salih amca sizler olmasanız biz ne yapardık zaten?”
“Olur mu kızım, rahmetli anne ve babanın da hepimizde emeği vardır. Nur içinde yatsınlar çok iyi insanlardı”
Ayşe’nin gözleri doldu yeniden, “Haydi tamam ağlama şimdi yine!” dedi Salih bey onun omuzuna vurarak dönüp yürüdü arabasına.
Ayşe’nin kardeşinin hayalini gerçek yapmak için gecekonduyu satma kararına hepsi çok üzülmüşlerdi. Salih beyin tanıdığı emlakçı, kelepir bulduğu evleri kendi alıp sonradan satışını da yapıyordu. Ayşe ve kardeşinin durumunu duyunca o da çok üzüldü. Gecekondu zaten çok para etmiyordu. O kadar etmiyordu ki neredeyse bir televizyon ile konsolun parasının iki katı ediyordu ancak.
“Ben alırım!” demişti, “Çoluğum, çocuğumun hayrına! Sekiz yaşında çocuk ölecek ha?” demişti canı sıkıla sıkıla, “Allahım vardır elbet bir bildiğin!”
Salih bey çok sevinmişti emlakçının aldığı karara, hemen gelip söyledi Ayşe’ye.
“Sahi mi diyorsun Salih amca?” dedi Ayşe heyecanla, “Hiç beklemiyordum böyle çabuk olacağını! Hüseyinim ne kadar sevinecek kim bilir?”
“Hem evinizde de oturacaksınız sen istediğin kadar!” dedi Salih bey.
“Allah bin kere razı olsun sizlerden, kardeşim sayenizde mutlu olacak!”
“Keşke iyi de edebilsek kızım ama elimizden ancak bu kadarı geliyor!” dedi Salih bey. Bir hafta sonra daha tapuyu bile görmeden yolladı emlakçı parayı. “Sonra hallederiz tapu işini!” demişti Salih beye, “Arada sen varken sorun yok! ben görmeyeyim şimdi zaten yavruyu, dayanamam!”.
Böylece aldığı parayla bir kaç gün içinde Hüseyin’in istediği, televizyon ve konsolu aldı Ayşe. Hüseyin neredeyse sevinçten deliye dönecekti cihazlar eve gelince. İki de oyun almıştı onun seveceğini düşündüğü. Saatlerce başından kalkmadan oynamış sonra da yorgun düşüp olduğu yerde sızmıştı zavallı. Ertesi sabah heyecanla kalkıp yine geçmişti başına. Ablasına sarılıp sarılıp öpüyordu.
“Çok zengin olduğumuzda arkadaşlarıma da alırız değil mi?”
“Tabi alırız!”
“Onlara da alana kadar gelip benimle oynayabilirler mi peki ? Lütfen!”
“Tabi oynayabilirler!” dedi Ayşe, kardeşini böyle coşkulu görünce hep bir mucize gerçekleşip iyileşebileceğini düşünüyordu ama günler geçtikçe kendisi fark etmese de Hüseyin’in rengi daha da soluyordu.
“Çok oynuyorum ya ondan yoruluyorum sen merak etme!” diyordu ablasına, “Aslında biraz az oynamak istiyorum ama kendimi tutamıyorum!”
Hüseyin’in oyun konsolu olduğunu duyan çocuklar sıraya giriyorlardı onlara gelmek için. Hüseyin’in sağlığını daha da riske atmamak için ancak ikişer ikişer gelebiliyorlardı. Onlar da hayatlarında ilk defa konsol oyunu oynadıkları için en az Hüseyin kadar heyecanlı ve mutluydular. Onların bu hallerini görünce kardeşinin bu hayalini gerçekleştirmiş olduğuna seviniyordu Ayşe. O nasılsa bir başına yaşamanın bir yolunu bulacaktı sonra. Konsol sayesinde evleri hiç boş kalmadığından artık çalışmaya gittiği yerlere götürmüyordu Hüseyin’i. Onu ve arkadaşlarını evde bırakıp gidiyordu kendisi. Zaten son zamlarda Hüseyin çabuk yorulduğu için daha iyi oluyordu böylesi. Evde kalıyordu.
Bir ay kadar sonra bu defa Hüseyin arkadaşlarının hep salçalı ekmek yediklerinden ve köfte veya tavuk yiyemediklerinden bahsetmeye başladı. Onlar neredeyse her gün yiyorlardı. Ayşe de çocuk anlamasın diye ucundan yiyordu mecbur ama daha çok çorba ile dolduruyordu o karnını.
“Ne demek istiyorsun?” dedi Ayşe merakla, “Hepsini yemeğe çağıramayız ki?”
“Çağırmayalım biz bir köfteciye gidelim, onlara da yedirelim mi?”
“Hepsini mi?”
“Zaten beş kişiler! O kadar paramız var ama değil mi?”
“Tabi ki var!” dedi Ayşe. Evden kalan parayı her ihtimale karşılık saklamıştı. Beş çocuğu köfteciye götürmek de çok tutmazdı herhalde. Kardeşinin o güzel yüreğini üzmemek için kabul etti. Taksici olduğu için en çok esnaf tanıyan kişi Salih beydi. Bu yüzden durağa uğrayıp yine kardeşinin bir hayali olduğundan bahsetti. Salih bey mahallenin bütün çocuklarının zaten onların evine doluştuğunu biliyordu.
“Ah ne büyük yüreği varmış bu minicik bedeninde be Hüseyin!” dedi adamcağız hüzünlü hüzünlü, “Madem yavrumuzun gönlünden geçmiş, halledeceğiz, var bir esnaf arkadaş ben konuşayım, sana söylerim!” dedi Ayşe’ye. Madem çocuk böyle bir şeye niyet etmişti, mahalleden de bir kaç kişi gidebiliriz diye düşünmüştü, tabi hesapları Ayşe’ye ödetecek değillerdi. Onlara eşlik edecek durumu fena olmayan bir kaç kişiye çıtlatacaktı. Böylece onlar da Hüseyin’in sınırlı günlerinden bir kaç saatini onunla paylaşmış olacaklardı. Onu gülen yüzüyle hatırlamak isterdi hepsi. Köfteci arkadaşı ve mahalleden gelebilecek bir kaç aile ile konuşup her şeyi ayarladı. Duraktan bir kaç araba birleşip hepsini götürüp, getireceklerdi.
(devam edecek)