Mine Mesut ile buluşmaya gitmeden aynanın karşısında biraz fazla oyalandı. Evle birlikte kendine yeni kıyafetler de almıştı. Daha önceleri giydiğine çıkardığına çok önem vermezdi. Yine vermiyordu tabi, kıyafetle ya da para ile adam olunmayacağını en iyi bilenlerden olmuştu bu genç yaşında ama Mesut’un onu beğenmesini istiyordu. Hep istemişti aslında. Bu kadar hırpalandıktan sonra hâlâ eskisi gibi genç göründüğünden bile emin değildi. Yıllar geçmemişti ama onun ruhu çok yıpranmış ve yaşlanmıştı bu geçen sürede. Hazırlandıktan sonra heyecanla buluşma yerine gitti. Önceki yıllarda her zaman gittikleri okula yakın bir kafede buluşmaya karar vermişlerdi. Mesut ondan önce gelmişti, onun kapıdan girdiğini görünce heyecanını gizleyemeden ayağa kalktı. Mine’nin yüzüne de elinde olmadan kocaman bir gülümseme yayılmıştı. Öyle ki çok uzun zamandır yüz kasları ilk kez bu kadar gerçek bir gülümsemeyi gerçekleştiriyorlardı.
“Çok iyi görünüyorsun!” dedi Mesut hemen
“Teşekkürler sen de öyle!”
“Aslında çok zaman oldu değil mi ama bana daha dün gibi geliyor okuldan çıkış buraya gelişlerimiz”
“Şimdi oturunca bana da öyle geldi” dedi Mine etrafına bakınarak. Asında bu kafede çok uzun süre oturamazlardı çünkü Şakir bey okuldan geç gelecek olursa Hayriye hanımdan çekindiği için tokat atamazdı ama atmış kadar olurdu söyledikleriyle. Mine tüm hayatı boyu yaşadığı baskılar, yoksunluklar ve sonunda felaketlerden sonra şimdi özgür bir kız olduğuna bile inanamıyordu.
“Yeniden okula dönmek istemene çok sevindim, yine birlikte çalışabileceğiz!” dedi Mesut gülümseyerek.
“Umarım bir şeyleri fazla unutmamışımdır Tekrarlara ihtiyacım olacak!”
Mesut hemen eğilip yanındaki poşetten eski kitaplardan çıkardı.
“Bunları senin için getirdim eğer istersen hemen çalışmaya başlayabiliriz. Yani hatırlamaya”
“Sahi mi? Bu kadar çabuk mu harekete geçtin. Senin dostluğunu sahiden özlemişim!” dedi Mine mahcup bir gülümseme ile.
“Ben de öyle!” dedi Mesut, “Haydi başlayalım!”
İki arkadaş kaldıkları yerden sohbete, işbirliğine geri döndüler mutlulukla. Mesut bir kaç hafta sonra Mine’nin evine gitmeye başladı. Kafe çok gürültüydü ve orada enstrümanla çalışmaları mümkün değildi. Mine hayatının en güzel günlerini yaşıyor olduğunu düşünmeye başlamıştı. Mesut ile onun mesai saatleri dışında hemen her gün görüşüyorlardı. Mesut sadece ders konusunda değil, yaşadıklarından sonra hayata bağlarının kuvvetlenmesi içinde elinden gelen yardımı yapmaya çalışıyordu. Birlikte sinemaya ve sergilere gidiyorlardı.
Haşim Hayrettin’in nikahlandığını duyunca biraz bozulmuştu. Sonra ablasının zaten onun karısı değil kapatması olduğunu düşünmüş, onu bulursa karısından ayrı bir evde kapatma olarak devam edebileceğini düşünerek sıkıntısını çabucak dağıtmıştı. O ve onun gibiler için kadınlar onların hayat konforunu sağlamaktan öte bir işe yaramayan değersiz varlıklardı. Her nasılsa biraz anneye saygı duymayı biliyorlardı. Bir kadın ancak erkek annesi olduğunda değer kazanıyordu böylece. Oğlundan kazandığı değeri kaybetmemek için belki de onu yere göğe koyamıyordu. Ancak Haşim’in planlarına hayat fazla pek yardımcı olmadı. Alacaklılarından biri onun ödeme yapmayacağını anlayınca kahvehanede kumar oynattığını polise ihbar ediverdi. Kahvehaneye baskın olacağını başka bir hain tarafından haber alan Haşim polis yaklaşırken kahveden kaçmayı başardı. Polis Haşim’i ilk aşamada elden kaçırınca kahvenin sahibi gözüken Şakir beyin kapısına dayandı. Şakir beyin oğlunun yaptıklarından elbette ki haberi vardı ama para aktığı sürece her türlü melanete göz yuman bir adam olduğu için ses etmiyordu. Polis onu da suç ortağı olarak evden alıp götürünce Munise hanım ağıtlar yakmaya başladı ama maalesef göz yaşları yaptıkları kötülükleri aklamak için yeterli değildi. İki gün sonra polis Haşim’i de yakaladı. Baba oğul epeyce içeride yatacak gibiydiler. Birden bire kocası ve oğlu hapse düşen Munise hanım apartmanda kapıcılık görevine devam etse bile, apartman yönetimi yüz kızartıcı suçlardan içeri giren bir aileyi binada barındırmak istemediğine karar verdi. Aklına yapacak bir şey gelmeyen Munise hanım soluğu Gülümser hanımın kapısında aldı ama kadın konunun para olacağını tahmin ettiğinden onunla görüşmeyi bile kabul etmedi.
Munise hanımın tek umudu kızıydı ama onun da nerede olduğunu bilmiyordu. Tüm kapılar yüzüne kapanınca yapacak bir şeyi kalmadığı için yaşadıkları daireyi boşaltıp, memleketlerinde yaşayan kız kardeşinin yanına sığınmak zorunda kaldı. Sığınmak zorunda kaldı diyoruz çünkü ailedeki tek hain kendisi değildi. Bir başkasının yanında yaşayıp horlanmanın ne olduğunu kız kardeşi ona öğretecekti.
Hayrettin Zahide ile elbette mutlu olamadı ama zaten mutlu olmayı parayla insanlara hükmetmek sanan birinin gerçek mutluluğu bulması sevginin paradan daha değerli ve özel olduğunu anlaması. Bir evliliğin devam ettiği fiziksel mekanın arada yürekten ve karşılıklı sevgi olmayınca bir yuva olamayacağını asla öğrenemedi. Hatta bir kız, bir oğlan iki çocuğu olduktan sonra bile onları parası ile ödüllendirip, parası ile cezalandırmaya devam etti.
Bu hikayede başından beri sevgisiz insanların içinde büyüse de her nasılsa yüreğinde sevgiyi taşıyabilen Mine’den başkası mutlu olamadı. Sınavı kazanıp yüksek lisansına başladı. Bir kaç yıl sonra Mesut ile evlendiler. İkisi de okulun en sevdiği hocalarından oldular. Bir kızları oldu. Sevgi dolu yuvalarında, sayılıp, sevilerek büyüyen kızlarının adını Güneş koydular.
İki bin yirmi ikinin son hikayesi de böyle mutlu sonla bitmiş oldu. İki bir yirmi üçün yeni hikayelerinde görüşmek üzere
SON
2023 de de güzel yazılarınızı okumak dileğimle kaleminize sağlık. Bol kazançlı sağlık huzur mutluluk dolu bir yıl diliyorum. Sevgilerimle…
BeğenLiked by 1 kişi
teşekkürler 🌸
BeğenLiked by 1 kişi