“Sen!” dedi Nurten hanım daha Dilay’ı görür görmez “Buraya ne yüzle geldin!”. Dilay zaten çok gergin geldiği için kadın tepki verir vermez elinde ağlamaya başladı. Perihan hanım kadının daha selam sabah almadan Dilay’ı görür görmez bağırmaya başlamasına içerlemişti. Okyanus Dilay’a sarıldı. Perihan hanım da kadına doğru yürüdü.
“Hanımefendi acınızı anlıyoruz ama buraya size gerçekleri anlatmaya geldik!”
“Bunca zaman sonra yalanlar dinleyecek durumda değilim. Lütfen çıkıp gidin buradan!” dedi hastane güvenliğine bakarak. Güvenlikte duran adam neler olduğunu anlayamadığı için hazır ama geride olanları izliyordu henüz. Nurten hanımla hemen hastanenin girişinde karşılaşmışlardı.
“Dilay’ın hafızası geri geldi, Ölen çocuk ona ait değil! Dinlemek zorundasınız!”
“Hayır hiç bir şey dinlemek zorunda değilim. Benim oğlum o yatakta günden güne eriyor. Bunun sorumlusu da o kadın! Oğlumu kullandı o zavallı hasta çocuğu kullanarak!”
“Çocuk Dilay’ın değil Nurten hanım! Serpil’in!” dedi Okyanus da gerilmişti iyice.
“Ne? Kendinizi aklamak için şimdi de iftiraya mı başladınız?”
Okyanus Nurten hanımın sakinleşip onları dinlemeyeceğini anlamıştı. Perihan hanımın rengi giderek beyazlıyor ve elleri titriyordu. Dilay’ın da sinirleri boşalmış ağlamaktan konuşamıyordu. Bu üç kadının bu konuyu konuşamayacakları açıktı, zorlamak kimseye bir şey kazandırmayacaktı. Nurten hanım inanmak istediğini seçmişti ve aslında düşününce bunun Dilay’a da onlara da bir zararı yoktu.
“Anne tamam! Haydi gidelim, konuşmaya çalışmak faydasız! Nurten hanım evinize girip Dilay’ın eşyalarını alacağız. Bize refakat etmek istersiniz sanırım!”
“Onun eşyası falan yok evde! Hepsini attım daha önce!”
“Kitapları?” dedi Okyanus ama Dilay onu kolundan çekince vazgeçip onunla hastaneden dışarı çıktı. Perihan hanım da onlarla yürümüştü.
“Bu ne kadar çapsız bir kadın böyle!” diye söyleniyordu dışarı çıktığında.
“Anne tamam, ona da hak vermek zorundayız! Mustafa bitkisel hayattan çıkamamış.”
“Bari onu görebilseydik!” dedi Dilay.
“Ziyarete izin verdiklerini sanmıyorum. Bakın Nurten hanıma gerçeği anlatmaya çalışmaktan vazgeçmek zorundayız. Zaten dinlese bile bunun kimseye bir faydası olmayacak düşününce, özellikle Mustafa’ya!”
“Neden olmayacakmış, Dilay o ithamların hepsinden kurtulacak!”
“Okyanus doğru söylüyor!” dedi Dilay burnunu çekerek, “Nurten hanımı ikna etmek ne Selim’i, ne de Mustafa’yı geri getirmeyecek. Sizi de boş yere üzdüm buraya gelmeye karar verip.”
“Hayır buraya gelmek ortak kararımızdı. Biz üzerimize düşeni yaptık. Bundan sonra kendi hayatına bakmak zorundasın! Mustafa da umarım bir gün düzelir ve annesine gerçekleri anlatır!”
“Umarım!” dedi Dilay. Perihan hanım yine elini tuttu kızın, Dilay’da ona sarıldı sımsıkı. Zavallı kadın günlerdir çok ağır şeyler yaşıyordu Dilay yüzünden, “Benim yüzümden hasta olacaksınız, haydi gidelim de size bir çay yapayım!” dedi gülümsemeye çalışarak
“Ne demiş usta emekler boşa gidince, çay demleyin yeniden başlayacağız!” dedi Perihan hanım da gülümseyerek. Dilay’ın söylediklerini duyunca o da sakinleşmişti. Böylece Nurten hanım ve Mustafa’yı arkalarında bırakıp eve döndüler. Perihan hanım Dilay’ın bundan sonra onunla yaşamayı kabul ettiği için mutluydu. Dilay ertesi günde evde dinlendikten sonra yeniden hastaneye gittiler ve Dilay’ın geçirdiği kaza ve hafızasının kaybolması ile ilgili bütün raporları alıp okula gittiler Okula Dilay’ın geçen tüm zaman boyunca kaydının dondurulmuş sayılması için dilekçe bıraktılar. Zaten dönemin sonu gelip bir eğitim yılı kaybettiği için gelecek dönem son sınıfı yeniden okuması gerekecekti. Bunu hiç umursamıyordu çünkü hafızası geri gelmemiş olsa zaten bütün emekler bütün eğitim hayatı boşa gitmiş olacaktı. Özellikle de babasının ve ona üniversiteye girmesi için destek olan öğretmenlerinin emekleri.
“Bu durumda bir süre daha sizinle yürüyüşlere çıkıp gezebilirim!” dedi Perihan hanıma
“Bence kaybolan kitaplarını yeniden temin etmeliyiz ve sen dönem başlamadan önce neyi ne kadar hatırladığını bir test etmelisin!” dedi Okyanus.
Perihan hanım da oğlunu onayladı, “Nurten hanımın seni eve sokmayacağı açık, kitapların da hâlâ orada duruyor mu zaten o da meçhul. Bence bir de bu konu için okuluna gitmelisin”
“Doğru kitaplarımı yeniden almalıyım ama nasıl olacak bilmiyorum!” dedi Dilay sıkıntıyla çünkü gerçekten çok pahalı kitaplardı onlar ve bir kısmını mezun olanlardan zorla toparlayabilmişti.
“Sen gidip listeyi öğrendikten sonra gidip hepsini alacağız! Bundan sonra senin destekçin benim. Zaten benim gibi yaşlı bir kadına da bir doktor her zaman lazım öyle değil mi oğlum?” diyerek güldü Perihan hanım, Dilay’ı gerçekten kızı gibi seviyordu artık.
“Size o kadar yük oldum ki zaten, bir de bunca pahalı kitapları almanızı nasıl isterim!”
“Annem bir şeyi kafasına koyunca yapar, artık onu biraz da olsa tanımış olmalısın!” dedi Okyanus.
Dilay Perihan hanımın inadını anlayacak kadar zaman geçirmişti onunla ve bu inat sayesinde de hayatı kurtulmuştu aslında. İnattan çok azim demeyi tercih ediyordu bu yüzden. Sonunda ikna olmak zorunda kaldı. Perihan hanım onun köfteci ya da benzeri bir yerde de çalışmasını istemiyordu artık. Ona can yoldaşlığı ve Dilay’ın ısrarı üzerine ev işleri karşılığında bir yuvası olacaktı burası. Ev demek istemiyordu. Ev sadece dört duvarı olan bir yerdi çünkü. Perihan hanım dört duvarın içinde sevgi dolu bir yuva sunuyordu ona.
Zaman çabucak geçti ve Dilay yeniden okula başladı. Kaza dönemin en başında olmamıştı ama okuduğu kadarı da yeniden okuması gerekiyordu bu döneme ait. Geçen yılın tamamı dondurulmuş sayılıyordu. Bunula birlikte son sınıf stajını da yapması gerekiyordu ve Perihan hanım bu konu için de hiç tereddüt etmeden Tülin’i aramıştı. O da her zamanki gibi halasını kırmamış ve çalıştığı hastanede Dilay için stajını ayarlamıştı.
Okyanus annesinin evine eskisinden sık uğramaya başlamıştı geçen bu zamanda, Perihan hanım oğlunun artık sadece onu görmeye gelmediğinin farkındaydı ama Dilay’ın bunu henüz fark etmediğini üzülerek görüyordu. Aslında onunda Okyanus’a bakışlarının boş olmadığını biliyordu ama yine de nedense karşılıklı olduğunu anlamıyor gibiydi. Belli ki bu da Okyanus’un cesaretini kırıyordu. Perihan hanım her bulduğu fırsatta onların ikisini birden bir yerlere yolluyordu. Bazen Dilay’ın gitmesi gereken bir yere, bazen Perihan hanımın halledilecek bir işine, fırsat yaratabildiği her yere. Geldiklerinde de yüzlerini ve tavırlarını inceliyor, birbirlerine açılabildiler mi diye anlamaya çalışıyordu. Dilay’ın mezuniyetine yakın bir zaman olmasına rağmen gençler bir türlü birbirlerine açılamayınca artık araya girmesi gerektiğine karar verdi. Böyle giderse iki utangaç daha uzun süre bir araya gelemeyecekler gibi gözüküyordu yoksa.
“Kalbinde kimse yok mu kızım senin?” dedi bir pazar sabahı pat diye kahvaltı ederlerken. Sınavlardan ve staj yüzünden beyni iyice yorulan Dilay şaşkın şaşkın baktı Perihan hanımın yüzüne.
“Neden sordunuz?”
“Soruya soruyla cevap verilmez, her şey ortaya çıkana kadar Mustafa’ya aşık olduğunu sandım ama anlaşıldı ki aranızda dostluktan ötesi yokmuş. Başkası da mı yoktu, yani okuldan falan?”
“Hayır bir erkek arkadaşım hiç olmadı onu soruyorsanız”
“Canım bir erkek arkadaşın olmamış olabilir ama gönlünde bir isim olur insanın öyle değil mi? O da mı yok, okulda falan?”
“Hayır okuldan öyle biri yok!” dedi Dilay biraz utanmış başını önüne eğmişti hemen.
(devam edecek)